Kariyer Rehberi’nin konuğu mimar Emre Arolat oldu. Ödülleri bol mimar. Son olarak Ağa Han ödülüyle gündeme çıktı. Zaten Zorlu Center projesiyle sürekli gündemde.
Yaprak Özer: Bugüne kadar aldığınız ödüllerin listesini yapmaya çalıştım. Baktım bazılarından 2 hatta 3 kez almışışsınız. Kaç ödül aldığınızı biliyor musunuz?
Emre Arolat: Bilmiyorum açıkçası, 50 ila 100 arasıdır sanıyorum.
Yaprak Özer: 50 ila 100 arası, bütün mimarlık ödüllerini siz mi alıyorsunuz?
Emre Arolat: Yok hayır, çok ödül var dünyada herhalde, bir kısmını da bize veriyorlar.
Yaprak Özer: 2010’da 18 adet ödül almışsınız.
Emre Arolat: Doğru.
Yaprak Özer: Peki, bu ödüllü projeler başka projelere yer bırakmıyorlardır.
Emre Arolat: Aslında bizim ödüllerle şöyle bir ilgimiz yok; bu projeler yapılıyor ve ödülle ilgisi olmayan bir şekilde yapılıyor. Nihayetinde bittikten sonra birileri onları fark edip ödül veriyorlar. Yoksa biz ödül almak üzere çalışmıyoruz ya da ödül alalım diye yaşamıyoruz. Pek kolay bir şey olmazdı o zaman.
Yaprak Özer: Ulaşılmaz kılmıyor mu sizi bu ödüller bir yandan da? Siz piyasayı da korkutuyorsunuzdur, size yaklaşamıyorlardır. Bu kadar ödül yüzünden bütçelerinizin fırlayacağını düşünüyor olabilirler.
Emre Arolat: Bu kısmen doğru. Ama bunun ne kadar gerçekçi olduğundan çok emin değilim. Çünkü biz kimseye ödül almış bir mimarın pozuyla veya durumuyla yaklaşmak yöneliminde değiliz. Ben kişisel olarak öyle biri değilim zaten. Ama şunu çok iyi biliyorum bizim hiç çalışmadığımız insanlar ilk defa büroya geldiklerinde hep bundan bahsediyorlar işte siz biraz sertmişsiniz, hep kendi bildiğinizi yaparmışsınız gibi.
Yaprak Özer: Öyle değil misiniz?
Emre Arolat: Bunu müşterilere sormak lazım, ben o fikirde değilim açıkçası.
Yaprak Özer: AĞA Han mimarlık ödülü, en itibarlı ya da en tanınmış ödüllerden bir tanesi. Siz üstelik bu ödülü 1 ay önce bir fabrika çalışmanızla aldınız. AĞA Han daha çok İslam dünyası, eşitlik, ayrımcılığın yapılmaması gibi kriterler gözetilerek veriliyon. Sizin projeniz kritere oturuyordunuz?
Emre Arolat: Edirne’deki İpekyol fabrikası bir tekstil fabrikası. Türkiye’de veya benzer coğrafyalarda bu üretim 2. Sınıf muamele gören üretim yerinin çok fazla mimarileştirilmediği, çok pragmatik bir şekilde dört duvarının ve çatısının kapanıp içine makinelerin aynı makineler gibi insanların sokulduğu ve çalıştırıldığı yerler. İpekyol’un sahibi Yalçın Ayaydın, bana gelip “bu fabrikayı yapar mısın” dediğinde, “yaparım, ama bir cezaevi daha yapamam, farklı bir şey yapmamı istiyorsan o zaman ben varım” demiştim. O da buna çok inanıyordu, zaten bunun için geldiğini söylemişti. O anlamda doğal ışık, doğal havalandırma gibi bir fabrikanın üretim holünde pek de önemsenmeyen şeylerin çok önemsendiği böyle bir yapı elde ettik.
Yaprak Özer: Ödülü alırken gerekçelerden bir tanesi ticari kaygıya da yer vermeniz olmuş. İlle de ben yaparım ve sanat eseri yaparım dememişsiniz.
Emre Arolat: Aslında hiçbir yapıda ben sanat eseri yapacağım diye yola çıkıldığını düşünmüyorum. Mimarlığın ne kadar sanat işi olduğunu da çok tartışma götürür bir konu olarak görüyorum. O yüzden sanatçı kelimesi de biraz irkildiğim bir kelimedir. Sanat işi de beni endişelendiren bir şey. Çünkü mimarlığın sanat olup olmadığı hep tartışılır, aslında mimarlık bir meslektir. Uygun olanı, doğru olanı, duruma uygun olanı tasarlamaktan ibaret olmalıdır. En nihayetinde yaptığımız iş birileri tarafından heyecan uyandırıyorsa içinde yaşandığında, bakıldığında, kent içinde varoluş biçimiyle yüreklerde heyecan uyandırıyorsa buna sanat denilebilir. Yani bu futbolun ne kadar sanat olduğuyla da ilintili olan bir şeydir. Birisi çok güzel oynuyorsa onun yaptığı bir sanattır. Düz oynayan birisininki de çok sanat olmayabilir. Bunun gibi bir şey.
Yaprak Özer: Neden ticari kaygı?
Emre Arolat: Tabi, bir fabrikanın üretim problemine rağmen iyi bir fabrika olması veya ticari olarak problemli, başarısız bir ürün elde etmesine rağmen iyi bir yapı olması olanaksız.
Yaprak Özer: Çalışmalarınızı takip etmeye devam ediyor musunuz? İpekyol’da çıkardığınız çalışma çalışanlara etki etti mi?
Emre Arolat: Ediyor, tabi ki. Bununla ilgili önemli bulgularımız var. Bu fabrikanın yatırımcısı olan grup ve onun başkanı da sık sık dile getiriyor. Orada yapılan üretimin gerçek anlamda artmış olduğunu, verimliliğin önemli ölçüde artmış olduğunu söylüyorlar.
Yaprak Özer: Bu arada ödüllü projenizde maliyetli bir çalışma ortaya çıkartmışsınız. Fabrikanın kendi suyunu havasını filtrelemesi gibi özellikler gözüme çarptı.
Emre Arolat: Bu tür işleri yapmak ilk yatırım maiyetinde çok cüzi çok az miktarda bir takım artılar getirebilir ama bunların tümü zaman içinde aslında o fabrikanın işletme maliyetini önemli ölçüde düşüren şeylerdir. Biz Dalaman’da uluslararası bir hava terminali tasarladık. Bu inşa edildi ve inşa edilmeden evvel yap-işlet-devret modeli olan yapımcısı olan sevgili Cüneyt Aslan bana yaparken dedi ki; şu binanın üzerinde güneş kırıcı sistem var. Buna ne gerek var, bunu koymayalım, içeride nasıl olsa klima var diyerek uzun zaman bununla ilgili üstünde durdu. En nihayetinde ben kendisini inandırdım. Bu kırıcı sistemle yapının arasında 2-2.5 metrelik bir mesafe var, oraya da rüzgar giriyor. Aslında bu güneş direk olarak onun çatısına gelmesini engellediği için daha ilk yıl benzer coğrafyalardakine göre yüzde 40 daha az klima enerjisi tüketti. Bu o kadar büyük bir rakam ki 3 yıl sonra bırakın o güneş kırıcılarının bedelini bunun çok üstünde hava limanı işletmesini de geri kazanmış oluyor.
Yaprak Özer: Ciddi mücadele ediyorsunuz. Aslında “zor” ününüz de buradan geliyor olabilir mi?
Emre Arolat: İnşallah öyledir.
Yaprak Özer: Ödül almak için yapılmaz bütün bunlar, ödül ayağınıza dolanıyor diye düşünüyorum. Ama gönlünüzün çok bağlı olduğu ödüllü projeniz hangisi?
Emre Arolat: Bu zor bir cevap olurdu. Aslında o sırada üzerinde en çok uğraştığınız projedir ve o sırada gönlünüz ona bağlıdır. Ama bu gün içinde 7-8 kere değişebiliyor. Çünkü bir anda 7-8 hatta 10 projeyle birlikte uğraşabiliyorsunuz.
Yaprak Özer: Bütün mimarların gönlü İstanbul’a da bağlıdır. Bin röportajınızda sormuşlar; “bu kente nasıl kıyıldı?” siz birinci köprüyle kıyıldı demişsiniz. Sonraki soru da “bir daha nasıl kıyılabilir?” siz olursa üçüncü köprüyle demişsiniz. Şimdi bir taraftan bir mimar gözüyle bir taraftan toplum bilinciyle bakarsak bir takım gerekler var. Aradaki buluşma noktası nedir?
Emre Arolat: Aslında toplum bilimiyle mimarlık iki ayrı şey değiller. Sosyolojiyle mimarlık iki ayrı şey değil. Aslında mimarlık bütün bunları kapsayan bir şey olmalıdır en azından. Bu anlamda biz sadece kentlerin güzelliğiyle falan uğraşmamalıyız. Aslında kentlerin sosyolojik yapısıyla, demografik yapısıyla, tomografik yapısıyla her türlü nosyonuyla uğraşmamız gerekir bir mimar olarak. Ben aslında eğer üçüncü köprü eğer yapılırsa ve hatta sözü edilen o büyük İstanbul projesinin İstanbul’un akciğeri olan ormanları yok edeceğini düşünüyorum. Söylemeye çalıştığım şey buydu. Birinci köprüyü çok kullanan, çok da seven birisiyim ayrıca. Türkiye’de ya da İstanbul’da köprülerin yapılmasına direkt olarak karşı olan birisi değilim. Üçüncü köprü bugün itibariyle çok iyi niyetli bir yatırım olsa bile önümüzdeki dönemleride çok büyük problemlere yol açabilir ve İstanbul’un akciğerleri yok olur.
Yaprak Özer: Başka türlü bir şey yapmak mümkün herhalde.
Emre Arolat: Olabilir, genellikle Türkiye’de merkezi erk diyelim bizim gibi insanlarla çok fazla temas kurmuyorlar, onun nedenini de bilmiyorum.
Yaprak Özer: AĞA Han mimarlık ödüllerinin ödül kısmı parasal ödül. Ne kadardır?
Emre Arolat: 50 bin Dolar mimara verilen miktar.
Yaprak Özer: Siz bu ödülle yeni bir şey yapıyorsunuz, burada da haberini vermiş olalım.
Emre Arolat: Bunu aslında bir tür tetikleyici olarak görmek istiyoruz o yüzden böyle şeyleri etrafa yaymak adetimiz değil. Bizim ki gibi büroların gerçekten belli bir seviyeye geldiklerini, belirli bir maddi doygunluğa ulaştıkları anda bir tür sorumlulukları, misyonları olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de mimarlık eğitimi hakikatten çok iyi bir noktada değil. Bizler bunun için bir fon başlatmayı düşünüyoruz. Bunu aslında yayınlayacağız. Tam detayları netleşmediği için söyleyemiyorum. Bu yıl ağırlıklı olarak Mimar Sinan Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileriyle olacak ama diğer üniversitelerden de olacak.