Kahramanlarımız biz ve hayatlarımız

Hayatımız, kahramanlarımız ve kahramanlık öyküleri arasında gelip geçiyor. Kahramanlar 7’den 70’e herkesin. Bayılıyoruz, heyecanlanıyoruz, ihtiyaç duyuyoruz… Kahramanlara olan duygusal bağımız zaman zaman biraz artıp biraz ekisiliyor… Olsun… Yaş arttıkça, “Büyüdük artık ihtiyaç yok” desek de iyi ki varlar. Onları seviyoruz.

Dikkatinizi çekti mi bilmem, yakın bir zaman önce “Avrupa’nın En Kahramanları” seçildi. Kahramanlık her zaman kişilerde vücut bulmuyor. Zaman zaman kurumlar, organizasyonlar, birlikler de kahramanımız olabiliyor. Örneğin şu sıralar bizim için “en kahraman” Avrupa Birliği (AB). Yeni kahramanımızın kahramanları ilginç.  AB’yi çok tartıştığımız şu günlerde onların kahramanlarına bakışlarını tartışmak anlamlı olur diye düşünüyorum. Nasıl seçiyorlar, kime neye göre kahraman kahraman oluyor. Cinsiyetleri ne… Meslekleri var mı. Güzel ya da çirkin olmaları önemli mi… Çok mu zenginler, yoksa büyük bir zafere mi imza atmışlar.

Bizi yeni bir dönem bekliyor. Avrupalı kahramanların bir kısmını küçümseyebilir, bir kısmını hiç beğenmeyebilirsiniz. Ama onlarda görmenizi istediğim bir Avrupa kültürü var ki, eğer bu Topluluk içinde zaman geçireceksek ya bizim kafamıza vura vura öğretecekler ya da biz paşa paşa öğreneceğiz.

Yapılan bir araştırma sonunda, toplam 29 Avrupalı, Avrupalıların kahramanı olmuş.  Değişik ülkelerden, farklı geçmişlerden ve farklı geleceklere yol alan insanlar bunlar.

Neden küçümseyebilirsiniz dedim. Çünkü en büyük şirketler, en karlı şirketler, en etik şirketler gibi listeler içinde dönen hayatımızda kahramanlarımızın da ya Superman, ya Spiderman ya Batman olmasını bekliyoruz. Kahramanlar kadar, listeleri de seviyoruz. Birinci, ikinci, üçüncü… Pekiyi, iyi orta… En güzel, güzel…

İşte bu yazıyı yazmamın en önemli nedeni. Aralarda duranlar…

Kahramanlar listesini sevdiğimi itiraf etmek istiyorum. Bana başka konuları düşünme, kendi içimde değerlendirme fırsatı verdiği için mutluyum. Ben kahramanların  kahramanlık hikayelerini okudukça, sağlıklı toplumların bir sürü kahramana ihtiyaç  duyduğuna kanaat getirdim. Bu yüzden bu kahramanları ve onların hikayelerinin bir bölümünü sizlerle paylaşmak istedim.

Biz bu ülkede bir büyük kahramanla büyüdük; Atatürk. O, hayat görüşümüzü şekillendirdi. Şükran duyduk. Bazılarımız onun arkasına sığınmayı tercih etti, bazıları kendileri yapamadığı için kıskandı. Kim ne hissederse hissetsin, o büyük bir tarih çok büyük bir kahramanlık öyküsü oldu. Sorarım kendi kendime, acaba bu yüzden mi, daha başka daha büyük daha hararetli daha hareketli kahramanlık öyküleri çıkarmamıştır bu toplum… Sorarım kendi kendime acaba tek kahraman en büyük kahraman mı olmalı yoksa daha küçük kahramanlara da yer var mı… Bütün soruları kendime ayırmadım tabii… Daha iyi bir gelecek için nasıl kahramanlar yaratmalıyız sorusunu sormak istiyorum size de.

Karar verdim, daha küçük kahramanlarımız da olmalı. Toplulumumuzun en önemli eksiği kahramanlık hikayeleri. Geçmişin kahramanlarını okumak onlardan esinlenmek, öğrenmek çok güzel. Ama yaşarken, bugün ya da hemen yarın, günlük kahramanlarımızı oluşturmalıyız. Mütevazı kahramanlarımızı…

Ne dersiniz sıradan kahramanlar yaratabilir miyiz. Süperstar olmayan kahramanlar yaratabilir miyiz. Düştüğünde canı acıyan; sevindiğinde gülen; üzüldüğünde ağlayan  kahramanlarımız olabilir mi. Heykel gibi durmayan, insan gibi, bizim gibi…

Kahramanlığı halka indirmek gerektiğini düşünüyorum çünkü bu toplumun ister yönetim, ister insan kaynakları anlayışı deyin, en önemli eksiği halka yakın, içimizden kahramanlarının olmayışı, az oluşu, halkın kahraman olmaya teşvik edilememesi. Kahramanları halka indirebildiğimiz zaman daha yaratıcı, daha farklı, uzun lafın kısası değişik, kendince ve kendisi gibi bir toplum olacağımıza inancım sonsuz.

Biliyorum, kahramanlar son zamanlarda farklı dünyalardan çıkar oldu. Ben kahraman dedikçe, kahramanlık öykülerinden söz ettikçe, yüreğiniz pır pır ediyor… İçinize bir korku düşüyor. Biliyorum ve anlıyorum sizi… Beline silahını takan salınarak heybetle dolaşan, güçsüzün gözünün üstüne yumruğu koyan, devletin bittiği yerde ben başlarım diyenlerin dünyası da kahramanlık öyküleriyle dolu. Bizim toplum olarak böyle ucuz kahramanlara da kahramanlık öykülerine de ihtiyacımız yok.

Seçim yaparken dikkat ettiğim en önemli kriter kahramanlıklarını kendileri için değil, kahraman olmak adına değil, göz önüne çıkmak için değil, inandıkları için, öyle olması gerektiği için yapmışlar… Aralarından ünlü örnekler de seçtim çıkardım çünkü istedim ki ünlüler de ellerini taşın altına koysun ve belki de en önemli şey olan örnek olma durumunu topluma yaysınlar.

Jane Goodall

70 yaşında bir İngiliz. Dünyanın en tanınmış doğa bilimcilerinden biri. Uzmanlık alanı şempanzeler. Tam 44 yıldır onların üzerinde çalışıyor, balta girmemiş ormanlarda yaşıyor. Son zamanlarda sağlığı iyi değil. Örneğin, gözlerinde bundan bir süre önce ortaya çıkan hastalık onu bir türlü rahat bırakmıyor.

Goodall 8 yaşında hayalini kurduğu hayatı 70 yaşında da sürdürmeyi başarmış biri. Bunun için kahraman seçilmiş değil ama… Hayalleri 1960 yılında Tanzanya’nın Gombe Ulusal Parkı’nda şempanzeleri izlemek üzere yakaladığı fırsatla kendi ekseni etrafında dönmeye başlamış.  Sanırım o gün bugundür dönüp duruyor.

Goodall sayesinde bugun şempanzeile insan DNA’sının neredeyse yüzde 95 oranında benzeştiğini biliyoruz. İğneyle kuyu kazmak benzeri geçen aslında çoğumuz için ürkütücü bir hayat. Ama bilimin ve doğal hayatın kapılarını oturduğumuz yerde bizim için aralayan bir hayat.

Goodall 1977 yılında kendi adını taşıyan bir enstitü kurdu. Amacı küçük çocuklara doğayı anlatmak, sevdirmek ve tanıtmak. Böyle olduğunda yaşanabilir bir hayatı yakalayabileceğimize inanıyor. Biz doğa için bir şey yapmasak da o bizim için yıllardır çabalıyor.

Simona’lar…

Hepimiz tanıdık onları. Irak’ta kaçırılan iki Simona… Biri Simona Pari, diğeri Simona Torretta… Hunharca öldürüldüklerine inanmıştık ki, günler sonra onların gülümseyen yüzlerini tv, gazete ve dergilerde görünce şaşırdık. İnsanın “ne işiniz vardı kızım” demek geliyor içinden. Pek çoğumuzun cesaret edemeyeceği bir yaşam şekli. Bu iki çılgın kızın çılgınca benzerlikleri var. Yardımseverler, korkusuzlar, 29 yaşındalar, şirinler, birlikte kaçırıldılar birlikte salıverildiler, “yine gideriz” diyorlar… Irak’ta tam olarak ne aradıklarına gelince, gönüllüler. Bu ülkeye okul inşa etmeye, öğretmen yetiştirmeye, susuz bölgelere su götürmeye, halka ilaç dağıtmaya gitmişler. Bir bit yeniği aramayın lütfen. Biliyor musunuz dünyada böyle pek çok insan var. Kendisinden başkalarına yardım etmekten hoşlanan, bunu bir çıkar uğruna değil, bir yaşam şekli olarak benimseyenler de var… Bu iki genç kadının bir milyon dolar verilerek salıverildikleri söylendi. Bu kadar büyük para ettikleri için kahraman olmadılar. Kaçırıldıkları için de kahramanlar listesine seçilmediler. Aslına bakarsanız kaçırılmasalar kimse onları tanımayacaktı. Onlar gibi pek çok isimsiz kahraman var. Uzun zamandır dünyanın değişik yerlerinde ihtiyacı olan insanlara yardım eli uzatmak için çalışıyorlar. Simonalardan bir tanesi bundan önce Afgananistandaydı. Orada yardıma muhtaç çocukları korumak için çalışıyordu. Diğeri 5 yıldır Irak’ta İtalyan yardım kuruluşunda çalışıyor.

Hasan Saltık

Kahramanlar arasında bir de Türk var; Hasan Saltık. Ne ayıp bize değil mi çoğumuz Hasan Saltık adını duymamıştık. Duymuş olanlarımız ona bu payeyi vermekte ne kadar da kıskanç davrandı değil mi. Saltık, etnik müzik uzmanı, bir antropolog. Yerel sesleri bizim için saklayan biri o. Bu kadar masum cümleler onu geçmiş yaşamında  beladan kurtarmamış. Siyasi bir yanı var. O nedenle hayatı kolay geçmemiş. Unkapanı’nda toplam 600 dolarla başladığı serüvenin sonunda bugün onu Avrupa kahraman olarak kabul ediyor. Çünkü o müziği, sesleri koruyor. Buarada unutmadan 600 dolarını yılda ortalama 3 milyon dolar kazanan bir işe çevirmiş olması da  azımsanacak bir başarı değil.

Sabriye Tenberken,

Sabriye, 12 yaşında görme yeteneğini kaybetmiş bir Alman. Sabriye Tibetolog. Onun Türk olduğunu düşünebilirsiniz. Adı Türk. Üniversiteyi Türkiye’de okuyan annesi sabırlı olsun diye kızına Sabriye ismini koymuş. Sabriye’yi ben Dünya Ekonomik Forumu’nda tanıdım. Sessiz, dokunsanız kırılacak bir görüntüsü var. Kısaca anlatacaklarım öyle olmadığını ortaya koyacak. Sabriye Tibet üzerine uzmanlaşmak isteyince en önemli engelle karşılaşmış. Bu dile uyarlanmış bir körler alfabesi yokmuş. Sabriye geliştirmiş. Sonra da Tibet’te yerli halka öğretmek için yollara düşmüş. At sırtında, soğukta, aç, susuz ve görme engelli… Tibet’te körlük dünya ortalamasının çok üzerinde. Yüksek rakım ve güneşe maruz kalmak her 70 kişiden birinin görme yeteneğini kaybetmesine neden oluyor. Yerel halk görme engelinin bu kişilere verilmiş bir ceza olduğuna inanıyor. Kör oldukları için yıllar boyunca bir yatağa bağlanmış küçük çocuklara rastlamak sıradan olaylar arasında. Sabriye’nin sabrıyla annesini yanıltmadığı ortada. Tibet’te karşılaştığı önyargı, bürokrasi gibi pek çok zorluğu aşarak bu ülkede görme engelli çocuklar icin yatılı bir okul açmayı başarmış.

Emma Thompson ve Stefi Graf

İki kez Oscar ödülü aldı. Dünyanın en yetenekli aktristlerinden biri olarak kabul görüyor. Emma Thompson… 2001 yılından bu yana merkezi Londra’da bulunan Action Aid adlı bir örgütün iyiniyet elçisi sıfatını taşıyor. Action Aid’in hedefi fakirlikle mücadele. Thompson’ın özel olarak üzerinde çalıştığı proje ise HIV virüsü bulaşmış çaresiz Afrikalı kadınlar. Thompson film çevirmeye gelen projeleri değerlendirmeye devam ediyor ancak aktif olarak bu yardım örgütünde çalışmalarını sürdürüyor.

Gelmiş geçmiş en iyi kadın tenisçiydi. Beş yıl önce profesyonel hayata veda etti. Ama tenisi bırakmadı. Artık iki çocuklu bir anne. Ama yüzlerce başka çocuğa da annelik yapıyor. Özellikle de savaş maduru çocuklara. Bir çocuk bir çocuktur, kurtarmak gerek ilkesiyle hareket ediyor.

Şempanzenlerin hayatını gözlemlemek, onları korumak için bir ömür tüketti. Az kalsın ihtiyacı olanlara yardım ettiği için kafası kesilip öldürülecekti. Etnik müziğe gönül verdi, korumak için türlü zorluğa göğüs gerdi. Kendisi görmek engelliydi ama Tibet’teki görme engellilerin daha şanssız olduğuna karar verdi. Onların için çalışıyor.  Aldığı Oscar ödüllerinde aradığı her şeyi bulamayıp kendisini Afrika’daki AIDS kurbanlarına adadı… Tenisi bırakma zamanı geldiğinde, en iyi bildiği sporu şanssız küçük çocukların hayatını değiştirmek için kullanmaya karar verdi.

Bu nasıl bir çılgınlıktır sizce. Sizi duyamıyorum, ben yanıt vereyim, bu güzel bir çılgınlık. Bizim en büyük kahramanımız Atatürk’ün de muhteşem bir çılgın olduğunu bu yüzden kahraman olduğunu düşünüyorum. Tarih ve kader herkese aynı şekilde davranmıyor. O çok büyük çünkü yoktan bir ülke ve bir halk yarattı. Ama kim Tibet’teki kör çocukların kurtuluşunu küçümseyebilir ki… Her gün de yeni bir ülke, halkına farklı bir kimlik yaratamazsınız ki, küçük kahramanlıklar, bölgesel kahramanlıklar da müthiş şeyler.

Büyük olayların büyük kahramı olmayı bekleyerek ömür tüketmek yerine, küçük kahramanlıklarla az sayıda insanın hayatına müthiş değişiklikler getirmek fikrine ne dersiniz. Şu deniz yıldızları hikayesini anımsamak ister misiniz. Bir tanesini hayata döndürmek bile kardır.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir