Her şeyde uçlarda gezinmesini seven biz Türkler, seçim sonuçlarına gösterdiğimiz sevinçle hiç kimseleri şaşırtmadık. Herkese bir sevgi ve akıl hakim. İnanmak istiyorum ama Türk halkını tanıyorum. İnanmak mümkün değil.
Her şeyde uçlarda gezinmesini seven biz Türkler, seçim sonuçlarına gösterdiğimiz sevinçle hiç kimseleri şaşırtmadık. Herkese bir sevgi ve akıl hakim. İnanmak istiyorum ama Türk halkını tanıyorum. İnanmak mümkün değil.
Seçim günü akşam üstü saatleri çoluk çocuk sokaktayız… İnsanlar eğleniyor. Cadılar Şenliği var. Kızım arkadaşlarıyla mahallede tanıdıkları kapı kapı dolaşıp sağdan soldan şeker toplarken ben de onu izliyorum. Tuhaf şey. Nereden nereye. Bize ne gerek Cadılar Şenliği… Minik cadılar uhhhhhh diye dolaşıp hayalet sesleri çıkarıyor sözüm ona sağı solu korkutuyorlar. Kapıları çalıp, şeker istiyorlar. Kendilerine uzatılan torbaları ya da şekerliklere sanki minik elleri üç taneden fazla alabilirmiş gibi daldırıp duruyorlar. Bu arada resmi olmayan ilk seçim sonucu alınıyor. Cep telefonları sağ olsun. Herkes merak içinde… AKP açık ara önde CHP yarısı kadar oy almış… Diğerleri nerede? Herkes telaş içinde… “”İnanamıyorum”” diyor biri diğerine, öbürü “”evet evet”” diye tasdik ediyor… Anlaşılamayan bir şey oluyor. Bunun adı ne? Sonuçlar ertesi sabah da aynıydı. İlk kez bir seçim verilerinin ilk örnekleme göre sonuca ulaştığını görüyorum.
Herkes mutlu herkes umutlu
Gece ilerleyen saatlerde Türkiye’nin şaşırtıcı seçim sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Kanallar sokaktan geçen her ünlüyü yorum yapması için davet etti. Herkes kafasına göre konuştu. Bir Allahın kulu da şaşırdığını söylemiyordu. Herkes seçim sonucunun böyle olması gerektiğini, zaten bunu tahmin ettiğini söyledi. Tahmin edemeyen bir tek ben varmışım gibi hissettim kendimi. Utandım açıkcası. Ben bu ülkede yaşamıyor muyum acaba, gözlem yeteneğim mi eksik, analiz gücüm mü zayıf… Ben neden bilemedim diye düşünmeye kalmadan, herkesin yorumunda da birleşmesi beni çok şaşırttı.
Zamanında ANAP’ın iktidara yolculuğuyla kurulan benzetmeler… Özal’ın da nasıl takunyalı yakıştırmasıyla yola çıktığı yolunda anımsatmalar… Ama nasıl da farklı çıktığını hepimizi şaşırttığını söylemeler. Aslında bir ilah gibi anılabileceğini, hani Türkiye’nin her şeyini ona borçlu olduğunu dile getirecek kadar ileri gitmeler. Aslında iyi oldu demeler…
İçimden hangi ihaleyi kurtarmaya çalışıyorlar bunlar diye sormak geldi? Acaba nereleri eksik bunların demek geldi. İçimden, “”Yağcılarda inecek var”” diye bağırmak geldi. Bunların çoğu, daha dün, aman dikkat geliyorlar demiyorlar mıydı? Ne olmuştu bu insanlara? Kafalarına saksı mı düşmüştü acaba?
İzle anla, bekle gör
Tayyip Erdoğan’ın demeçlerini ilgi ve dikkatle izliyorum. Kullandığı üslup, sesinin tonu, duruşundaki kararlılık, hazır cevap olması… Şaşırtıcı. Güven veren bir görüntüsü var. Seçim sandıklarının açılmaya başlamasından bir kaç saat sonra zaferinden emin yaptığı ilk açıklama ile taraftarlarını sükunete davet etmesi, açıkça kimseyi taciz etmemeleri gerektiğini ve korkutmamalarını istemesi de bir o kadar ilginçti.
Ertesi gün bundan böyle Necmettin Erbakan’la ilişkilerini nasıl bir eksen üzerine taşıyacağı sorulduğunda da beni şaşırttı. Yine net ve sakindi. Aralarında artık herhangi bir usta çırak ilişkisi bulunmadığını söyledi. Oturduğu koltuğun artık dünden farklı olduğunu, buna göre konumunu ayarlayacağını, ilişkilerini konumlandıracağını söyledi.
Kavga istemiyorum diyor. Her iki cümlesinden birinde Atatürk’ün sözlerinden alıntılar yapıyor. Düşen askeri helikopter pilotlarının ailelerine ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne başsağlığı diliyor. AKP Genel Merkezi’ne Atatürk posteri asılıyor. Meğer unutmuşlar. Aceleyle tedarik ediliyor ve aceleyle asılıyor.
Kim samimi
Kimi eleştireyim? Recep Tayyip Erdoğan’ı mı, yoksa her duyduğuna şaşıran ve bunu dünyanın en iyi şeyi diye niteleyen dünün karamsarlarını mı? Hangisinin dönüşümü daha muhteşem? Hangisi daha samimi? Madem Erdoğan’ı bu kadar seviyorlardı o zaman bunu neden daha önce ifade etmiyorlardı. Erdoğan dün tehlikeliydi, bugün nasıl kurtarıcı oldu… Herkes geçmişten ders aldığını söylüyor.
Oysa bu ülkede herkes biliyor ki Türk insanının hafızası yoktur. Dolayısıyla ders almaz ve ders çıkarmaz. Biliyor musunuz Türk halkının toplumsal hafızasının 27 gün olduğunu söylüyorlar. 28 gün sonra her şey unutuluyor. Hafıza kaybı mı, samimiyetsizlik mi? Samimiyetsizliğin adına iyimserlik denmesinden rahatsızım.
Tansu Hanım barajı aşıp gümbür gümbür gelseydi onun da bizi kurtardığını söyleyenlerin sayısı çok fazla olacaktı. Erdoğan böyle bir sonuçla ortaya çıkmasaydı onu sevenlerin sayısı bu kadar mı olacaktı? Bugün tarih olduğunu düşündüğümüz hangi lider için geçerli değil bunlar. Biri çıkıp söylesin lütfen.
Meğer biz neymişiz
Bir tuhaf iyimserlik, bir tuhaf akıllı olma hali herkese hakim. Herkes akıllı ve uslu. Herkes ermiş gibi. Herkes iyimser herkes pozitif. Ben bu kadar iyiliğe alışık değilim. Korkuyorum.
Erdoğan açık ve net geçmişte bazı yanlışlar yapıldığını, kendisinin de yaptığını ama hepsinin geçmişte kaldığını söylüyor. “”Geçmişten ders aldım”” diyor. “”Uzaydan gelmedim”” diye sürdürüyor sözlerini. O uzaydan gelmese de bu tabloyu izleyenler uzaydan geldiklerini düşünüyorlar.
Sessiz ve boş
Seçimin hemen ertesi sabahı İstanbul çok sessiz. Artık sabaha kadar uyunmadan televizyon seyredildiği için mi, yoksa şoktan çıkılmadığı için mi bilmiyorum. Ortalık sessiz. Kimse yok sokaklarda. Arabalar az. Okullar kapalı. Gözüme türbanlı bir kaç kişi ve tesadüfen önümden geçen bir cüppeli ilişiyor. Tuhaf bir şey bu. Dün de geçsem bu noktadan aynı insanların oradan geçtiğini göreceğimi adım gibi biliyorum. Ama dün onlara bakacak, onları göremeyecektim. Bugün gördüğümün farkındayım çünkü onları görmeyi bekliyorum. Tuhaf bir durum. Hamileliğim sırasında Türkiye’de karnı şiş kadınlar olduğunu fark etmiştim. Bu kadar çok hamile kadın görmek beni çok şaşırtmıştı. Çocuğum oldu, bu kez çocuklar olduğunu görmeye başladım. Durum aynı değil ama çok yakın.
Pazar yeri dinamizmi
Seçimlerin hemen ertesine üstelik sabahın ilk çalışma saatlerine toplantı koymuşum. Yer Şişli’nin göbeği. Şişli pazarından geçmek gerekiyor. Pazardan geçiş her seferinde çok mutlu eder beni. Oradaki kalabalık, bağırış çağırış… Meyve ve sebzelerin renkleri. Pazarcıların birbirlerine laf atmaları. Sizi taze domates, kıvırcığın en iyisini almaya çağırmaları. Çok severim o görüntüyü… Arada bir, biri çıkar elindeki kovadan sebzelerin üzerine su atar. Üzerinize gelecek sanırsınız ama gelmez. 4 Kasım sabah 10:00 Üsküdar’da çoktan sabah olmuş ama pazarcılar bile daha yok… Sakin, sessiz bir pazar. Kimse “”domates, patates, hıyar”” diye bağırmıyor. “”Gel abla, gel”” diye çağırmıyor. En “”profesyonel”” kılığımla aralarından geçerken bile bile “”Abla domates dalından, ıspanak şahane, portakalı yeme de yanında yat”” der dururlar. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Fakat pek meşguller. Fark ettim ki, bu kez pazarcılar değil, domates, portakal, elma konuşuyor. 4 Kasım sabahı! Ama kafayı yemiş sayılmam. Domateslerin arasından yükselen ses şöyle; “”Bir son dakika haberi vermek istiyorum sayın seyirciler, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Tansu Çiller en kısa zamanda parti meclisini toplayacağını ve gelecek dönemde parti başkanlığına aday olmayacağını açıkladı…”” Hıyarların arasından bir erkek sesi geliyor, “”Avrupa basınından son haberler… Le Figaro Türkiye’deki seçimleri birinci sayfadan verdi… Yunan basını Türk seçimlerinde sürpriz dedi…”” Biraz ilerde karnabahar ve pırasalar düet yapıyor… “”AKP Başkanı Recep Tayyip Erdoğan dedi ki…””, “”CHP Genel Başkanı Deniz Baykal söyledi.”” Elmalardan endişeli bir ses, “”İsrail Türkiye’deki seçimleri tedirgin bir bekleyişle izlemekte, Filistin’de bayram var…”” Ispanaklardan “”Bülent Ecevit bugün köşke çıkarak Cumhurbaşkanı’na istifasını sunacak…”” nakaratı geliyor. Pazarcılar radyo ve televizyonlardan Türkiye’yi izliyor. Seçimden sonra düzenlenen toplantıların hemen hepsi, konusu daha önce ne şekilde tespit edilmiş olursa olsun Türkiye’deki seçim sonrası durumun tahlilini içeriyor. Hafta içinde bu toplantılardan birine Cem Boyner’in yorumlarını dinlemeye gittim. Şaşkın olduğunu söyledi. Ve bir tek kendisinin şaşkın olduğunu görerek şaşkınlığının arttığını ilave etti: “”Bir gece önce karalar bağlayıp, bugün çok mutlu olanlara şaşıp şaşıp kalıyorum. Bu tuhaf iyimserliği anlayamıyorum. Bir gecede ne kadar yumuşadık, ne kadar akıllandık. Bunları bir hafta önce söylemenin mümkünatı neden olamadı…””
Şaşırmanın sonu yok
Boyner, eldeki veriler ve gözlemler ışığında ve bir de kısa süren siyasi deneyiminin yardımıyla olanı biteni temkinli bir üslupla yorumladı. Eleştirdiği yanlar oldu, olumlu sinyaller aldığını söylediği noktalar da. Sıra soru cevaba geldiğinde daha şaşıracakları olduğunu gördü, gördük.
Soru sorup yorum yapmak isteyenlerden bir kadın, avukat olduğunu belirterek söze başladı. AK Parti milletvekili adayı olduğunu, seçilemediğini ifade etti. Partinin kuruluşundan bu yana çalıştığını belirterek, partisinin propagandasını yaptı.
Neden, niye, nasıl gibi kafamızdaki sorulara yanıt vermeye başladı. Tuhaftı. Sakindi. Nazikti. Bugün hepimizin şaşırdığı her tür detayın çok önceden planlandığını ve kimin ne diyeceğinin, nasıl davranılacağının bilindiğini söyledi. Ödevlerini iyi yaptıklarını anlattı ve onları anlamamız gerektiğini ve bunun için çalışmamız gerektiğini söyledi. Ve anlattı, seçim çalışmalarında gittiği bir okulda “”Ne tür yardıma ihtiyacınız var?”” diye sorduğu öğretmenin, AK Partili olduğunu öğrendiğinde, laik Türkiye Cumhuriyeti’nde aday olacak başka parti mi bulamadın diyerek oturduğu masayı terk ederek kendisini protesto ettiğini anlattı. “”Birbirimize alışmalıyız”” dedi. Kulağımda bir fısıltı hissettim; “”Buraya kadar gelmişler. Bu kadar yaklaşmışlar. Aramızdalar”” diyordu.
Sınav sonucu
Ne diyeceğimi bilemedim. Doğruydu. Bizim gibi duruyordu. Aramızdaydı. İçimize girmişti. Sonra düşündüm, biz mi onların arasındaydık, biz mi onların içine girmiştik. Biz kimdik onlar kimdi… Bu neyin nesi? Burası gerçekten hepimizin. Oyunun adına demokrasi diyorsak, bunu da kuralına göre oynamak şart. Peki nasıl… Artık söylem değil eylem zamanı. Demokrasiyi anlamak zamanı. Boyner konuşmasının bir yerinde demokrasinin sonuçlarına katlanma sınavı vermemiz gerektiğini söyledi.
Ben kendi adıma önemli bir süreçten geçiyorum. İçimi dolduruyorum, boşaltıyorum… Yakıştırıyorum, yakıştıramıyorum. Sorguluyorum. Yanlışları arıyorum. Hata nerede diye soruyorum. Ben demokrasi sınavı veriyorum. Bu sınavı verdiğim zaman, bugün sağdan soldan duyduğum içi boş iyimserliklerin altının dolmuş olmasını bekliyorum.
Çünkü Meclise Ak Parti’den giren milletvekillerinden azımsanamayacak bir grup, laiklik karşıtı faaliyetleri nedeniyle öyle ya da böyle suçlanmış, işlerinden atılmış, hatta yargıya intikal etmişler. Aralarından birinin sarfettiğini şu sözleri unutmak istiyorum, ama nasıl;
“”Kadın erkek eşitliği bir fitnedir. Kadın sunulmuş bir varlık olduğunu kabul etsin. Boyu da kısadır. Kadın cinsellikte hep alttadır.”” Ben bu sözlerde iyimser olacak bir nokta göremiyorum.
Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir kadınım. Ben demokrasi sınavı veriyorum. Bu sınavı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin “”birey”” (!) olarak vermesi gerektiğine inanıyorum. Unutmadan… Ben iyimser olmak istiyorum. Ben de kavga istemiyorum. Ben umutlu olmak istiyorum. Ben yarınımı istiyorum. Ben kadın olmanın tüm özgürlüğünü yaşamak istiyorum. Başka kadınların da aynı özgürlüğü doya doya içmelerini diliyorum. Biz kadınların iyimser olması yetmiyor.