Türkiye’nin kaç tane global markası var? Geçenlerde hükümet kanadından yapılan bir açıklamada üç tane olduğu söylendi. En büyük şirketlerimiz petrokimya (Tüpraş), demir-çelik (Erdemir), telekomünikasyon (Türk Telekom) alanlarında faaliyet gösteriyorlar. Teknoloji şirketleri arasında Arçelik, Beko, Vestel üretim, ihracat ve arge yapıyor. Hem üreten hem de ürün geliştiren firmalarımız yeni yeni ortaya çıkıyor. Türkiye’de refah arttıkça bu şirketlerin sayısı arttıkça artacak. Ümit ediyoruz.
Ayakta kalabilmek karlılıkla orantılı. Karlılık, düşük maliyet ve kalifiye insan gücüyle mümkün. Karın artırması yatırımı tetikliyor.
Gelişmekte olan ülkelerden en çok yabancı yatırım çeken Çin ve Hindistan’a bakılınca bu durum biraz daha açık görülüyor. İki ülkede de işgücü oldukça ucuz. Uzun zamandır sermaye uçarak ucuz işgücüne geliyor. Gerçi yakın zamanda olacak gibi gözükmüyor ama bir gün sermayenin daha ucuz bir yere gitme olasılığı Çin’de yüzde 9’lara, Hindistan’da 7’lere varan kalkınmanın yavaşlaması demek. İki ülkenin de uzun vadede göz önünde bulundurması gereken bir durum. İşgücünün önemi belki de burada ortaya çıkıyor. Hindistan’ın dünya çapında ün yapmış ucuz bilgisayar mühendisleri ABD’li meslektaşlarının dörtte biri ücretine aynı işleri yaptıkları için bir daha geri dönmemek üzere ABD’den yazılım geliştirme işleri alıyorlar. Hindistan’da her yıl 350 bin mühendis üniversitelerden mezun oluyor. Hindistan’ın belirli bir işgücü planlaması var mı belli değil ama dünyanın en çok işgücü açığı olan sektörlerinden bilgisayar yazılımına fazla sayıda kalifiye mühendis yetiştiriyor.
Bilgisayar mühendisliği gibi belirli bir eğitim ve know-how gerektiren işlerin gelişmekte olan ülkelere kayması yeni bir gelişme. Çin’in enerji sektörü uluslararası yatırımlara girişip, rüştünü ispatlamamış olsa da, geniş bir mühendis nüfusu istihdam etmeye başlayınca, yıllardır petrol endüstrisinde istihdam edilen mühendis sayısı artmayan ABD’ye rakip olmaya başladı. Özellikle büyük kaynak gerektiren enerji sektöründe yatırım yapabilecek kadroların ABD dışındaki ülkelerde de ortaya çıkması, hem Amerikan şirketleri, hem de Amerikan işgücü için yeni bir tehlike.
Türk şirketlerinin ileride rakip olmayı planladığı varsayılan Çin ve Hint şirketlerinin elinin altında kendini kanıtlamamış ama eğitimli ve sayıca yüksek işgücü bulunuyor. Hindistan’da üniversite mezunlarının çoğunun İngilizce biliyor olması, Hint işgücünü cazip kılıyor.
Çin ve Hindistan’ın ya da gelişmekte olan herhangi bir ülkenin, belirli bir işgücü planlaması var mı bilmiyoruz. Örneğin, üniversite öğretimini neye göre planlıyorlar, projeleri kaç yıl ilerisini görebiliyor? Onları bir kenara bırakacak olursak, Türkiye’nin yabancı sermayeyi daha kolay ülkeye çeken, işgücünün yabancı firmalarla daha kolay bütünleşebildiği bu gibi ülkelerle yarışabilmesi için her yıl işgücüne katılan üniversite mezunlarını planlaması gerekiyor. Türkiye’nin her yıl yetiştirdiği 450 binin üzerinde üniversite mezunu ve 10 binin üzerinde yüksek lisans ve doktora mezununun işgücüne nerede ve ne koşullarda katılabileceğini kesin hatlarıyla planlaması zaman alacaktır mutlaka. Ama ileriyi görmemek daha büyük sorunlara neden olacak. “Pardon” demek o zaman mümkün değil.
Türkiye’nin rekabet gücü yüksek ve rekabetçi olabilecek sektörlerinin belirlenip ihtiyaçlara göre üniversite öğrencilerinin yönlendirilebilmesi, üniversitenin akademik yönlerini güçsüzleştirmeden ticaret dünyasıyla bağlantısının kurulması gerekiyor.
Türkiye’nin hem kendi ekonomisini güçlendirebilmesi, hem de dünyanın gelişen ekonomileriyle rekabet edebilmesi için 77 üniversitesinde yetişen işgücünü belirli bir plan kapsamında uzun vadeli olarak görebilmesi gerekmektedir. Çin veya Hindistan’dan ucuz işgücü sunmak pek mümkün olamayacağı için Türkiye’nin işgücüyle dünya ekonomisinde rekabetçi bir pozisyon yakalaması gerekiyor.
Türkiye’nin kanayan yarası işsizlik mayıs ayında yüzde 9.2′yle krizden sonraki en düşük düzeyine geriledi. Veriler, tarım ağırlıklı. Böyle olsa da istihdamın arttığını, işsizlik oranının düştüğünü, işsizlerin sayısının geçen yılın ikinci çeyreğindeki düzeyini yakaladığını gösteriyor. DİE Hane halkı işgücü istatistiklerine göre, işsizlik oranı yüzde 9.2 ile geçen yılın son çeyreğinden bu yana ilk kez tek haneye geriledi. Yakalanan performans açısından ise işsizlik oranı 2002 yılı başından beri en düşük işsizlik oranı oldu. Çalışabilir nüfusun fiilen çalışan nüfusa oranı olarak tanımlanan işgücüne katılım oranı da mayısta yılın en yüksek düzeyine ulaştı.
Devlet İstatistik Enstitüsü verilerini okumak ve yorumlamak önemli ama dilerseniz bundan çok zaman önce değil, kısa bir süre önce Çalışma Bakanıyla yapılmış bir söyleşiyi dikkatinize getireyim;
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, Türkiye’deki 15 yaş üstü nüfusun genel nüfus artışının üzerinde arttığına dikkat çekti; “”Ekonomideki büyüme yüzde 6′nın altında kalırsa işsizlik devam eder”” dedi. Bakanlar Kurulu’na “”İstihdamın Artırılması ve İşsizliğin Azaltılması”” başlıklı bir rapor sunan Başesgioğlu, nüfus artışını işsizliğin azaltılamamasının önemli sebeplerinden biri olarak nitelendiriyor: “”2040′a kadar nüfus artışı devam edecek, sonra Avrupa ülkeleri gibi biz de yaşlı bir nüfus olacağız. Ama önümüzdeki 35 senede işsizlik sorunu çözemezsek, bu durum ileride hiçbir şekilde telafi edilemeyecek.””
Türkiye’de genel nüfus artış hızı yüzde 1.5 seviyesinde seyrederken 15 – 24 yaş aralığında artış oranı yüzde 2.5 – 3.5 aralığında gerçekleşiyor. Bakanlığın projeksiyonlarına göre de bu eğilim 2030′a kadar aynen devam edecek.
Türkiye’nin kaç tane global markası vardı? Türkiye’nin kaç global markası olmalı? Siz işsizliğin gelecek 3-5 yıl içinde nerede durmasını istiyorsunuz? Rakamlar üç beş artış, on-on beş iniş gösterebilir, sizce nasıl yorumlamalıyız… Haydi, her şeyi bırakın, plan yapmalı mıyız yapmamalı mıyız acaba?