Anayasa görüşmeleri beklendiği gibi geçti. Birbirine hakaret edenler, birbirinin üzerine yürüyenler… Meclis’te hemen hergün yaşanan görüntüler bunlar… Lafı gediğine koyan karşı kaleye gol atmış gibi seviniyor. Vekiller sağolsunlar sağduyulu… Tehlikeyi sezdiklerinde, arkadaşlarını kurda kuşa yem etmiyor, hatta zaman zaman başka partinin ve hatta bağımsızların imdadına yetişiyorlar. Dayak yemesi muhtemel olanı aralarına alıyor, etrafını kale gibi çeviriyorlar. Tehlike büyük olmalı, bir vekil eşi, bir gazetenin pazar ilavesine verdiği demeçte, eşinin Meclis’te can güvenliğinin olmadığını söyleyebiliyor. Bir grup diğerine Sen Hitler’e benziyorsun diye bağırıyor, “hayır senin Şef’in benziyor” diye karşılık alıyor…
Bugün neye uzlaşmasam diye uyanmak, yataktan kalkarken bugün acaba kiminle çatışsam diye düşünmek, yorucu olsa gerek. Karşı tarafı nasıl çileden çıkarsam, zayıflatsam… Ne yapsam da kandırsam, ne yapsam da hata yapsalar…
Öfke mesaisi çok zor. O kadar öfkeleniyorlar, o kadar çok çatışıyorlar ki kimi ve neyi temsil ettiklerini, sorunlarını unutuyorlar.
Uzlaşma yerine çatışma üzerine kurulmuş yaşamlarını dizi filmlerde rol keser gibi yaşıyorlar…
Diyebilirsiniz ki, “Sen de çok oluyorsun ama, ben herkesle uzlaşmak zorunda mıyım? Koyun muyum ben? Sana mı soracağım. Sen beni ne sanıyorsun, ben her söyleneni kabul edecek kadar kafasız mıyım?”
Estağfurullah o nasıl söz! Kafalar çalışıyor yumruklar konuşuyor.
Türkiye’de kafa ve yumruklar yarışırken, denge zaman zaman kaçabiliyor. Son zamanlarda yumruklar kazanıyor silahlar konuşuyor. Ahmet Türk, Samsun’da, Enerji Bakanı Taner Yıldız şehit cenazesinde yumruklu saldırıya uğradı. İkisinin de burnu kırıldı. Futbolcular antreman sonrasında yumruklaştı. Sokakta çocuklar yumruklaşıyor, büyükler öldürüyor. Adamın biri öldürdüğü kadınları soğukanlılıkla anlatırken, ayırdetmediğini, önüne çıkanın kafasına sıktığını söyledi. Biraz güzel kokanı tercih ediyormuş… Vekillerden birinin oğlunu geçtiğimiz sabah haberlerinde yerde adam tekmellerken izledim. Bir alışveriş merkezindeki dükkanından tahliye edilmek istenmesine sinirlenmiş! Haklı da olabilir. Kimbilir…
Velev ki, haklı. Hepimiz her haklı olduğumuzda yumruğu sıksak, silaha sarılsak ne olacak? Oldu bile. Teksas gibi çevre…
Ahmet Türk ve Taner Yıldız’ın burnu kırıldı. CHP Kayseri Milletvekili Şevki Kulkuloğlu, kürsüden “Kıvırtan Bir Başbakan İstemiyorum” yazılı döviz açtı.
İşletme literatüründe çatışma konusunda değişik görüşler var. Geleneksel yaklaşım çatışmayı kötü olarak damgalıyor. Şiddet, yıkım, mantıksız gibi kelimelerle tanımlıyor. Zayıf iletişim, insanlar arasında açıklık ve güven yoksunluğundan kaynaklandığını söylüyor. Davranışsal görüş, çatışmanın kaçınılmaz olduğunu, yönetilmesi gerektiğini söylüyor, yönetildiğinde olumlu sosyal sonuçları olacağına hükmediyor. Etkileşimci görüş ise çatışmanın kaçınılmaz olduğunu, aşırıya kaçılınca zarar verceğini, buna karşın gerektiğinde teşvik edilmesi gerektiğini savunuyor.
Görüşleri bir potada eritsek, çatışmanın kötü olduğuna hükmetsek, zaman kaybı yarattığını göstersek, yönetmek suretiyle durumdan karşılıklı yarar sağlanabileceğini aktarsak, inandırabilir miyiz kimseyi?… Dikkat çekmez değil mi… Yeterince sansasyonel değil, bu film gişe yapmaz.
Gişe yapan filmin senaristi daha çalışkan. Kafayı çalıştırıyor, yumrukları konuşturuyor, boğazları şişiriyor… Bilmem farkında mıyız, birileri yönetiyor öbürleri çatışıyor. Yönetenlerin mutfak ekibinden birisi yeri geldiğinde ortaya bir çorba kaşığı polemik, bir tutam çatışma atıldığını söylüyor. Herkes bu röportajı güle oynaya okuyor. Çatışma her alanda kabullendiğimiz bir kavram anlayacağınız. İslamcılar-Laikler, Fenerbahçeliler-Galatasaraylılar, CHP’liler-DPliler (Bugünlerde CHP-AKP) gibi kamplaşmalarla yaşamaya alıştık. Ya o kamptan ya da bu kamptansın. Sakın normal olma! Gerekiyorsa ayrışmayı ve kamplaşmayı körükleyecek yeni sıfatlar üretmekten çekinme, yaratıcı ol: Ilımlı İslamcı, Ergenekoncu gibi… Ne olursan ol ama sakın normal olma!
Kıbrıs kökenli bilim adamı Vamık Volkan’ı elimden geldiğince izliyorum. Uzun yıllardır ABD’de yaşıyor. Dünyanın değer verdiği bir isim. Aralarında ABD, Rusya gibi ülkelerin bulunduğu Ortadoğu gibi bölgelerin yer aldığı çatışma alanlarının gözde ismi. Çatışma yönetimi konusunda hükümetlere, kurumlara, vb. danışmanlık yapıyor. Volkan, çatışmaları insanlık tarihine bağlıyor:
“İnsan tarihinin başlangıcından beri insanların gruplaştıklarını tahmin edebiliriz. Başlangıçta gruplar gıda bulmak, seks yapmak ve kendi sülalelerinin devamını sağlamak için ritüeller geliştirerek birbirleri ile çatıştılar.”
Biz yırtıcı olanın hayvanlar olduğunu düşünürüz. Onların ayakta kalabilmek için sürekli çatıştıklarına hükmederiz. Meğer tam olarak öyle değilmiş: “Eğer Güney Afrika’daki Kruger Park gibi hayvanların doğal olarak yaşadığı bir yerde bir iki hafta kalsanız ve hayvanların nasıl yaşadıklarını ve ritüellerini yakından izleseniz psikanalizin esas psikobiolojik kavramlarını öğrenebilirsiniz” diyor Volkan. Galiba hayvanlar aleminin bile bir sistemi var. Biz de ise yumruğun nereden ve ne zaman geleceği belli değil.
Gelecekten umutlu musunuz? Çatışma uzmanı Volkan’a göre insan aklı geliştikçe bu çatışmalar devam edecek. Dahası teknolojideki gelişmelerin de çatışmaları körükleyeceğini düşünüyor. Somut olarak daha üstün olma, daha kuvvetli olma, daha zengin olma, daha akıllı olma, daha sevilen olma ve en sonunda “benim büyük grup kimliğim senin büyük grup kimliğinden daha iyidir“ duygusunu korumak için insanlar tarih boyunca bu çatışmalara devam ettiler ve edecekler…
Yönetim literatüründe çatışma konusu kadar çatışma yönetimi yöntemleri de zengin. Istenmesi halinde çatışmaların farklı yöntemlerle çözümlenebileceği ifade ediliyor. Kaçınma / Problem Çözme Yaklaşımı / Yumuşatma / Güç Kullanma / Taviz Verme / Pazarlık… Bunlar, Çatışma Yönetimi Teknikleri arasında sıralananlar.
Literatürde olmayan bir öneri sunabilir miyim? Çatışma yerine mücadele!… Ne dersiniz, yerini tutabilir mi. Çatışmak acıtmakla neredeyse eş anlamlı. Mücadele ise çabalamak anlamıyla yüklü.
Çatışma bilgiden yoksun, duyguyla ve art niyetle yapılıyor. Mücadele içerikle. İçerik demek, bilgi demek. İçeriği olmayan insanların kalıba önem verdiğini görüyorsunuz. Kalıbı yoksa silaha… İçerik ise aslında silahların en güçlüsü. Zahmetli olmak gibi bir kusuru var. Uzun sürüyor. Öğrendikçe, güç kullanmaktan uzaklaşıyorsun. Bilgi arttıkça merak kat sayın artıyor, soruların çeşitleniyor.
Doğduğumuz anda mücadele etmeye başlıyoruz. Demek ki yapabiliyoruz. Zaten yaptığımız için olsa gerek mücadele etmeyi hafife alıyoruz. Çocuklara acı uslubumuzla konuşuyor, köşelerini sivriltiyor, dillerini biliyoruz. Bizden ne görseler maymun gibi taklit ediyorlar. Kısa zaman içinde çatışma ve neticesinde kapışmayı öğreniyorlar, kamplara ayırılıyorlar ve günün birinde onlar da çocuklarına bildikleri tek yaşam şeklini aktarıyorlar. Sayıları arttıkça bilgiyi boğuyorlar.
Bu çatışma ve öfke mi bizi geleceğe taşıyacak? Bu üslupla mı geleceğe yürüyeceğiz?
Benim çatışmadan umudum yok, ama mücadele bizi geleceğe taşıyabilir. Çatışmamak için mücadele edelim, şansımızı kendimiz yaratalım.