İngilizlerin “Ucuz alacak kadar zengin değilim” dediği söylenir. Biz halk arasında “Ucuz etin yahnisi yavan olur” deriz. Birbirine benzer görünse de aldanmayın hiç benzemez. Aşağıda örnekleriyle anlatacağım.
Anımsarsınız dünyanın ikinci büyük zengini Warren Buffet 2006 yılında servetinin 44 milyar Dolarını Bill ve Melinda Gates Vakfı’na bağışlamıştı. Bu ölçekte bir bağış doğal olarak çok ses getirdi. Paranın sesi kuvvetli çıktı. İşin gün ışığına çıkmayan bir başka tarafı vardı oysa. Buffet, bağışını iş ve zaman planıyla birlikte önemli bir şarta bağlamış: 44 milyar Dolar 10 yıl içinde harcanmak zorunda. Gerekçesi net: “Para kazanmak harcamaktan daha kolay.”
Ben bir süredir Türkiye’nin harcamalarını izliyorum. Anlamlandırmakta zorlanıyorum. 2008 yılında devlet memurlarına ortalama yüzde 7.46’lık zam sözkonusu. Buna göre en düşük memur maaşında yüzde 10.5; en yüksek memur maaşında yüzde 4.1 oranında artış olacak. Bu artışlar birkaç yüz liraya denk geliyor.
Diğer yandan 2008 bütçesi çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı’nın bütçesi geçen yıla göre 21 milyon 668 bin YTL arttı. Çankaya Köşkü’nün tadilatı için 19.8 milyon YTL, yeni mobilyalar için 11.9 milyon YTL, ek olarak toplam 30.7 milyon YTL ayrılıyor… Ahmet Necdet Sezer’in görevde olduğu, 2007 yılı bütçesini 33 milyon 893 bin YTL olarak belirleyen Maliye Bakanlığı, köşke 2008’de toplam 55 milyon 561 bin YTL ödenek ayırdı. Bazı harcamalarda bonkör olduğumuz dünya alem tarafından bilinir. Anımsarsınız 1997 yılında Meclis’in tadilatı için 2.7 trilyonluk harcama yapılmıştı. Her biri 4 bin 861 Dolar tutarında 575 adet ceylan derisi koltuk satın alınmıştı.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçe Ulaştırma, Enerji ve Bayındırlık bakanlıklarının da yer aldığı pek çok kurumun bütçesinin üstünde. İmam açığı bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı, bu miktarın yetersiz olduğu görüşünü dile getirirken Diyanet personel giderleri Milli Eğitim, Milli Savunma ve Sağlık Bakanlıkları ile Emniyet ve Jandarma gibi kurumlardan fazla.
İlgiyle izliyorum, istihdam vergileri konusunda hiç adım atılmıyor. Vergiyi indirmek kaçağı kesmek olacak ama zahmetli olduğu için herhalde akarken toplayalım, verenden alalım diyoruz.
Dünyadaki lüks harcamanın toplamda 200 milyar Dolar olduğu açıklandı. Türkiye’nin aldığı pay yüzde 2. Dört milyar Dolar demek. 75 bin Dolarlık altın kaplama plazma televizyonlar Dubai’den sonra en çok Türkiye pazarında ilgi görüyormuş. Üzeri taşlarla kaplı buzdolapları da beğeni toplamış…
Türkiye’de ailelerin tüketici kredisi ve kredi kartı borçları, gelirlerinin yüzde 25’ini aşmış. Bu yılın ilk üç aylık döneminde yaptıkları tüketim harcamalarının yüzde 16’sını bankalardan tüketici kredisi kullanarak gerçekleştirmişler. Türkiye genelinde bir kişi 2006 yılında ortalama 3 bin 560 YTL tutarında tüketim harcaması yapmış. Güneydoğu Anadolu’daki vatandaşımız bin 660 YTL, İstanbul’daki 5 bin 190 YTL harcamış. Bir araştırmaya göre en çok ekmek tüketen ve en çok ısraf eden ülkelerin başında geliyoruz. Ekmeği çöpe atıyoruz.
Özetle ne birey ne de devlet bazında harcamasını biliyoruz. Az gelişmiş ülkeler gibi üretiyor, gelişmiş ülkeler gibi harcıyoruz. Gözümüz aç bilgimiz kıt olunca, elimize güç geçtiğinde parayı nereye savuracağımızı bilmiyoruz. Harcamayı bilmeyince tasarruf edemiyoruz, sermaye biriktiremiyoruz, üretim yapamıyoruz. Biz yuvarlanıp gidiyoruz!
Bir önerim var. Madem biz A’dan Z’ye; tepeden tırnağa, soldan sağa harcamasını bilmiyoruz, neden ülke çapında “harcama” seferberliği yapmıyoruz. Dünyanın en büyük zenginleri kazanmaya değil, harcamaya odaklanıyorsa bir bildikleri olmalı… Neden ilkokuldaki çocuklarımıza ekonomi okutmuyoruz? Ev bütçesini idare edemeyen anne babalar belli ki çocuklarına nasıl harcanacağını anlatamıyor. Kıt bütçelerin savurulduğunu görerek büyüyen çocuklar, büyüdüklerinde altından televizyon, taşlarla kaplı buzdolabı, gösterişli mobilya, ceylan derisi koltuk peşine düşüyor. Yazık değil mi bize?…