İstihdam dostu büyüme olur mu

“User friendly”, İngilizce’de kullanıcı dostu anlamına geliyor. Bir tür kullanışlı demek. Sanırım buradan girdi bizim dilimize de… Bir şey dostu bir şey… Güzel geliyor kulağa. Eskiden pek bilmezdik bu terimi. Bir şeyin dostu olmak güzel, sonuç olarak. Hele istihdam dostu olmak daha da güzel. Yani istihdamı düşman bilmiş bir toplumda, istihdamdan korkan bir yönetim ve yönetimlerin hakim olduğu bir ülkede, istihdamla dost olmayı telaffuz etmek… Başımıza taş mı yağacak ne?

Bence başımıza daha büyük belalarda gelebilir… Neden diyecek olursanız. İstihdam dostu demiyorlar yalnızca… Üstüne üstük istihdam dostu büyüme… Büyümüşüz de, istihdamı eksik kalmış. Nankör müyüz neyiz biz. İnanın anlayamadım.

İstihdam dostu büyüme fikrini Prof. Dr. Seyfettin Gürsel kullanıyor. Başımıza taş yağdıracak adam o. Gürsel başkanlığındaki akademisyenlerden oluşan bir grup Tüsiad adına ‘Türkiye’de işgücü piyasasının kurumsal yapısı ve işsizlik’ konulu bir rapor hazırladılar. Rapor, sosyal yarayı tüm çıplaklığıyla göz önüne serdi. Bir kez daha… Bu rapor ilk değil. Son da olmayacak. Rapor üstüne rapor yayınlanıyor ama ne oluyor diye düşünüyorsanız, ben de sizden farklı düşünmüyorum.

İlerleyen satırlarda bir başka raporu daha kullandığımı göreceksiniz, oradaki veriler de farklı değil. Birini biz içeriden yapmışız. Diğerini yabancılar yapmış, dışarıdan bakış açısı.

Bu haftayı istihdam haftası ilan ediyorum. Sabah gazetesinin İşte İnsan ekindeki yazımda da bunu işliyorum. Orada gençlerin dramı. Buradaki hepimizin.

Tüsiad’ın bu ve benzeri raporlara destek vermesi, hazırlanması için katkıda bulunmasının temelde önemli bir nedeni var. İşverinin vergi yükü. Özel sektör devlete, bana bir kişi daha almam için bir gerekçe göster, ben elimdekileri çıkartmaya bakıyorum demeye getiriyor. Gerçekten Türkiye’de bir kişinin istihdam maliyeti mukayeseli olarak AB ülkelerine göre çok yüksek. İlgilenenler için Tüsiad sitesinden raporu okuyabilirsiniz.

Rapordaki temel bulgulara değinmeden önce biraz sondaj yapayım dedim. Tüsiad  çevrelerinden aldığım bilgiye göre hükümet ilk kez bir istihdam araştırmasıyla böylesine ilgilenmiş. Nasıl ilgilendi diye sordum, raporun açıklanacağı gün Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Babacan gelemeyecek olmuş, haber vermiş. Tarihi ona göre değiştirmişler. Sayın Babacan sonra gelip raporun açıklandığı sırada bizzat bulunmuş ve dinlemiş. Hükümetin böylece istihdam konusunda çok duyarlı olduğunu görmüş bulunduk. Belki de doğru… Bundan öncekiler ne kadar ilgilendi?…

Dedikodu kısmını bir kenara bırakalım işimize bakalım. Prof. Gürsel ve ekibi diyor ki,  “Türkiye’nin AB üyeliğine karşı Avrupa’da güçlü bir direnç varken, 10 yılda nüfusu 80 milyona ulaşacak bir ülkenin bu kadar yüksek işsizlikle AB’ye girmesi hayal dahi edilemez”.

Gürsel’le geçtiğimiz günlerde bir aradaydım. Doğru mu yazdığınız, müzakerelere başlasak da mı hayal diye sormadan duramadım. Özetle şunları söyledi: Halen 17 milyon civarında olan tarım dışı işgücünün uzun dönem artış eğiliminin yüzde 3 civarında seyrediyor. Bunun dikkate alınması durumunda 2.5 milyon olan işsiz sayısının hiç olmazsa sabitlenmesi için her yıl en az 500 bin net iş yaratılması gerekiyor. Bu bile kısmi bir başarıya karşılık gelebiliyor.

Rapora göre, 2000’de iş arayan her 100 kişiden 51’i idari işe yoğunlaşırken, 2003 yılında bu oran yüzde 18’e geriledi. Yani, bugünkü ortamda işsizlerin sadece yüzde 18’i yapmak istedikleri işin peşinden koşarken yüzde 82’si buldukları her işte çalışmaya razı oluyor. Prof. Gürsel bunu kısa bir cümleyle özetliyor: “İnsanlar aç kalmaktansa her işi yapmayı göze alıyor. Bir çeşit ‘Ne iş olsa yaparım abi’ durumu yaşanıyor.”

Rapor, ‘Ne iş olsa yaparım abi’ anlayışının sorunları çözmediğini de ortaya koyuyor. Çünkü iş arayanlar arasında bulunan 1 milyon kişinin hâlâ çalıştığı ve işinden memnun olmayanlardan oluştuğu belirtiliyor. Türkiye’nin yaşadığı rekor büyümeye karşın istihdamda aynı sıçramanın yaşanmadığı ifade edilen raporda, çalışanların kriz ortamında işlerini kaybetmemek için gösterdiği performans nedeniyle yaşanan emek verimliliğinin düşmeye başladığı ve bu nedenle yeni istihdama kapı açıldığı kaydedildi.
Ücret ve işsizliğin birbirine ters orantılı olduğuna da dikkat çekilen raporda, “İşsiz sayısı arttıkça ücretler azalıyor. İşsiz sayısı azaldıkça da ücret artıyor. Sendikalı işçilerin artması da ücretleri artıran bir başka unsur” denildi.

Tarım dışı işgücünün halen 17 milyon civarında olduğunu ve tarım dışı işgücünün uzun dönem artış eğiliminin de yüzde 3 civarında seyrettiğini dikkate alırsak, yaklaşık iki buçuk milyon olan işsizlerin sayısını hiç olmazsa sabitlemek için her yıl en az 500 bin net iş yaratmamız gerektiği kolayca hesaplanabilir.

2004’ün ilk yarısında tam anlamıyla ekonomik patlama yaşandı. Ekonomi ilk altı ayda yüzde 12 büyüdü. Böyle bir büyüme ortamında yüksek istihdam artışları beklenirdi. Oysa istihdam artışları umulanın altında kaldı. İstihdam yaratmayan bir büyüme yaşıyoruz. 2002 yılında gerçekleşen yüzde 7’nin üzerindeki büyüme esas olarak 2001 krizinde ortaya çıkan, işgücü de dahil, atıl kapasitenin kullanılmasıyla sağlanmıştı. Net istihdam artışı yaratmaması doğaldı. Ancak 2003 yılında yüzde 6’ya yakın büyümenin tarım dışında sadece 90.000 iş yaratabilmesi, sanayide ise net 100.000 istihdam kaybının olması, firmaların kriz sonrasında işgücünü daha etkin kullanmaya başlamalarının yanı sıra, emeği asgari düzeyde tutacak bir teknloji seçimi startejisi izlediklerini, genel olarak hizmetlerde, özel olarak da kamu hizmetlerinde yeterince istihdam yaratılmadığını düşündürüyor.

Tüsiad raporuna ara verecek olursak bir başka çalışmayı daha gündeme getirmek istiyorum. O da aynı şeyi söylüyor.

Uluslararası yatırım bankası Morgan Stanley tarafından hazırlanan ‘İşsiz Toplumun Zengin Geleceği’ başlıklı çalışmada, Türkiye’nin hızlı büyümesinin işsizlik sorununun çözümünde etkili olmadığı belirtildi. Diğer bir ifadeyle bu raporda bizim büyümemizin istihdam dostu olmadığı bir kez daha vurgulanıyor.
Son 30 ayda Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’da (GYİH) gözlenen yüzde 25’lik reel büyümenin ülke tarihinin en büyük ekonomik krizinin tahribatını gidermediğinin belirtildiği çalışmada şu görüşlere yer veriliyor:

“Krizden sonra işsizlik yüzde 5.6’dan yüzde 12.3’e çıktı. Bu yılın ikinci çeyreğinde bu oran yüzde 9.3’e geriledi. Ancak çalışan sayısı yüzde 2.3’lük artışla 22 milyon 200 bine çıkabildi. Bu da Türkiye’nin inanılmaz büyümesini neden ‘istihdam yaratmayan canlanma’ olarak adlandırdığımızın en iyi göstergesi.”

Çalışmaya göre, uzun süren işsizlik dönemi, çok sayıda genç ve özellikle kadının iş aramaktan vazgeçmesine neden oldu. Bu da resmi işsiz sayısında bir azalmayı beraberinde getirdi. 2002 yılında çalışan ya da iş arayanların oranı toplam işgücünün yüzde 52.4’ü düzeyindeyken, 2004’ün ikinci çeyreğinde yüzde 49.2’ye geriledi.

İşgücünün nüfus artışına paralel artması durumunda bu istihdam rakamlarıyla yapılacak bir hesap işsizlik oranının DİE’nin açıkladığı gibi yüzde 9.3 değil yüzde 15.4 olacağını gösteriyor. Buna çalışmaya hazır 1.9 milyon potansiyel çalışanı dahil ettiğimizde zaman ortaya yüzde 19.5 gibi inanılmaz bir işsizlik oranı çıkıyor.

Çalışmaya göre son 12 ayda 492 bin kişiye istihdam yaratıldı. Ancak işgücündeki artışın tümünü istihdam etmek için yılda 895 bin kişilik istihdam yaratılması gerekiyor. İşsiz sayısını kriz öncesi düzeyde tutmak için Türkiye’nin üç ayda bir 327 bin kişiye istihdam yaratması şart. 327 binin altındaki her rakam işsizliğin daha derinleşmesine neden olacak. Ancak krizden sonraki dönemde ekonomi üç ayda bir ancak 143 bin kişiye iş yaratabildiği için işsizlik resmi açıklamaların tersine sürekli artıyor.

2004 yılının ilk yarısında gerçekleşen olağanüstü yüksek büyüme nihayet istihdamda bir artış sağladı. Sanayide ve hizmetlerde ikiyüzbine yakın istihdam artışı gerçekleşti. Ancak büyümenin düzeyine kıyasla bu artışlar da yeterli değil.

Türkiye ekonomisinde büyüme “istihdam dostu” büyümeye dönüştürülmediği takdirde, işsizliğin düşmesi şöyle dursun, daha da yükselmesi kaçınılmaz olarak gündeme gelecek.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir