Kaygı, korku almış başını gitmiş diyorlar!… Kaygı ve depresyon yüzde 25 artmış. Veri, Dünya Sağlık Örgütü raporundan. Çalışma, bulguyu COVID-19’a bağlıyor. Türkiye sanırım pandemi kalıplarına sığmıyor; kaygı, korku ve depresyon birikimi dünyanın pek çok coğrafyasından daha yüksek olduğu izlenimini veriyor. Bilimsel bir inandırıcılığım olmadığını biliyorum. Ama gerek var mı? Aynada kendi gözlerinizin içine bakın; kaygıyı ve korkuyu orada göreceksiniz. Anne babanıza, yaşça daha büyük yakınlarınıza bakın, korku ikliminde tükendiklerini fark edeceksiniz.
Basit ve hızlı bir test yapalım. Bu hafta içinde bir ya da bilemediniz iki güne dönmenizi istiyorum; Galata’da bir kişi tekbir getirerek kendini yaktı; Gezi’yi andıkları için 100’ün üzerinde kişi karanlıklara alındı; Boğaziçi Üniversitesi’nde nöbet devam ediyordu; WhatsApp mesajlarında yüzlerce mollanın Arnavutköy sokaklarında nizami ordu düzeninde yürüyüşünün görüntüleri dolaştı; bir partinin il başkanı içeri alındı, serbest bırakılıp siyaseten ıskartaya çıkarıldı; her gün herkese gözdağı veriliyor; ana muhalefet liderine linç saldırısında bulunan kişi ödüllendirildi; kadınlara, fikrini söyleyen herkese ahlaktan yoksun hakaretler havada uçuştu; Türkiye’nin tek metropolü İstanbul’un “seçilmiş” belediye başkanı, atanmışların devşirdiği hukukla tehdit edildi; Covid öldürmeye devam etti, nasıl mücadele etmemiz gerektiğini bilemediğimiz maymun çiçeğimiz oldu; paramız yine puldu, temel ilaç yokluğu sürdü; ülkeyi istila eden göçmenler, bizleri tanımayan tavırlarıyla yaşam alanlarını derinleştirmeye devam ettiler; Türkiye geçtiğimiz Salı günü daha önce her gün olduğu gibi 250 bin dolar karşılığında satılmaya devam etti; yaz geldi 3 aylık kazanç uğruna kıyıların yağması sürdü, mafya iş başındaydı, bal tutanlar yarın yokmuşçasına yedi, dar gelirli yutkundu, bayat ekmek kuyrukları sürdü, konserler iptal edildi… Sen korkmayacaksın… ben, kaygı bozukluğu yaşamayacağım… kim yaşayacak?
“Gelecek” adına umut dolu çalışmalara imza atan bilim insanlarının çabaları doğrusu bu koşullarda bir şey söylemiyor. McKinsey’in bilgi paylaşımlarında ABD Hunter College psikoloji ve sinirbilim profesörü Dr. Tracy Dennis-Tiwary’in, “Why Anxiety is For You” (neden endişe iyidir) başlıklı çalışması dikkatimi çekti. Araştırması, bildiklerimizin tersine kaygının, yanlış anlaşıldığını, oysa yaratıcılık ve yenilikçiliğe, hatta anlam arayışına faydalı ve dönüştürücü bir his olduğunu iddia ediyor. Kaygıyı, korkudan ayırmayı öneriyor. Bir deneyin bakalım, işe yarar mı? Tarifine göre, korku mevcut durumda kesinlik; kaygı ise gelecekte belirsizlik. Savaşan Ukrayna’da aklı selim bir kadın ya da erkek, korkunun içinde yaşıyor. Türkiye’de aklı selim bir kadın ya da erkek ise mevcut düzende korku, gelecekle ilgili her dakika artan belirsizlik içinde yaşıyor. Ülkeyi yönetenler bırakın normal sağlıklı ve çalışabilen nüfusu, kendilerini, yaşlı, hasta, engelli ve engellenmiş vatandaşların yerine koydular mı hiç. Bu “güçsüz” insanların bir normal günde Türkiye’nin dört bir yanında aynı anda yaşanan olumsuz olaylar karşısında ne hissedeceklerini düşünme pratikleri neden yok? Hiç mi çocuk olmadılar, hiç mi yaşlanmayacak sanıyorlar kendilerini… Mutluluk, esenlik sağlamak üzere çaba göstermek bu kadar zor olmamalı.
YEŞİL YIKAMA SUÇ KAPSAMINA GİRDİ
Güncel küresel gelişmelerin de tadı tuzu yok. Ama gelişmiş dünya ile aramızdaki makas açık ve hızla ayrışma yönünde hareket ediyor, aradaki farkı göstermek üzere vereceğim örneklerin hala algılanır tarafı var mı emin olamıyorum. Artan emlak fiyatlarına, tırmanan enflasyona vb. girmeyeceğim, bize hafif gelir. Başka bir damardan ilerleyelim; hafta içinde küresel gelişmeler de bizimkisi kadar hareketliydi. Alman polisi, Deutsche Bank’ın varlık yönetimi şirketi DWS Frankfurt ofisine baskın düzenledi. İddia “yeşil yıkama”. Yaklaşık 50 polis memuru! Savcılar, federal polis ve Alman mali bürosu BaFin yetkilileri… DWS’ye operasyon, işten bir yıl önce ayrılmış sürdürülebilirlik uygulamalarından sorumlu üst düzey yöneticinin iddiaları üzerine gerçekleşmiş; grubun, 2020 faaliyet raporunda, 900 milyar dolarlık varlıklarının yarısından fazlasının çevresel, sosyal ve yönetişim kriterleri kullanılarak yaratıldığı iddialarının yanıltıcı olduğunu söylüyor. Şirketlerin eksik, yanlış, yanlı açıklamalarla tüketiciyi kandırmaları artık büyük suç! Dönelim bize; bu haberin şok eden bir yansıması olmalıydı değil mi… Sürdürmenin tarifi nepotizm, fırsatçılık, uygunsuzluk, haksızlık, yakma-yıkma dahil, varlığını sürdürmek için her yol mübah olarak anlaşılıyorsa aynı kapıya çıkmıyor. Meğer kelimeler aynı dilimiz farklıymış.
ELON, SENİN PARAN BURADA GEÇMEZ
Tesla uluslararası standart kurumu S&P 500 ESG Endeksi’nden atıldı. Diyeceksiniz ki, bizimkiler zaten notu kıt diye S&P’yi sevmez. Ne dediği ve ne yaptığı anlaşılmayan asrın “showman”i Elon Musk da sevmiyor. “Siz şeytansınız” dedi, endeksten atılınca. S&P gerekçeleri şöyle; TESLA (California) üretim sahasında karbon salımı stratejisi yok, iş ahlakı yok, çalışma koşulları standart dışı, ırkçılık var… Musk’ın, özel ve kurumsal algısı tuhaf şekilde iç içe; dünyanın en zengin bireyi olmasına karşın, saygınlık fakiri. Siyasette benzer örnekleri olsa da iş dünyasında bu kadar pervasız birini gördüğümü anımsamıyorum. Şirketlerini ve hissedarlarını, şu sıralar el koymaya çalıştığı Twitter’dan yönetiyor; Tesla çalışanlarına “…ya fiziki olarak işe dönersiniz ya da istifanızı vermiş kabul ederim, imza Elon” diye mesaj attı. Üst düzey yöneticilerine ben gidiyorsam siz de işe gideceksiniz diye bir tür tebligat gönderdi. ESG Endeksi’nden atılmasına takılan çıkar mı bilmem de Twitter üzerinde ses getiren davranışlarını takip eden babayiğit çıkar mı, çıkar! ESG nedir diye soruyorsanız; Doğa/İklim-Sosyal Çevre-Yönetişim anlamına gelen “Environment, Social and Governance” kelimelerinin kısaltılmışının ifade ettiği duyarlılık, aslında yeni nesil yatırıma ulaşmanın da kilidi. İş ve sosyal çevre, BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (2015)’nın etkisiyle, finansalların yanında finansal olmayan göstergelerin de ekonomik sonuçlara yol açabileceğini kabul etti. Şirketlerin, ne pahasına olursa olsun kar ederek “hissedarın önceliği” anlayışı, yerini tüm menfaat sahiplerinin eşit olduğu yaklaşıma bıraktı. Özetle, müşterilere değer sunmak, çalışanlara yatırım yapmak, tedarikçilere adil ve etik davranmak, hissedarlar için uzun vadeli değer üretmek ve çalıştıkları toplulukları desteklemek anlamına geliyor. “To good to be true” diye aklınızdan geçirmeden önce, Deutche Bank’ı ve Tesla örneklerini bir düşünün isterseniz. YEŞİL
MUHASEBE STANDARTLARI GELİYOR
Risk sermayedarları, servet fonları ve genel itibarıyla yatırımcılardan oluşan gruplar, özel ve kamusal çalışmalara servet aktarmanın yollarını arıyorlar. Yeşil Muhasebe standartlarının her gün değişen yerel standartlar kadar acıtmasını bekliyorum. Hazır mısınız bilmem… Fütüristlerin metan gazını sınırlamak, karbonu yakalamak, gemilere egzoz siliciler kurmak, uçaklar için temiz yakıt geliştirmek, pil devrimine dahil olmak, modüler nükleer reaktörler kurmak gibi konuları teknoloji dışında tartıştığını duymuyorum… bu uygulamalar teknoloji harikası olsalar da sosyal ve finansal etkinin ta kendisi. Ayaklarımız yere mi bassa artık! Dünya Bankası, İmar ve Kalkınma Bankası gibi uluslararası kuruluşlarının gelişmekte olan pazarlardaki yatırımları finanse etmek için karma finans ortaklıkları oluşturma çabaları dikkat çekiyor… Ukrayna tamamen tahrip oldu, aynen Suriye, Irak, Libya ve Afganistan gibi… Bu kurumlar tüm coğrafyalardan açık ara farkla Ukrayna’nın gelecekteki altyapı ihtiyaçlarına konsantre oldu, diğerlerinde yaşayan insanların canı daha mı az değerli? Aysun Kayacı’nın bir zamanlar aforoz edildiği soru gibi oyları olsa hangisininki, daha eşit – daha değerli olur! Kriterlere uymak üzere bilgi ve yaratıcılığınızı zorlamaya hazır mısınız? Malum korkuyu atarsak, kaygımızla yenilik ve yaratıcılığımız artabilirmiş. “Yazarız bir rapor, yaparız bir iletişim… dünya şirket görsün” derseniz eğer, Deutche Bank Varlık Fonu’nu unutmayın. Konuşur hallederiz, biz söyleriz dünya susar derseniz Elon Musk ve Tesla örneği ilginç. İç içe geçen korku ve kaygının etkisiyle dünya durulduğunda tabloda alacağımızı sandığımız yerin tarifini yapmakta güçlük çekiyorum.