Ben kendim için bir şeyler istiyorum. Neden istemeyecekmişim. Ama isteklerim benden başkasının önünü tıkamıyor, onların payını gasp etmiyor. Bir de kendileri için bir şey istemediklerini ilan edenler var ya… Ben onlardan bana ait olan kırıntıları da alacaklar diye çok korkuyorum.
“”Hırs””la aranız nasıl bilmiyorum. Bu kelime ve simgelediği kavram konusunda fazla konuşmayız.
Biraz korkar, biraz tırsarız. Bir küçümser biraz kaçarız. Biraz över biraz söveriz.
Türkiye’de yaşamayan, bizi yeterince tanımayan, sağ gösterirken sol vurduğumuzu bilmeyenler bizi anlamakta güçlük çekiyor.
Sokaklarda dolaşmanızı tavsiye ederim. En azından arabayla sağa sola giderken çevrenize bakmayı. İnsanların yüzüne, gözlerinin içine, oturdukları yerlere…
Çıkın sokağa, çıkın ara semtlere çıkın büyük kentlerin dışına… her sokakta birden fazla kahve her kahvede bir sürü adam… Boş oturuyorlar, dalmış umursamaz. Bu görüntü hep içime dokunmuştur. Diyeceksiniz ki, “”emekli ne yapsın, işsiz ne yapsın””
Her gün gözlerinizi bir sabit noktaya dikip saatlerce bakmak cümlenin “”ne yapsın ki “” kısmıyla nasıl açıklanır bilemem.
Bu haftada kahvelere mi takıyorum. Ne gerek var. Kahvelere takmaya belki de iyi ki varlar çünkü sosyalleşmenin bir halkası. Ben yalnız boşa geçen saatlere, dakikalara günlere takık vaziyetteyim.
Hırs mı yapıyorum dersiniz?
Hovardayım Hovarda
Bu hırsla ilişkimiz gerçekten komik. Türkiye’nin önemli bir bölümünde güne gözünü açan insanların neredeyse tamamı her gün ceplerine birilerinin tamı tamına 24 saat koyduklarından habersiz.
Hovarda desem değiller. Belki de olabilirler.
Avanak desem değiller. Acaba öyle miyiz?
Cahil desem… Kafadan evet diyeceğim.
Zamanı bozuk para gibi harcamakla parayı savurmak arasında paradoksal bir durum var. Şimdi boş oturan insanların 24 saatle ilişkisinin kötü, dolu olan insanların 24 saatle ilişkisinin iyi olduğunu düşünmek de yanlış.
Memlekette gazete patronundan, millet vekiline, öğrenciden hemşiresine kimsenin 24 saatle ilişkisi sağlıklı değil.
Bazıları 24 saatin sıkıp suyunu çıkarırken, sanki birilerinin kanını emiyormuş gibi yaşadıklarını biliyoruz. Birilerinin 24 saati yanlış yer ve zamanda değerlendirdiklerini de. Bazılarının her gün 24 birim alıp her akşam yine aç yattıklarını, her sabah yine aynı 24 saatle benzer bir başka günü yaşadıklarını da biliyoruz.
24 saat ile hırs arasında bir ilişki var mı. Ben nedense çok ilişkilendiririm.
Aslında hırs yapılması gereken bir zaman dilimi olduğunu düşünüyorum: hayat!
Hırsla, Hırslı Bir İlişki
Hırsa gelince onunla ilişkilendirdiklerimin çoğundan mutlu değilim.
İlişkilendirdiğim kişilerden söz ediyorum. Hırslarının, çoğuna tek bir kuruş fayda sağlamadığını gördüğüm gibi başkalarına zarar verdiğine şahit oluyorum.
Oysa hırsı sevmek gerektiğini düşünüyorum.
Hırs konusunda hepimizin kendisine göre ilginç fikirleri var. Sokağa çıkıp bir yoklama yapsanız, düşünmeden karşısında olduğunu söyleyenlerin sayısının kabarık olacağını göreceksiniz. Çünkü hırs ürkütüyor.
Hırsı sonuna kadar kullananları sevmiyoruz. Çünkü bizim kanımızı emiyorlar. Hırsı pas geçenlerden hoşlanmıyoruz çünkü onlar da hayatı ıskalıyorlar. Hadi kendilerininki neyse de çevrelerine de zarar verebiliyorlar.
Denge kurmak mümkün değil mi?
Hırsı nasıl kullandığınız, hırsı nasıl yaşadığınız çok önemli. Hırs aslında hayatın enerjisi. Ulaşmak istediklerimize doğru bizi iten bir güç. Başarıya giden yolu açan greyder.
Kendinden Başkasına Hayrı Dokunmayanlar
Sanırım hepimizin en büyük rahatsızlığı, tanıştığımız kişisel hırslar. Yani kendisinden başkasına yararı olmadığını hissettiğimiz durumlar. Hırsı toplumsal hedeflere dönüştüren tanıdıklarımızın sayısı nedense az.
Bu ikinci durum biraz tuhaf çünkü hemen herkes toplumsal ve ulvi hedeflerin peşinde koşuyormuş gibi görünüyor. Ama nedense midemizin üzerinde bir yerde kişisel hedeflerin öne çıktığını söyleyen tuhaf bir hazımsızlık durumu yaşıyoruz.
Ben de sizin gibi, günlerdir, olanı biteni, çevremde yaşananları, bizi bekleyenleri, geleceğimizi geçmişimizi bir garip ruh hali içinde izliyorum.
Seyirci olmamaya çaba sarf ediyorum. Seyirci olunmaması gerektiği konusunda fikirler üretiyorum. Ama oyuna kimseyi almıyorlar. Oyun dar alanda paslaşmalar şeklinde gelişiyor.
Diyorlar ki, “”siz rahatınızı bozmayın, kafanızı yormayın biz en iyisini sizin için yapmaya gayret ediyoruz.””
Bu da farklı bir hırs. Terminolojide ilginç bir adı olabilir mi sizce?
Ana fikir her şey hepimizin yararına!
Türkiye tarihinin en önemli dönemlerinden birini ya atlatacak ya kalacak ama sayısını şu anda bilemediğim siyasi partilerin başkanları tek bir konuda birleşiyorlar; “”Kendim için bir şey istiyorsam namerdim””
Benim için istiyorlar!
Böyle söylüyorlar.
Ben benim için bir şey yapmalarını istediğimi doğrusunu isterseniz anımsamıyorum. Boş bir anımda mı istedim acaba?
Her şey vatan için!
Benim için yapılanları da algılayabilmekte güçlük çekiyorum, itiraf etmeliyim.
Açıklayıcı resim altına ihtiyaç duyuyorum.
Azı Karar Çoğu Zarar mı?
Hırsın azının makbul olmadığı bir zaman diliminde yaşıyoruz.
Ne yalan söylemeli, bu meretin azı hiçbir zaman pek makbul olmadı.
Hırslı insanlar, daha çok başarı, daha çok sevgili, daha çok karizma, daha çok eğlence, daha çok zenginlik elde etmenin bir yolunu hep buldular.
Bu insanların hırslı oldukları için mi cazip durduklarını yoksa hırs yaptıkları şeyi elde ettikleri için mi cazip oldukları konusunda henüz bir karara varamadım
Madem azını sevmiyoruz peki çoğunu seviyor muyuz?
Dünya hırsı önünden yürüyen bir sürü insanla dolu. Kadın erkek fark etmiyor. Tarih onların anılarıyla anlatılan bir tür masal.
Hırsına hakim olamayanlar.
Diyeceksiniz ki en azından hatırlanıyorlar.
Bilmem ki böyle mi hatırlanmak isterlerdi.
Hırs, bıçak sırtında yürümek gibi bir şey. Cambaz işi aslında akıllı olmak gerekiyor. Bir doz fazla hırs anında aşağıdasın. File varsa kurtuldun, yoksa un ufak olup kayboldun.
Hırsın, aç gözlülük ve megalomaniyle ilişkisi çok tehlikeli. Tuhaf ahlaksız bir durum.
Bıçak Sırtında Yürümek
Tarih çuvalla örneklere sahip olsa da çok uzaklara gitmenin gereği yok. ABD eski başkanlarından Bill Clinton burnumuzun dibinde. Beyaz Saray’a gelmiş geçmiş en aydınlık başkan. En güler yüzlüsü, en başarılı denmese de azımsanmayacak başarıya imza atmış olanlardan. Hem genç hem yakışıklı.
Allah’tah başka ne istersin adam?
Çılgınlık… eğlence… deneme… hayal…
Clinton ömrünün sonuna kadar üzerinden silemeyeceği bir yakıştırmayla yaşayan tek başkan olma sıfatını taşıyor. Onun ki ne hırsıydı diyecek olursanız, onun ki belki de beyninin önüne geçen duyguların hırsıydı.
Napolyon Bonaparte 1805-1807 savaştan sonra neredeyse Avrupa’nın tamamına hükmediyordu. Nedense yetmedi. Yetinemedi. Daha fazlasını mı yiyecekti. Daha fazlasını mı giyecekti. Daha fazla kadın, daha fazla havyar daha fazla at, daha fazla saray…
Bu muydu istedikleri.
Daha fazla güç!
Rusya’nın derinliklerine kadar gitmenin kaçınılmaz olduğunu sandı. Bir yüz yıl sonra Adolf Hitler benzer duygularla sahnedeydi. İkisinin de yaşadıkları benzerdi.
Napolyon 1812′de Rusya’yı işgal etti. O kış, Napolyon ve orduları için bir türlü geçmek bilmedi. Sona erdiğinde geride kalan fazla da bir şey yoktu. Napolyon aç gözlülüğünün kurbanı olmuş megalomanisi içinde boğulmuştu.
Tarih hırsını, aklıyla buluşturamayan, yetenekleriyle hırsını beslerken sağduyusunu zincire vuran insanlarla dolu.
Pek çok imparatorluğun, pek çok büyük liderin, pek çok büyük şirketin doğuş nedeni de, tarihe gömülüş nedeni de aynı; hırs.
Hırs Eğrisinin Burnu Düşerse
Siyaset bilimcilerin tarihçilerin sosyolog ve psikologların en zengin konularından biri hırs. Hırsın kontrolü belki de en zoru. İnsanların hayatında hırs eğrisini o tatlı tatlı tırmanışa geçtiği ilk günlerler, aylar ve yıllarla eğrinin burnunu aşağı doğru çevirdiği zamanlar arasında geceyle gündüz kadar büyük değişimler oluyor.
Hırslı insanların zamanı geldiğinde gitmesini bilmeleri başarılarının devamı için en büyük sır.
Çoğu lider, demir attığı koltuktan kalkmamasını kendi aklınca haklı nedenlere bağlamaya çalışır. Yerine geçecek insan olmadığını söyler, belki bazıları da buna inanır. Kimbilir.Çoğu yerine yenisini hazırlamayacak kadar zeki sanır kendisini. Pek çoğu ikinci adamın varlığından korkar nefesinden ürperir.
Hırsla dans ederken, en önemli kural; yola çıkış planı yapmak kadar park etmenin de planlanması gerekliliği.
Hırslı insanlar cesaretle çıktıkları yoldan aynı cesaretle dönmüyorlar. Durmaktan korkuyor, ayrılmasını bilmiyorlar.
İş dünyası da siyaset de bu açıdan zengin bir listeye sahip.
Ayrılmasını bilebilenlerin, ayrılışını planlayanların sayısı parmakla gösterilecek kadar az. Coca cola firmasının efsane sayılan eski yöneticilerinden Roberto C. Goizueta ilginç bir
örnek.
Goizueta Kübalı bir göçmen. Amerikan rüyasıyla küçük yaşlarda tanışmış. Coca Cola’nın Atlanta merkezinde işe başladığında fakir ama hırslı. Klasik bir Hollywood hikayesi. Aynı zamanda karizmatik. Üstelik akıllı.
Goizueta senaryo icabı kısa zamanda başarı basamaklarını birer ikişer atladı. Tepe yönetime geldiğinde sarhoş olmayacak kadar akıllıydı. Stratejik düşünmesini bildi. Tanıyanlar kendisini firmanın kaçınılmaz adamlarından biri olarak gördüğünü anımsıyor ama hiçbir zaman hayal içinde yaşamadığını söylüyorlar.
Goizueta’nın başarılı kariyerine kaçınılmaz damgayı bir başkası ya da bir başarısızlık değil sağlığı vurdu. Kanserle mücadelesi uzun sürdü. 1997 yılında öldüğünde Coca Cola hisseleri hiç tepki vermedi. Goizueta 1994 yılında yerine geçecek adamı çoktan seçmiş ve yetiştirmeye başlamıştı.
Hırs mı Korkaklık mı?
Bazıları bırakmayı bir korkaklık olarak görüyor, bazıları bıraktıklarında dünyanın duracağını sanıyor.
Bazıları bıraktıklarında, beş duyularını yitireceklerini sanıyor. Bir daha koklayamayacakları, bir daha tadamayacakları, bir daha göremeyeceklerine tahammül edemiyor.
Ne zaman gideceğini bilmek sizce bir korkaklık mı? Bazıları gitmeyi planlamanın tam tersine bir güç gösterisi olduğunu savunuyor.
Buradan lafı tabii ki siyasete getireceğim. Ama siyasilere vurmadan önce kendinize ve çevrenize bakmanızı isteyeceğim. Türkiye’de kaç şirketin “”benden sonra tufan olmasın”” diyen politikası var. Kaç yönetici, kaç patron kendisinden sonraki adayı seçti ve yetiştiriyor. Tanıdığınız kaç usta işinin sihrini çırağına aktarıyor. Kaç öğretmen kendinden daha iyi eğitmen yetiştiriyor. Ekonomimizin önemli bir bölümünü aile şirketleri oluşturuyor. Kaçında bizim oğlan, bizim kız dışında bir aday mevcut.
Gözünü oyarlar vallahi.
Siyasette ise zaten hep bildik hep tanıdık manzara.
Koltuğu kapanın en büyük korkusu ayrılmak.
Geçtiğimiz hafta içinde milletvekilleriyle yapılan söyleşilerde bazılarının yanıtı ilginçti. Güzel Türkçeleriyle kendilerini şöyle ifade ettiler: “”Bana sorsanız, şahsen ben seçim olmasını istemem. Pek çok arkadaşımız da aynı şekilde. Milletvekili olarak devam etmek isteriz yani…””
Türkiye’de artık çok az şey bizleri şaşırttığı için bu da sıradan bir konuşma olarak kayda geçti.
Bana sorsanız, şahsen ben kimsenin hiçbir yere gitmek istemediğini düşünüyorum. Çünkü şahsen ben güzel Türkiye’mizdeki bu güzel manzarayı hırsından çatlayacak adamların öfke tablosu olarak görüyorum.
Sağ bölünüyor, ortaya “”yeniyim”” diyenler çıkıyor. Sol bölünüyor ortaya “”yeniyim”” diyenler çıkıyor. İslami kesim bölünüyor ortaya “”yeniyim”” diyenler çıkıyor. Yüzler değişmiş, yürekler aynı hırsla dolu bir grup adam…
Bir de durup durup küllerin arasından yeniden gelmeye çalışanlar var ki… Sormayın gitsin.
Kendileri için bir şey istiyorlarsa namertler, yani!