Yaprak Özer: Polisiye türündeki eserlerinizle ün saldınız. Bu arada şiir ve masal kitabınız olduğunu anımsatmalıyım. En çok okunan ve çok kazanan yazarlardan birisiniz. Bu cümleyi kurmak bile güzel diye düşünüyorum.
Ahmet Ümit: Teşekkür ederim, bence de öyle.
Yaprak Özer: Çok kazanan yazarlar, 20 kişilik bir liste. İlk 5’e göz atacak olursak, Hanefi Avcı, siz, Elif Şafak, Turgut Özakman, Ayşe Kulin’i görüyoruz. Nasıl bir duygu?
Ahmet Ümit: İyi bir duygu. Keşke 20 kişilik liste çok daha fazla olsa, keşke o rakamlar çok daha artsa… Çünkü Türkiye, 73 milyonun yaşadığı bir ülke… Benim kitaplarım 300-350 bin civarında satıyor. Çok komik bir rakam. Bir yılda 300-350 bin kitap satıyorsunuz ve Türkiye de en çok satan yazarlar arasında 2. sıraya giriyorsunuz. 73 milyonluk bir ülkede bu rakamların 10 milyon falan olması lazım ki bu ülke gerçekten okuyor diyelim. Tabii bu durum ekonomiyle, demokrasiyle ve ülkemizin gelişmesiyle de ilgili… Keşke öyle olabilse! Fakat bugünleri görmek bile iyi bir şey.
Yaprak Özer: Neden okumuyoruz?
Ahmet Ümit: Maalesef, okumamaktan gurur duyuyoruz. Böyle enteresan bir milletiz. İnsan utanır yani okumadığı için… Ben bir sürü insan tanıyorum, bunlar ilkokul, lise mezunu değil… Film yönetmenleri, politikacılar… “Ben kitap okumam” diyor! “Kitap nedir ki” diyen insanlar var. Bu da bir cehalet belirtisidir. Cahilliğini açık bir şekilde dile getiriyor.
Yaprak Özer: Okumam, yaşarım gibi bir eda bu yani…
Ahmet Ümit: Hayır okumam, seyrederim diyor. Görsel olarak seyrederim o görsellik onu mahkum ediyor tabii. Görselliğe karşı olduğumdan değil, çağın gerekleri neyse o, ama okumanın verdiği, edebiyatın verdiği hiçbir şeyi görsellik veremez, alakası yoktur. Edebiyatın zenginliği, size verdiği, sizin imgelerinizle, sizin hayal gücünüzle canlandırdığınız şeyi asla görsel veremez çünkü görsel, edebiyata göre daha otokratik, daha tutucudur daha totaliterdir çünkü gösterir. “Budur” der, oysa edebiyat canlandırır. Sizin hayal gücünüzü ortaya çıkartır. O açıdan önemli. Niye okumuyoruz? Çünkü öyle bir geleneğimiz yok. Bu geleneğin başlatılması lazım…
Yaprak Özer: Nasıl olacak bu?
Ahmet Ümit: Nasıl ki çocuğumuza süt, ekmek, peynir alıyorsak zorunlu tüketilmesi gereken maddeler varsa, kitap da zorunlu madde olmalı. Masalla başlayın, çizgi romanla başlayın örneğin… Sonrasında hikayeler, romanlar… Edebiyat, tüketilmesi zorunlu bir kültürel madde olmalı. Bu şart olmalı, ailede başlamalı. Okullarda önemli gelişmeler var. Özel okullarda olsun, devlet okullarında olsun, ilköğretim okulları ve liselerde öğretmenlerin çok büyük çabası var. Bu yönde olumlu adımlar atılıyor.Bizzat ben gözlüyorum.Türkiye’nin her yerini dolaştım ben; Malatya’da konuştum, Gaziantep’te, Adana’da konuştum, her yerde görebiliyorum ama bu yeterli değil, bu bir seferberlik.
Yaprak Özer: Kilit faktör kadınlar mı?
Ahmet Ümit: Aynen böyle, kadınlar daha çok okuyor, kadınlar daha yoğun bir şekilde…
Yaprak Özer: Sizin kitaplarınızı da kadınlar daha çok okuyormuş…
Ahmet Ümit: Aynen öyle çok okuyor,çok…
Yaprak Özer:Kadın ve polisiye, kadın ve cinayet nedir bu, nasıl bir ilişki?
Ahmet Ümit: Çok yakın birbirine inanılmaz.
Yaprak Özer: Neden, nesi yakındır? Kadınlar daha naif, daha hassas, daha ince…
Ahmet Ümit: Polisiye dediğimiz, birisinin kafasını kesmek değildir. Polisiye dediğimiz şey, gizlide gizlenmiş ayrıntıyı bulmaktır. Şimdi erkek ve kadınların düşünce yapısına baktığımızda belirgin bir fark görüyoruz. O da şudur, kadın ayrıntıları okur, detaylar onu çok ilgilendirir. Erkek bakar “burası orman” der; kadın ise, “işte bu ardıç ağacı, bu ceviz ağacı, bu fındık falan…” der.
Yaprak Özer: Polisiye yazan kadın çok yok galiba…
Ahmet Ümit: Var çok var. En az erkek yazarlar kadar polisiyeci kadın yazarlar da var. Kadın çok uygundur. Bir de tutkudur… Yani aşkla cinayet aslında birbirine çok benzer. İnsanlar bunun farkında değil. Aşk yaşamı sıradanlıktan kurtarır, cinayet ölümü sıradanlıktan kurtarır.
Yaprak Özer: O zaman biz kadınları birazcık toparlayabilirsek, kitap okumayı temel ihtiyaç maddeleri listesinde ön sıralara taşımak işten bile değil… Sözlerinize destek vermek için bir kaç bilgi paylaşmak istiyorum. Kitap Türkiye de ihtiyaç maddeleri listesi sıralamasında 235.sırada… Türkiye’ de günde en az ortalama 5 saat televizyon seyrediyoruz, kitap okumaya yılda sadece 6 saat ayırıyormuşuz.
Ahmet Ümit: Maalesef. Bu korkunç bir tablo. Ben başka bir şey daha söyleyeceğim. Bir yandan durum bu, diğer yandan yazarlar yani Türkiye’de en fazla tanınan, kitapları okunan yazarlar, kitapları çok satıldığı için bir kıskançlıkla karşılaşırlar.Bu korkunç bir şey… Nefret edilebilirsiniz yani! Halbuki hepimizin sevinmesi lazım yani daha çok kitap okunması lazım. Dediğim gibi bu sadece kitap okuma değildir, bu kültürümüzün gelişmesidir, toplumumuzun gelişmesiyle ilgilidir.Keşke çok daha fazla yazar, 100 yazar kazansa, 1000 yazar kazansa.
Yaprak Özer: Başarınızın sırrı ne? Bir formülü var mı? Yani günde üç öğün yemeklerden sonra alınca oluyor gibi.. .
Ahmet Ümit: Böyle bir şey yok.
Yaprak Özer: Size gökten bir vahiy iner, yazar mısınız?
Ahmet Ümit: Yok hayır öyle değil.
Yaprak Özer: İlham gelir, hemen bir yere kapanır mısınız?Nedir?
Ahmet Ümit: İlk yazarken, şiir ve öyküleri yazarken ben, bundan 30 yıl önce…Esin geliyordu. Esin diye bir hanım vardı. Şimdi yaşlandım mı ne gelmiyor. Öyle bir şey yok aslında bunu kendiniz bulmanız gerekiyor. Sonra romancılık özellikle, tabi şiir yazmak da çok zordur, hikayecilik de çok zordur. Ben romancı olduğum için özellikle onu söyledim, çok zor bir şeydir. Ağır bir maden işçiliği gibidir. Önce konuyu bulacaksınız, onun üzerine günlerce, belki yıllarca çalışacaksınız, sonra kurguyu oluşturacaksınız, sonra her gün büyük bir disiplinle kalkıp yazının başına oturacaksınız ve yazacaksınız.Yazı masanızdan kalktığınızda bile aklınızda hep roman yaşayacak, hep o kahramanlarla beraber siz bir yolculuk içerisinde, bir atmosferin içerisinde yaşayacaksınız. Arada karınız diyecek ki, ’’Saçımı kestirdim görmüyor musun?’’ Torununuz diyecek ki, ’’Dede hadi oynamaya gidelim.’’ Böyle bir süreçtir yazmak, ağır bir şeydir.
Yaprak Özer: Biz sizi bugün çalışma masanızdan kaldırdık değil mi?,
Ahmet Ümit: Evet masadan kalkıp geldim.
Yaprak Özer: Aklınız orada tahmin ediyorum.
Ahmet Ümit: Sıcak bir hava var ya bugün, benim romanımda karlı bir İstanbul’dayız biz. Ben karlı bir İstanbul’dan kalktım geldim.
Yaprak Özer: Günde kaç saat çalışırsınız? Var mıdır bunun saati? Aslında kaptırıp gidiyorsunuz anladığım kadarıyla.
Ahmet Ümit: Evet. Başlarda en az 4 saat yazı masasının başında, ama bu yazma sonra okuma yani bu bir yandan da okunuyor çünkü yazdığım şeyler benim bir takım bilgilere, tarihi bilgilere, kaynaklara dayandığı için okumak zorundayım, yani kendi ruhsal halimi anlatmıyorum, kendi yaşadığım deneyimlerimi, duygusal hallerimi, acılarımı, sevinçlerimi anlatmıyorum. Anlatıyorum, ama kendi kahramanlarımın üzerinden. O yüzden yoğun çalışma yapmam gerekiyor. Bu yazma süreci bitince, derhal okuma süreci başlar, yahut film izleme yahut eğer romanda anlattığım yerler hala duruyorsa örneğin, Topkapı Sarayı gibi, gidip oraları gezmek, kaynaklar varsa, kaynakları incelemek, kütüphaneye gitmek gerekir.
Yaprak Özer: Romanlarınızda mekanlar çok önemli. O mekanları yerinde araştırarak ,gerekirse farklı coğrafyalara giderek,gazeteci gibi röportaj yapmanız gerekiyor olmalı…
Ahmet Ümit: Gayet tabi aynen öyle, tıpkı gazeteci gibi mesela Konya’ya gitmiştim. İnsanlarla konuştum, yemeklerini yedim çünkü anlamak zorundayım… Konya’yı, Mevlana türbesini, Şems’in türbesini gezdim inceledim… Konyalı nasıl düşünür, nasıl konuşur gibi yaklaşıyorum. Hangi romanımı anlatıyorsam ona göre çalışma yapıyorum.
Yaprak Özer: Kurgusalla gerçek arasına geçişler yapıyorsunuz. Gerçekleri araştırırken çapraz söyleşiler mi yapıyorsunuz? Nasıl sınıyorsunuz gerçeklerin gerçek olduğunu?
Ahmet Ümit: Mesela şuan yazdığım roman tarihçilerle ilgili bir roman,bir tarih romanı değil tarihçilerle ilgili bir roman. O zaman şunu okumaya başlıyorum.Tarih nedir, önce bunu kavramam lazım… Tarihe nasıl bakmak lazım. O konuda yazılmış ne kadar teori varsa aşağı yukarı hepsini okuyorum. Türkiye de nasıl bir tarihçi profili olabilir bunları okuyorum ve tarihçilerin biyografilerini okuyorum, böylece kendi karakterimi yaratırken ipucu topluyorum. Yani bizim tarihçi nerede okumuştur; Örneğin Halil İnalcık Chicago üniversitesinde çalışmış mesela başka bir tarihçimiz nerede bulunmuş… O nasıl bakar hayata? Bir kişiyi değil, pek çok kişiyi okuyorum. Onlardan bilgiler ediniyorum sonra o bilgilerden tiplerimi ve hikayemi yaratıyorum.
Yaprak Özer: Ne kadar sürer sizin bir romanı baştan sona tamamlamanız?
Ahmet Ümit: Bazı roman 3 yıl, bazı roman 10 yıl sürdü… Ama esas olarak 2 yıl gibi bir süreçten söz edebiliriz. Bir yıl yoğun bir araştırmadır. Bütün kitapların toplanmasıdır, gezilecek yerlerin görülmesidir sonra 1 yılın sonunda yazmaya başlanır.
Yaprak Özer: Ciddi harcama yapıyorsunuz aslında.
Ahmet Ümit: Tabi…
Yaprak Özer: Başka bir iş yapar mısınız?
Ahmet Ümit: Hayır, artık yapmıyorum. 2000 yılından beri yapmıyorum ama şimdi ben ancak geçimimi sürdürebilecek parayı kazanıyorum. Önce sevgili eşim çalışıyor bana yardım ediyordu. Sen yaz diyordu, ben çalışayım aylık gideri kazanayım diyordu…
Yaprak Özer: Size yatırım yapıyordu.
Ahmet Ümit: Evet, fena bir yatırım değilmişim.
Yaprak Özer: Fena bir yatırım değilmişsiniz doğru söylüyorsunuz. Peki siz şimdi böyle harcarken, ederken, araştırırken bunlar çok aslında zamanında bir maliyeti olduğunu biz hiçbir zaman, zaman aklımıza getirmeyiz ama.Teknoloji sizi birazcık rayından çıkartıyor mu? Teknoloji doludizgin ilerliyor. Sokaktaki adam,ya polis gibi davranıyor ya siyasetçi gibi.
Ahmet Ümit: Evet,doğru,doğru
Yaprak Özer: Onlarla nasıl yarışıyorsunuz?
Ahmet Ümit: Teknolojiyi kullanmayı çok seviyorum,eğer doğru kullanırsanız teknoloji de sizi esir almazsa, siz onun efendisi olursanız çok yararlı. Pek çok bilgiye ulaşmak, pek çok kaynağa ulaşmak artık çok kolay. Bir sarayın 360 derece resmini görebiliyorsunuz, bir kalenin gitmeseniz bile görebiliyorsunuz, yahut o bilgiler güvenilir olmasa bile o bilgileri kitapla sınayarak doğruluğunu kanıtlaya biliyorsunuz o yüzden teknolojiyi seviyorum ve yoğun bir şekilde kullandığımı söyleyebilirim ama insan dediğimiz varlık hangi tarih olursa aynı. Temel yapı çok değişmiyor. Duygularımız, düşüncemiz, nefret, içimizdeki iyilik, kötülük, yıkıcılık hep aynı. O yüzden insan anlatırken esas olarak iyi gözlemci olma, çözümleme yeteneğine sahip olmak biraz tabi psikolojik olarak anlayabilmek, o bilgiye vakıf olmak yeterli olabilir.
Yaprak Özer: Peki siz nasıl başladınız?
Ahmet Ümit: Yazdığım şey polisiyeymiş.Ben polisiye yazayım diye başlamadım.Bir hikaye yazdım, meğer polisiyeymiş.
Yaprak Özer: Meğerse nasıl yazmışsınız onu?
Ahmet Ümit: Çünkü daha önceki hayatım gerilimlerle doluydu. İşte 12 eylül öncesi dönemi… 12 eylül dönemi yani yoğun politik bir sürecin içerisinde yer alıyordum. Diktatörlük vardı. Şimdi herkes karşı ya Kenan Evren’e diktatörlüğe o zaman bu iş biraz zordu, ama biz karşıydık. Arkadaşlarımla beraber… Bir kısmı arkadaşlarımızın hapishanede çürüdü, işkence gördü, öldürüldü. Ben şanslıydım yakalanmadım. O diktatörlüğe karşı mücadele ederken, çok hareketli, gerilimlerle dolu bir hayat… Ortalarda dolaşamazsınız. Polis gibi düşünüyorsunuz. Yakalanmamak için bir polis nasıl düşünür? Sizi ele geçirmeye nasıl çalışır? Bunların hepsi giderek sizde tabi polisiye bir mantık geliştiriyor.
Yaprak Özer:Bir gün böyle bir şey olacağını hayal etmemiştiniz herhalde.
Ahmet Ümit: Asla aklımın ucundan bile geçmezdi.
Yaprak Özer: Çünkü sizin bu siyası sol görüş 14 yaş gibi çok genç bir yaşta başlamış.
Ahmet Ümit: 14 yaş çok genç,o zaman rüzgar zamanın ruhu solcuydu o gün,bugün zamanın ruhu başka bir şey dikkat ederseniz. Değişiyor zamanın ruhu. Polisiye yazarı olmak,mümkün değil aklımdan geçmezdi.
Yaprak Özer: Siz az sayıda Moskova’da eğitim gören kişilerden birisiniz değil mi?
Ahmet Ümit: Tabi, o da başlı başına bir polisiye olayıdır.
Yaprak Özer: Ama oradan dönüşte de şiir yazmaya karar vermişsiniz.
Ahmet Ümit: Şimdi şöyle düşünmek lazım bir politik örgütle mücadele veren dünyayı dönüştürebilmenin, sol bir düşünceyle olduğuna inanan genç bir adam; 14 yaşında… Moskova’ya gittiğimde 24 yaşındayım yani aradan 11 yıl geçmiş ama dolu dolu 11 yıl… Lenin’in bir lafı vardır. ’’Devrim günlerinde 1 yıl 100 yıl değerindedir.’’ Gibi yani öyle bir 10 yıldan söz ediyoruz çok yaşlanıyorsunuz aslında…
Yaprak Özer: Bu ruh yorgunluğuyla mı bırakıyorum dediniz bir gün.
Ahmet Ümit: Yok bırakmak değil, bırakmak yok. Yazar olarak karar vermek var .Ben orada yazar olmaya karar verdim. Çünkü şöyle, onda şöyle ben o örgütün ve yapının içerisin de birilerinin kolektifte de olsa bir yapının aldığı kararları uyguluyordum.Yani insanlık hakkında, dünya hakkında onların bakış açıları, onların değerleri, onların tasavvur ettiklerini uyguluyordum ve bunu kolektif bir yapı olarak görüyordum. Bunların yanlış olduğunu gördüm o zaman kendi sözlerimi, kendi değerlerimi, kendi tasavvurlarımı insanlarla paylaşabilirim dedim hayata dair. Bunu yazabilmek için bir yetenek var.
Yaprak Özer: Ve yazmaya başladınız.
Ahmet Ümit: Zaten yazmaya başlamıştım. Orada yazar olmaya karar verdim.Yazar olmaya karar vermekle yazmak aynı şey değil. Bazı insanlar buna karar verebilir ve size daha tuhaf bir şey söyleyeyim. Ben ancak geçen yıl falan yazar olduğumu hissettim,
Yaprak Özer:Neden?
Ahmet Ümit: Bilemiyorum o başka bir şey.
Yaprak Özer: Kazanmaya başlayınca…
Ahmet Ümit: Para ile ilgisi yok. Yazar gibi olmak bilmiyorum başka bir şey. Oturup bir gün ben yazar olacağım diye düşünmediğim için, bir gün birden bire aa ben yazarım diye hissettim. Enteresan bir şeydir mesela baba olmak gibi… Erkekler baba olmayı çok sonra hissederler kadın gibi değil. Bu da böyle bir şey.Geçen yıl gerçekten bir gün otururken böyle hissettim; ben yazarım ya…
Yaprak Özer: Sizi okur gibi dinliyorum şu anda.
Ahmet Ümit: Evet yani başka bir şey çünkü şuna inanıyorum aslında hani vardır ya insanların mesleği en önemli şey değildir bence. Bazı insanlar için bu önemlidir. Yazmazsam çıldırırım, ölürüm bunu samimi olarak söyleyenler var, fiyaka olsun diye söyleyenler var… Ben yazmazsam çıldırmam açık söyleyeyim. Hayat çok güzel ve bir tane… Ve bir daha olmayacak, tekrarı yok o yüzden yazmak çok sevdiğim bir iş, bu işi yapmayı çok isterim ve devam etmek isterim ama yazamazsam da ne olacak başka bir iş yaparım ya.
Yaprak Özer: Ama siz dolu,dolu bir macerayı yaşıyorsunuz ve kafanızda kurguluyorsunuz öyle başka türlü bir şey değil… Sonra onu birilerine bırakıyorsunuz, sonra yeni maceraya geçiyorsunuz. Aslında siz bambaşka hayatlar yaşıyorsunuz. Merak ediyorum o karakterlerden sıyrılabiliyor musunuz?
Ahmet Ümit: Tabi.
Yaprak Özer:Yoksa,o karakterlerin sizi esir aldığı olmaz mı hiç
Ahmet Ümit: Hayır.
Yaprak Özer:İnsan bir film seyreder mesela etkisi altında kalır.
Ahmet Ümit: Şimdi şöyle zaten o bitmiyor 1 yıl yada 2 yıl kitap boyunca benimle beraberler o arkadaşlar…
Yaprak Özer: Bugün aklınızda var mı bir karakter mesela.
Ahmet Ümit: Var romandaki karakter Müştak benle devam ediyor.İnanılmaz bir adam.
Yaprak Özer: Aramızda yani.
Ahmet Ümit: Tabi ama o benim bir parçam. Bakın bu kadar çok karakter yaratmanın ve böyle romanlar yazmanın insan ruhu üzerine çok olumlu iyi bir etkisi vardır.
Yaprak Özer:Nasıl bir şey bu?
Ahmet Ümit: Şöyle kendinizden çıkıyorsunuz.Uzaktan mesela Müştak’ın gözüyle Ahmet Ümit’e bakmayı deniyorum ben, işte Ahmet Ümit Müştak’ı yaratıyor ya… Müştak’ın gözüyle baktığım zaman Ahmet Ümit’in şahane bir hayatı var çok güzel olan. Tabi hiçbir sorunu yok. Çok iyi bir şeydir yani romanlarda o yüzden terapi edicidir çünkü kendinizden kaçarsınız. Kendinizle çok uğraşırsanız bakın hasta olursunuz.Ruhunuz hasta olur.
Yaprak Özer:Ama siz bu dengeyi iyi bulanlardan birisisiniz. Dizi yaptınız mı hiç?
Ahmet Ümit: İki dizimiz var.
Yaprak Özer:İyi para kazandırır mı?
Ahmet Ümit: Dizi iyi para kazandırır.Kitaplardan daha fazla para kazandırır çünkü dizi başına aşağı,yukarı eğer iyi bir senaryo yazarıysanız, ortalama 20 bin lira para alınır. Haftada 20 bin lira… Ben dizi yapmıyorum. Dizilerden mutlu değilim,yapılan dizileri de çok sevmiyorum, bana kızmasınlar.
Yaprak Özer:Ama halk seviyor.
Ahmet Ümit: Halk sever.Halkla ben aynı değilim ki yani öyle olsaydı roman yazmazdım. Saygı duyuyorum küçümsediğim için değil yani. Ben memnunum.Kendi okurlarımdan çok mutluyum, çok iyi bir okur kitlesi var,çok araştıran, eleştiren, yanlışlarımı yazan çok iyi bir okur kitlesi, o okur kitlesi bana yetiyor yani bu benim için yeterli. Önemli olan bakın asıl mesele mutlu olmaktır. Bu mutluğu kaybettiğim an yazmam. Ben para için yazmıyorum, ün için, şöhret için yazmıyorum.Mutlu olmak için yazıyorum. Bunu kaybettiğim an mutlu olmadığım an para insanı mutsuz edebilir. Ve büyük oranda mutsuz eder,başarı insanı mutsuz edebilir ve büyük oranda mutsuz eder. Eğer siz genel bir dünya anlayışında değilseniz,kendinizi bilmiyorsanız başarı ve para korkunçtur.
Yaprak Özer: Yazarlığa adım atmak isteyen arkadaşlara yön gösterecek bir şeyler söylemek ister misiniz?
Ahmet Ümit: Yazarlıkta,sanatçılıkta,sanatın kendine bir formülü yok.Tam tersine formülsüzlük var.Yani iyi sanat var olan klişeleri kırarak yeni bir şey yaratmaktır.O yüzden klişeleri kırmalarını öneririm,onlara önere bileceğim bir tek öğüdüm var.Ben onu yaptım,inatçı olmaları çünkü bir sürü insan diyecek ki işte durum belli şimdi belki biraz çekici hale gelmiştir.’’Yazar olup ne yapacaksın başka bir şey ol’’seviyorlarsa, mutlu olmak istiyorlarsa,yazarken mutlu oluyorlarsa daha doğrusu,yazmaya devam etsinler para kazanmak için asla yazar olmaya çalışmasınlar mutsuz olurlar,ün ve şöhret için yazar olmaya çalışmasınlar mutsuz olurlar bunlar ters şeylerdir,dengesiz şeylerdir.Paradoks gibi gelebilir ama buraya geldikten sonra daha rahat konuşuyorsun Ahmet Ümit de denilebilir ama bu söylediğim gerçektir.