Birkaç gün önce kadınlar gününü kutladık.
Sanki kutlanacak bir şey varmış gibi!
Birkaç gün önce kadınlar gününü kutladık.
Sanki kutlanacak bir şey varmış gibi!
Yine, yeniden… Her yıl bir kez daha…
Hep aynı şekilde, göstermelik bir coşkuyla…
Neden kutlama yapılır? Bu sorunun yanıtını düşünmeye fırsatınız olmadığından eminim. Çünkü kutlayacak çok şey var… Ayağımızı yorganımıza göre uzatmadığımız konulardan biri daha. Her yıl sevgililer gününü kutluyoruz, yılbaşını kutluyoruz, bayramları kutluyoruz, doğum günümüzü kutluyoruz, anneler gününü, babalar gününü, kurtuluş günlerini… Kutluyoruz da kutluyoruz…
Benim en çok sevdiğim kutlama türü, bir ilimizin düşman işgalinden kurtuluşu kutlamalarıdır. Hiç değişmez. Heyecanlı gazilerimiz, bıkkın devlet erkanı ve ne kutladığını bilmeyen halk… Hele bir de son zamanlarda bu kurtuluş günlerinde havalara ateş edilmesi ve mutlaka birilerinin canının yanması yok mu?…
Kadınlar günü kutlamasının da diğer kutlamalardan bir farkı yok. Tabii neresinden baktığınıza bağlı. Yani hakkını vermek açısından bakıldığında farksız. Günün anlam ve önemini bir türlü kavrayamıyorsunuz… Diğer popüler kutlamalara göre farkı var çünkü ekonomisi zayıf. Kadınlar gününü henüz ticari bir olaya çeviremediğimiz için o gün kadınlara hediye almak adetten değil. Bugün kadınlar günü karıcığım ya da sevgilim sana bir hediye aldım ve kadınlar gününü kutluyorum diyen erkek görmedim. Kadınların birbirlerine, kadınlar günün kutlu olsun dediğine de rastlamadım. Daha ağır bir havada geçer kadınların kutlaması. Sorunlar ve çözümsüzlükler üzerine. Toplumun çilekeş tarafı olduklarından mıdır bilinmez… Haklarını savunmadıkları için midir bilinmez… ya da hakları onlara gümüş tepside sunulduğu ve bunun kıymetini kavrayamadıkları için midir bilinmez.
Özetle kadınlar gününün büyük bir coşkusu olduğu söylenemez. Dernekler, vakıflar, üniversiteler, siyasi partiler mutlaka günün anlam ve önemine dair bir panel düzenlerler. Buna halk arasında kutlama denmiyor çünkü eğlencesi/magazini yok.
8 Mart günü, kadın panellerinden geçilmedi. Bunlardan birini de ben yönettim. Herkes yine konuştu, konuştuk. Herkes kadın olmanın öneminden, kadınlara verilmesi gereken önemden söz etti/ettik. Kadınlar dahil olmak üzere kaç kişi söylediklerinin hakkını verdi. Bilmiyorum.
Ben kadınlar gününde en önemli konunun kadının istihdamı olduğuna inanıyorum. Ağır havasını bozmak istemediğim için sorunlu bir konuyla katkıda bulunayım dedim, affınıza sığınıyorum. Kadınların çalışma hayatının her alanında aktif rol almasının beklendiği bir dönemde çalışan kadın sayısının azalması, buna karşın evinde oturan kadın sayısının özendirilmesini, kızlarımızın eğitimsiz bir dünyada büyütülmesini endişeyle izliyorum ve kendi çapımda karşı çıkmak istiyorum.
Aşağıda dünya kadınlar gününün anlamına hizmet edeceğini düşündüğüm bazı istatistikleri sizinle paylaşacağım. Yazının önemli bir kısmı Türkiye’yi anlatıyor. Diğer bölümlerde de Avrupalı kadına dair iki farklı ülke örneği bulacaksınız.
Türkiye
Türkiye’de kadınların işgücüne katılımı yüzde 24 seviyelerinde. AB ortalaması ise yüzde 62’lerde. Türkiye’de her üç kadından ikisi işsiz. Çalışan kadınların yüzde 50’den fazlası tarımda çalışıyor. Tarımda çalışan kadınların yüzde 85’i ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor. 2005 yılında bir buçuk milyon insanın tarımdan işsiz kaldığı görülüyor.
Türkiye’de her dört kadından biri okuma yazma bilmiyor. Kadınların yüzde 21,5’i okuryazar olup bir okul mezunu değilken, 44,6’sı ilkokul, 10,6’sı lise ve yalnızca 3,9’u üniversite mezunu. Kadınların ortalama eğitim süresi üç yıl. Bölgesel gelişmişlik farkları, kadınlarla ilgili sorunları bazı yerlerde üst seviyelere taşıyor. Örneğin resmi nikahla evli olmayan kadınların oranı yüzde 7,5 düzeyinde. Bu oran bazı bölgelerde yüzde 20’lere kadar yükseliyor. Türkiye genelinde 7-13 yaş arasında okula hiç kaydı olmayan yüzde 20 civarında çocuk var. Bu oran bazı bölgelerde yüzde 50’lere yaklaşıyor.
Kadınların sosyal yönden dışlanmaları onların işgücü piyasasına hiç girememelerine ya da işgücünden ayrılmalarına neden oluyor. Kadının aile içindeki konumu, kadına toplum içinde atfedilen rol ve değer yargılarıyla birlikte kadınlar için meslek ve aile yaşamlarını uyumlaştıracak destek programlarının yeterince geliştirilememiş olması kadınların etkin şekilde işgücüne katılımını engelliyor.
Kadın istihdamını genel anlamdaki işsizlik sorunundan ayrı düşünmek mümkün değil. Kadın istihdamıyla birlikte Türkiye’nin önündeki en büyük sorunlardan biri de, genel olarak işgücüne katılım oranlarının düşük olması. Türkiye’de çalışma yaşındaki nüfusun yüzde 50’sine yakını işgücüne katılmıyor. Bu haliyle Türkiye, OECD ülkeleri arasında en düşük işgücü katılım oranına ve en yüksek işgücüne dahil olmayan nüfusa sahip. AB ortalaması, yüzde 30’ların altında. Genel anlamda işgücüne katılım oranlarının yüzde 50’nin altında olması kadınların işgücüne katılım oranlarının düşük olmasından da kaynaklanıyor.
Türkiye’de 1935 yılında yüzde 4,56 olan kadın milletvekili oranı, 1950’de 0,62’ye düştü. 2002 seçimlerinde yüzde 4,4 oldu. Bu oran AB Parlamentosu’nda yüzde 42, İsveç Parlamentosu’nda yüzde 45,3.
Kadınların kazancı erkeklerden daha az. Karar mekanizmalarındaki kadın oranı ancak yüzde 7. İstihdam edilen kadın nüfusun yüzde 49,8’i ücretsiz aile işçisi, yüzde 39,3’ü ücretli işçi, yüzde 10,1’i kendi hesabına çalışan, yüzde 0,9’u işveren konumunda.
Fransa
Kadınlara oy kullanma hakkını 1946 yılında tanıyan Fransa’da bugün parlamentodaki kadın oranı bir hayli yüksek ve kadınların politikanın beyni olduğu düşünülüyor. Fransız kadınlar Avrupa’da en fazla ömür süresine ve İrlanda’dan sonra en yüksek doğurganlığa sahip olmalarıyla tanınıyor.
Fransa’da 19. yüzyılın sonunda kadınlar için eğitimin mecburi olması, Birinci Dünya Savaşı’nda bir buçuk milyon Fransız gencinin ölmesi ve doğum oranlarının gün geçtikçe düşmesi kadınların toplumda daha fazla ön plana çıkmasına neden olduğu gözleniyor. Örneğin ilk kadın taksi şoförüne, ilk kadın notere ve diğer meslek gruplarındaki kadın temsilcilere yine bu yıllarda rastlanıyor.
Fransız İşverenler Konfederasyonu başkanı bir kadın. Kadınların toplumdaki rolünün büyük ölçüde geleneklere bağlı. 1976 yılında itibaren kadın mevzuatıyla ilgili çalışmalara başlayan Fransa’da 2001 yılından sonra getirilen meslek eşitliği ilkeleri, büyük şirketlerde en az yılda bir defa eşitlik pazarlığının yapılmasını öngörüyor. Bu pazarlıkta rakamlara ve çeşitli pozisyonlardaki kadın erkek sayılarına bakılarak durum değerlendirmesi yapılıyor.
Çalışan sayısı 200’den fazla olan kurumlarda kurum komitesinin kadın sayısıyla ilgili önceden önlem alması şart. Sendikalardaki kadın sayısı da giderek artıyor. Yakın bir zamana kadar kadınların gece çalışmasını yasaklayan Fransa, bu uygulamayı kaldırdı. İşveren meslekler arası anlaşmalar yapıldı. Parlamento ücret konusunda adil davranılması için baskı mekanizması olma görevini üstlendi. Bütün bu uygulamalar sonucunda şu anda Fransa’da kadın çalışanların sayısı 12 milyon civarındayken, erkeklerin sayısı 14 milyon. Son birkaç yılda işgücüne katılan erkek sayısı bir milyonken, aynı zaman diliminde beş milyon kadın işgücüne katıldı. İş yaşamındaki kadınların sayısı sürekli artıyor. Üniversiteye gidenlerin yüzde 55’i kadın ve kadınların yüzde 50’lere yakın bir kısmı yüksek öğrenim mezunu.
Danimarka
OECD ülkeleri içinde kadınların işgücüne katılımının en yüksek olduğu ikinci ülke Danimarka. Aynı konuda Türkiye son sırada yer alıyor. Danimarka’da 30-40 yaş arasındaki nüfusta kadın ve erkeklerin istihdama katılımı arasında yüzde 2-3’lük bir fark var. Erkeklerin istihdamı yalnızca yüzde 2-3 oranında fazla. Kadınlar erkeklere göre daha uzun süre okula gidiyor. Yüksek öğrenim kurumlarında kadınların ağırlıkta olduğu görülüyor. Çünkü kadınların yüksek öğrenime katılım düzeyi ne kadar yüksek olursa istihdamı da o kadar yüksek oluyor. Kadınlar erkeklere göre daha fazla mezun oldukları alanda çalışıyor. Kadınlar mezun olduktan sonra genelde orta ve idari kademede görev alıyor. Erkekler daha çok üst kademelerde ya da vasıflı işçi olarak teknik mesleklerde (tesisatçı, elektrikçi gibi) rol alıyor. Erkeklerin üçte ikisi özel sektörde, kadınların üçte ikisi de kamuda çalışıyor.
Danimarka’da kadınlar için esnek çalışma yöntemleri oldukça yaygın. Tam gün çalışanlar haftada 37 saat çalışıyor. Ancak çalışma süreleri yıl içinde farklı şekillerde ayarlanabiliyor. Bir hafta 24, diğer hafta 36 ya da 40 saat çalışmak kadınların elinde. Önemli olan yıllık olarak düşünüldüğünde haftada 37 saate ulaşmak. Böylece kadınlar o haftaki yoğunluğuna ve programına göre çalışma saatlerini azaltabiliyor ya da artırabiliyor.
1950’lerde Danimarka’da doğum izni dört haftaydı. 1974’de 14 hafta oldu. Bugün 42 haftalık doğum izni var. Doğumdan önce kullanılan dört haftayla birlikte daha da uzayabiliyor. Bunun 28 haftası ücretli, 20 haftası ücretsiz izin olarak kullanılabiliyor. Bu süre babayla anne arasında paylaşılabiliyor. Yani erkekler de eşleri çalışmak isterse doğum izni alabiliyor. Erkekler ev işlerine aktif olarak katılıyor. Son 15 yılda kadınlar ve erkekler evdeki işlere daha fazla zaman harcıyor. Çünkü evle ilgili konular hobi olarak görülüyor.
Danimarka’da 2007 yılında Doğum Vakfı oluşturulacağı söyleniyor. Vakfın amacı, doğum izni alan çalışanların maliyetini, ekonomiye eşit yaymak. Devlet yuva ve kreşlerle ilgili önemli imkanlar sağlıyor. Çocuklar altı aylıktan başlayarak 12 yaşına kadar yuva ve benzer amaçlı bakım evlerinden yararlanabiliyor. Danimarka’daki üç ile beş yaş arasındaki çocukların yüzde 90’ı yuvaya gidiyor. Yuva masraflarının yarıya yakını devlet tarafından karşılanıyor.