Arman Suciyan takı tasarımcısı. Önemsediğim usta-çırak ilişkisinin çok güzel bir örneği. Bugün çok iyi ile gerçek vasat arasında yalpalıyoruz. Hayatımıza giren ürün, hizmet ve fikirler ne yazık ki “vasat” sınıfına yakın. Peki her şeyi ustadan mı öğrenerek vasatla mücadele edilir? Hayır, bugün yapılması gereken usta çırak ilişkisini kaliteli eğitimin içine entegre edebilmek. Bu yüzden sizlere bir takı tasarımcısı ve onun yolculuğu üzerinden ulaşmak istiyorum.
Suciyan, Kapalıçarşı’dan başlayıp Madonna ve Guy Richie çiftinin alyansını tasarlamaya uzanan enteresan bir yolculuğun kahramanı. Kapalıçarşı, Londra ve Milano deneyimi ortaya özgün bir stil çıkarmış. Aslında ağırlıklı erkek aksesuarları, en çok da erkek kemer tokalarıyla tanınıyor. Özellikle üzerinde durduğu koleksiyonlar diyebiliriz. Alışılagelmiş olarak neredeyse herkes daha fazla kadınlar için koleksiyonla ortaya çıkmaya çalışırken… Alışılagelmiş olmayan bir konu daha var, takılarının hikayesi. Hepsinin bir içeriği var. Tasarımına yalnızca bir form diye bakamıyor ona bir hikaye bir yolculuk yüklüyor. Derdini, fikirlerini bazen bir yüzük, bazen bir kemer tokasında anlatıyor.
Nereden esinleniyorsunuz?
Şu an ortada olan 3 tane koleksiyonum var. İki tanesi erkekler için, bir tanesi kadınlar için. Üçünün de tasarım lisanı apayrı. Mesela bir tanesi Intersections – erkekler için “Kesişimler” diye bir koleksiyon. Bu biraz benim çocukluğumun İstanbul’u ile bağlantılı. Kesişimde şöyle bir şey var. Çocukluğumun İstanbul’unda eski püskü Amerikan otomobilleri çok iz bıraktı. Savaş sonrası o Amerikan zafer sarhoşluğu, bol metal, bol krom, bol benzin harcayan araçlar. Bunların formları bana çocukken her zaman çok boğuk geliyordu. Bir de İstanbul’un peyzajına da ben bunları bir türlü oturtamıyordum.
Çünkü küçük sokaklar ve çok büyükler.
Evet. Bana çocuk kafamla bir şekilde buraya inmiş unutulmuş eski uzay gemilerini çağrıştırırdı, sonra bir şekilde hayatlarına devam ediyorlarmış gibi geliyordu. Ama bu o mükemmel şekilde temizlikleri değil de kullanılmışlıkları, paslanmış halleri… pasların arasında parlayan bir krom parçalar, şoförlerimiz kendileri vazo gibi şeyler uydurmuş. O hayata girmişliği beni çok etkilemişti. Ama onların tasarımları, volümleri, üzerindeki süslemeler vs. hep bende kaldı. Sonra Londra’da tasarım okuyunca kütüphanede vakit de buldum. Nasıl başladığını, Amerika’da nasıl bir süreçten geçtiğini vs. okudum ve böyle görsel notlar üzerinden takı tasarımı da okuyunca, bunlar erkek kemer tokasına dönüştü.
Burası tuhaf. Amerikan arabalarından takı derken değişik. O formların bu kadar maskülen ve estetik olabileceğini düşünmemiştim.
Evet. Çünkü savaş öncesine de baktığınızda bir streamline aerodinamik tasarım formundan yola çıkarken savaş sonrası daha agresifleşiyor. Agresifleşmek derken savaştan zaferle çıkmış bir Amerika söz konusu, ellerinde bol miktarda metal var. Bu metalleri bir şekilde tekrar ekonomiye sunmak durumundalar. Dolayısıyla ne kadar metal harcadıkları çok büyük bir sorun değil. Ortalama bir Amerikan arabası 1950’lerde 2 ton çekiyor. Kullandıkları sacın metali 2 mm. Aslında gördüğünüz hep roket gibi, uçak burnu gibi şeyler hep onlara atıfta bulunuluyor. O arkadaki kanatlar vs.
Sizin motiflerde de var ama.
Var. O genelde birebir arabanın kopyası değil de o atmosferi kendime göre yorumluyorum. Bunların petrol krizine kadar müsriflikleri devam ediyor. Biz zaten onlardan çok önce İstanbul’da orijinal arabaların motorlarını dizel ile değiştirmiş vaziyetteyiz. Çünkü dolmuş olarak kullanmak için bizim o kadar petrol rahatlığımız yoktu. Onların o detayları, aşırı işçilikte beni zaman içerisinde etkiledi. Şimdiki otomobillerin tasarımlarına bakıyorsunuz mesela General Motor’da bir otomobil süsleme departmanı var, sonra da üstüne kromaj yapıyor.
Bir de bilseler Türkiye’de bir takı tasarımcısı var. Bunun üzerine erkek tasarımları yapıyor. Kadınlar da var mı?
Kadınlarda yok. Niye kemer tokası diye sorarsanız kemer bana daha fazla kendini ifade etme alanı verdiği için diyebilirim. Sonra yüzükler, kol düğmeleri vs. başladı. Erkekler mekanik, teknik detayları seviyorlar. Bunları da göz önüne alarak bir de otomobil vs. bu tür detayları sevdiğimiz için onları kendime göre tasarım lisanı ile yorumladım.
Kadın koleksiyonunun ismi de “Odyssey” – Yolculuk. O koleksiyonun ana kahramanı da uzayda yolculuk eden bir dişi tanrıça. Uzayda yolculuk ederken enerji formunda. Zaman uzay mefhumu olmadan yolculuk eden bir enerji huzmesi gibi. Enerji huzmesini de ben damla formunda yaptım. Damla formundan giderek tanrıçamız uygun, kendinin seçtiği gezegenlere inerek damlıyor. Damlarken mitolojik kuşlara dönebiliyor. Damladan kuşa evirilme gibi şeyler var.
Nasıl bir hayal dünyanız var?
İyi olduğunu düşünüyorum.
Ben de iyi olduğunu düşünüyorum. Çünkü uzaydan geliyor, orada büyük bir özgürlük ve sonra damlıyor. Sanki bir yere sıkışıyormuş gibi ama oradan birdenbire uçuyor.
İndiği gezegende hayatın başlaması için gerekli elementleri sıraya koyan bir varlık. Cesur tasarımlar.
Üçüncü hikâye?
Üçüncü hikâye gene bir erkek koleksiyonu. Onun adı da “Dragon Knot” – Ejder Düğümü. Bu benim Uzakdoğu metal işçiliğine olan merakımdan kaynaklanıyor. Okulda eğitim görürken daha fazla Japon metal işleme teknikleri, çinileme, metal süsleme üzerine kitaplardan araştırma yaparken müthiş bir metal işçiliğinin ve müthiş bir bezeme sanatının olduğunu gördüm.
İşin hikâye, tasarım ile uygulama boyutu var. Bir de işin çıraklığı var. Kısaca anlatmanız mümkün mü?
Bizim Kapalıçarşı’da 550 senedir devam eden bir usta-çırak ilişkisi var. Meslek hep ustadan çırağa aktarılarak ilerlemiş. Her zaman bu böyle geldi. Ben de bu tırnak içerisinde enstitüye aşağı yukarı 15-16 yaşlarında yazları giderek alaylı başladım.
Aynı zamanda mekteplisiniz. Hem de iyi bir mektepli.
Evet. Bende mektep sonradan geldi. Mektebe gittiğimde ben zaten 7 yıllık alaylıydım.
Büyük cesaret değil mi? Alaylıdan mektepliye devşirilmek daha zor olabilir mi?
Benim için çok zor olmadı ama seçtiğim yol o zamanlarda Kapalıçarşı’da tercih edilen bir yol değildi. Çok şanslıydım. Ebeveynlerimin büyük özverisi ve yatırımı oldu. Ben çocukluğumda resim ve heykel ile her zaman ilgiliydim. Ne zaman ki Kapalıçarşı’ya gitmeye başladım, orada hep geleneksel şeyler yapıyoruz, yurt dışında yapılanların versiyonları vs. Peki kendin ne yapabilirsin?
Kapalıçarşı deyince aklıma belli kordonlar, şunlar, bunlar, daha klasik şeyler geliyor. Siz o klasik yapıya hiç girmemişsiniz. Farklı bir yapı ortaya çıkmış.
Aslında ilk girdiğim atölye daha fazla Avrupa tasarımlarını takip ederdi. Asıl benim takıdaki tasarım mefhumu ile ciddi yakınlaşmam Misak Toros atölyesinde oluyor. Misak Toros, Nişantaşı’nda ama Torosyan ailesi Kapalıçarşı’dan gelmiş.
Sizin şansınız Ermeni bir ailenin evladı olmak mı? Çünkü sanatçı kimlikleri olan özel zanaatkar insanlar.
Her kesimde bence pırıltısı olan insanlar vardır. Çevrenin yönlendirmesi çok büyük bir faktör. Bizde kuyumculuk, takı geleneksel iş dalıdır diyeyim. Altın bilezik olabilir. Yurt dışına çıktığınızda görüyorsunuz ki herkes bir şeyler yapabiliyor. Benim için belki biraz burada ebeveynlerimin yönlendirmesi, biraz çevremin tanıdıkları vs.
Bir de atölyeler.
Bir de atölyeler. Mesela özellikle Misak Toros’un atölyesinde takı yapımında tasarımın yani fikrin ortaya konması, kendine özgünlük, bir tasarım dilinin olduğunu söyleyebilirim.
Onlar da mı mektepliydi?
Hayır. Misak bir süre kimya üniversitesine gitmişti ama o da babasının yanında çalıştı. 4 jenerasyondur babadan oğula geçmiş.
Ustalık var, göz var, yatkınlık var.
Misak’ta özellikle vardı. Çünkü çok yönlü bir sanatçı idi. Türkiye’nin önemli klasik gitar bestecilerinden, tiyatro direktörü, tiyatro yönetmenliği yapmıştı. Tiyatro dekoru üzerine vs. çalışmış.
Sizde de farklı şeyler var. Heykel var. Doğru değil mi?
Evet.
Bir hikâye anlatmak derdiniz var.
Bu çok yönlülüklerle ilgili yani takıya odaklandığınız zaman yaptığınız takı da farklı olmaya başlıyor. Mesela ön plan, arka plan, rölyef vs. yaptığım bir şey dümdüz olmasın, öne doğru bir hareket olsun falan. Bunlar aslında güzel sanatlarda resim çizerken, heykel yaparken söyledikleri şeyler. Ama bunlar takıya taşınmıyordu.
Uygulanmıyordu.
Evet. Bunları gördüğünüzde müthiş bir kütüphane yani çok büyük olmamakla beraber ama 150 senelik geçmişe doğru kendi ailesinin çizdikleri vs. yani çizim var. Önemli olan o. Sürekli kağıda alınmış, Hint mürekkebi ile yapılmış eskizleri görüyorsunuz.
Siz bu şekilde büyüdünüz.
Evet. Babasının, dedesinin yaptıklarıyla. Aşağı yukarı 3-4 sene kaldım ama açıkçası çok uzun bir süre de değil.
Uzun süre kalsaydınız belki de kopmazdınız.
Yani çok kendine has tarzda bir şey yapmak nasıl bir şey, kimlik nasıl bir şey, biraz temelleri orada atıldı. Bu bilgi ile ben 1994’te burada British Council’in eğitim fuarlarında mülakatlarla başladık. Sonra İngiltere’de Kent Institute of Art & Design’a kabul edildim. Orada Jewelry Design bölümünde eğitim aldım. Oraya geldiğim zaman her şeyin akademik olarak nasıl tasarlanacağı, tasarımın nasıl sunulacağı… Buradan aldığım 7 senelik bilgi beni müthiş rahatlattı.
Onlara değişik gelmişsinizdir.
Evet, çok. Hocaları rahatsız etmeyen bir tip, bir tarafta kendi başına kendi problemini kendi çözen. Teknik olarak zaten nasıl yapılacağını biliyordum. O konuda çok fazla yardıma ihtiyacım yoktu. Onun üzerinden müthiş bir kütüphane bir de sürekli başka disiplinlerle beraber ve arkadaşlık halindesiniz. Siz kendi atölyenize gitmek için moda tasarımının atölyesinden geçiyorsunuz.
Madonna ile buluşmanızın hikâyesini bir anlatsanıza.
Kent Institute’de okurken ben bir staj yapmak istedim. Hem okula hem staja gittim. Daha önce okuldan mezun olmuş bir tasarımcı olan Steven Webster’ın o zaman 4 kişilik ufak bir atölyesi vardı. Tezgahta çalışacak yardımcı birini istiyormuş. Hocam beni önerdi. Haftada 2 gün, cuma cumartesileri Rochester’dan Londra’ya gidiyordum. Bu arada okul bitti ve beni full-time istediler. Kabul ettim. Zaman içerisinde 4 kişiden biz 9 kişilere çıktık. Atölyenin bilinirliği değişti. Bir gün sipariş formu geldi, çok gizli, üzerinde isim falan yok, kimse konuşmuyor, biz ne olduğunu bilmiyoruz. Siparişte basit bir platinium alyans ve başka bir tek taş. Çok acil bir şekilde onları yapmaya çalışıyoruz. Ama müthiş bir gizlilik vardı.
Herkes ne kadar yer alıyor? Bire bir hepsini yaptınız mı?
Ben mesela çok heykelsi olan şeylerde kendime iş edinmiştim. Bazısı mesela çok iyi taş takabiliyordu. Böyle kompleks projeler olduğu zaman biri bir kısmını diğeri bir kısmını yapıyor.
Madonna olduğunu ne zaman anladınız?
Teslimattan sonra.
Standart bir şey mi yaptınız yoksa çok özel bir şey mi?
Özel bir şey olduğunu söyleyemem. Aslında basit bir platinium alyanstı. Ama enteresan olan o zaman artık şimdi evli değil, kocası Guy Ritchie de aynı tasarımcıya ondan habersiz bir tasarım vermiş. Yani çapraz ateş altında gibiydik. İkisi de birbirinden habersiz aynı tasarımcıya birbirleri için yüzük sipariş ediyorlar.
Daha sonra Milano ve Türkiye değil mi?
2004’te Milano’ya geçtim. 4 sene kadar orada kaldım. Milano’da özel bir okulda benim üzerinde çok yoğunlaştığım heykel, mumla takı modelleme üzerine dersler verdim. Bu arda freelance Türkiye, İngiltere, İtalya üzerinden pre proje bazında çalışıyordum. Türkiye’ye 2008’de döndüm.
Nelerden besleniyorsunuz?
Böyle set bir kural yok. Çok enteresan şeyler tetikleyebiliyor. Çok basit şeylerde. Çocukluğumdan gelen bir doğal meraklılığım var. Bu böyle bir merak, öğrenmek istiyorum bir şeyi ve arkasına düşüyorum. Eskiden biraz zordu ama şimdi internet var. Daha fazla araştırabiliyorsunuz. Daha fazla görsel veriye rahat ulaşabiliyorsunuz. Örneğin eskiden Metropolitan Müzesi’ne gidemiyordunuz, göremiyordunuz ama şimdi artık internetten takip edebiliyorsunuz… Görsel hafızam çok iyidir. Bir de bazı şeyler var doğal olarak çok yakın mesela doğa tarihi, süsleme tarihi, metal işlemeler, tasarım tarihi, bilim kurgu, bunlar hep benle olan şeyler.
El ile yaptığınız uygulamalar işin ne kadarını alıyor? Tüm tasarımları yapıyor musunuz?
Bütün tasarımları prototip olarak en azından kendim memnum olduğum hale getiren benim.
Benim hoşuma giden tarafınız usta- çırak ilişkisini çok iyi kullanmışsınız, sonra mektepli olmayı çok önemsiyorum. Ama bugün tezgahta bu işi çözüp ondan sonra eğer imalatı olacaksa başkasına bunu devrediyorsunuz.
Aslında geleneksel zanaat, yani tezgâhtan geliyorum. Dolayısıyla ilk önce bir şeyin nasıl yapıldığını öğrenmiş bir insanım. Sonra bir şeyin fikir ve tasarım halini üstüne öğrenmiş durumdayım. Zaten otomatikman tasarladığımı nasıl çözeceğimi de öğrenmiş olarak tasarımı öğrenmeye başladım. Bir de doğal olarak çizgi ve kalemle, formla, heykelle haşır neşirliğiniz olduğu zaman insanın kafasında 3 boyutlu hayal etme doğuyor. Ben yapmak istediğim bir şeyin bitmiş halinin, formunun ne olacağını çok yakın bir şekilde kafamda canlandırabiliyorum. Dolayısıyla başka bir ustaya bunu anlatmak çok zor. Yani çok iyi bağlantı kurabileceğiniz belki birilerini zaman içerisinde bulup bir senkronizasyon oluşabilir.
Eskisi kadar, var mı?
Daha çok olsa şikâyet etmem. Bence okullardan giderek daha fazla katılım oluyor. Türkiye’de de artık eskisi gibi, benim zamanımdaki gibi değil, şimdi daha fazla takı tasarım okulu vs. var. Onlardan zaman içerisinde katılanlar oluyor. Bence bu 550 senelik know-how’ın, yani bu zanaatın bir şekilde bir akademik kuruma entegre edilmesi lazım.
Meslek okulları var. Mersin’de bir üniversite var. Marmara Üniversitesi’nde bir bölüm var. Başka bir üniversitede 4 senelik bölüm var Gayrettepe’de.
Eskiden hep çırak gelip yeni nesil geliyordu. Aslında çırak uzun zaman bir ekonomik çözümdü. İşte aileye destek vs., çocuğa bir altın bilezik falan. Ama zaman değişti. Herkes okumak istiyor. Okuyarak mesleğe angaje etmek, bir de okurken bunun tasarım tarafını, sanat tarafını, sanat tarihini, belli şeyleri de vererek, bir taraftan klasik know-how’ı bunun içine entegre etmek; benim İngiltere’de okuduğum okul tamamen bunu yapıyordu. Geleneksel tezgah bilgilerini, üretim bilgilerini alıp öğrencilere tasarım, kendi kimliklerini yaratma gibi şeylerle bir arada tutarak belli yüzdeler içerisinde bunu hep destekleyen, ileri götüren bir sistem. Goldsmiths Company diye bir vakıf var, bütün takı ve mücevher üreticilerinin kalitesini, tasarımdaki ilerlemeleri takip ediyor.
Meslek odaları var.
Kraliyet loncası diye geçiyor.
Evet, lonca. Bunlar bizde de olan yani odalar, eski ahilik, çok özel ve önemli şeylerdi. Unuttuğumuz için en azından hatırlamak adına sizinle bu sohbeti yaptığıma çok mutluyum.