Kurumların, içeriden ve/veya dışarıdan iyi fikre kucak açmasına “açık inovasyon” deniyor. Gördüğüm en akıllı işlerden biri. Biraz daha kurumsal bir dille ifade etmek gerekirse, farkı gözetmeden hem dış AR-GE kaynaklarından yararlanarak yeni ürün, hizmet ve teknoloji geliştirmesini hem de kendi AR-GE kaynaklarının başkaları tarafından farklı pazarlarda değerlendirilerek değer yaratmasını vurgulayan inovasyon yönetimi yaklaşımı.
Neden? Çünkü, yaşamın her alanında “hayat döngüsü” hızlandı. Ürün için de, hizmet için de… Siyasette, tıpta, sosyal bilimlerin hepsinde, ekonomide… Tempolu ve gelecek vaadi yüksek kurumlar bile geliştirdikleri ürün ve hizmetleri satamazlarsa ayakta kalamıyorlar. Ürün hizmet satışı ihtiyaçla doğrudan ilgili. Satabilmek için rakipten daha farklı ve iyi olmalarına gerek var. Tek başına en iyi makine parkı, en son teknoloji ve en çok para çare olamıyor. İyi fikir olması gerekiyor. Şirketlerin ayakta kalabilmeleri için yaratıcı olmaya, yaratıcı fikir geliştirmeye ihtiyacı var.
Bununla birlikte yanlış bir algı göze çarpıyor: Ne kadar AR-GE o kadar inovasyon! AR-GE çok önemli ama en inovatif şirket en çok AR-GE yatırımı yapan şirket anlamına gelmiyor. Örneğin, Apple, Google ve 3M birlikte toplam 9,2 milyar dolar AR-GE yatırımı yapıyorlar. Samsung tek başına 9 milyar dolar harcamasına karşın “en inovatif” şirket değil.
Kaynak: Business Insider (2013)
Türkiye’de durum ne diye soracak olursanız yanıtına TÜSİAD’ın bir kaynağında rastladım, genel durumu özetleyen bu ifadeleri sizler için alıntılıyorum; birçok sektörde artan AR-GE maliyetleri istenilen kaynakların ayrılmasına müsaade etmiyor. Ürün yaşam döngüleri özellikle yüksek teknolojili sektörlerde giderek kısalıyor. Küreselleşme firmalar üzerinde rekabet ve yenilikçilik baskısına neden oluyor.
Ülkemizde kurumların ya da hepimizin önündeki engeller tek kelimeyle özetlenecek olduğunda zihniyet, kültür, eğitim…
İyi, farklı, ekonomik, satılabilir fikirleri iç kaynaklarımızla istediğimiz gibi geliştirmekte güçlük yaşıyoruz. İstediğimiz an dışarıdan da satın alma imkanı yaratamıyoruz. Elimizdeki değerleri zaman zaman başkalarıyla, başkalarının değerleriyle buluşturmak gerekiyor. Yapamıyoruz, kültür ve eğitimle alakası olduğunu düşündüğüm çünkü’lerimiz şöyle;
Türkiye’de,firmalar dışarıdan gelecek bilgiyi kullanmak konusunda isteksiz. AR-GE iş birliklerinin tasarımı ve yönetimine dair yetkinlik firmalarda olduğu kadar üniversitelerde de yeterli düzeyde değil. Kurumsal dünya ile üniversite arasındaki bilgi paylaşımı ve iletişim yetersiz. Herkes korku içinde çünkü, fikri mülkiyet haklarının korunması imkansız denecek kadar zor. Risk sermayesi ve finansman eksikliği yüksek, fikri olsa da buna destek verecek kimseyi bulamamak ciddi bir şikayet konusu, çünkü sıklıkla fikrini kaptırıyor. Hakkını arayamıyor, uyuşmazlık çözüm mekanizmaları yetersiz, bu nedenle her şey neredeyse kavgayla sonuçlanıyor. Dahası “açık inovasyon” platformları eksik, yetersiz.
İnancım o ki, her konuda her ortamda önce kendimize sonra karşımızdakine doğru soruları sormalıyız. Aksi halde yarattığımız çaresizlik içinde ömür tüketmek zorunda kalırız. Sorum şu: “Yapan nasıl yapıyor?”
Literatür taraması yapınca, içinde yaşadığımız ortamın Türkiye’ye özgü olmadığı anlaşılıyor. Batı, bizden çok önce bu dilemmayı fark ederek çözüm yolları geliştirmiş. Bunlardan biri AR-GE’ye ölçülü ve ölçülebilir şekilde para harcamak. Gelişmiş ekonomilerdeki temel öğretiyi üç temel yöntemle özetliyorlar: İhtiyaca göre, pazara göre, teknoloji kapasitesine göre fikir üretmek.
Örneklerle açıklamak gerekirse; “İhtiyaç güdümlü” olanlar, (Apple ve Procter & Gamble gibi firmalar) müşterileriyle konuşarak onların ne istediğini bulmaya çalışıyor ve yeni ürünlerini bu temelde üretiyorlar. “Pazar okuyucuları”, (Hyundai ve Caterpillar vs) gözünüzün önüne getirebilirsiniz. Pazarı yakından takip ediyor ve pazarda yükselen fikirlere yatırım yaparak hızlı bir şekilde marjinal iyileştirmeler yapıyorlar. “Teknoloji güdümlü” olanlar (Google ve Bosch gibi) ise uzmanların deneyimlemesine izin vererek yepyeni ürün yaratabiliyorlar.
Gelecek kurgusuna odaklanan kurumların fikrin nereden geldiğiyle değil, fikir üretimi ve sonucuyla ilgilendiklerini görüyoruz. Gerekirse şirket içine, şirket dışına bakabiliyorlar. Birleşmeler bile inovasyon için bir yol olabiliyor… Özetle her yerden fikir topluyorlar. Müşterileriyle, iş ortaklarıyla, tüm partnerlerle iletişimlerini devam ettiriyorlar. Bazıları, kendi içlerinde “fikir liderleri” geliştiriyorlar. Google’ın Sergey Brin’i gibi… Çoğunluk ise yöntem olarak müşterileriyle bile yeni fikir test edebiliyor..
Business Insider’ın bu konudaki gözlem ve söylemleri bir dizi araştırmanın birikimi: İnovatif firmalar, fikir ürüne dönüşmeden önce çok kere fikir değiştiriyorlar. Bu kurumlarda, inovasyonun sihri, fikir aşamasından gelmiyor, geri besleme aşamasından geliyor. Önemli bir başka özellikleri de fikir üretme başarılarını takip ediyorlar. İnovasyona değer veren firmalar, kaç fikrin gelişen bir projeye dönüştüğünü ölçüyor. Bu kurumlarda herkes inovasyona katkıda bulunuyor. Tüm çalışanlarının, her bir çalışanın yaratıcı olması gerektiğine inanıyorlar.
Açık inovasyonun en iyi örneklerinden biri P&G… P&G’nin ürün girişimlerinin yüzde 50’sinden fazlası dışarıdaki inovasyoncularla iş birliği yoluyla elde ediliyor. Şirketin geliştirdiği Connect and Develop stratejisi partnerleriyle 1000’den fazla inovasyon anlaşması doğurdu.
Hepimizin bildiği diğer örnekleri de hatırlayacak olursak resmi tamamlayabiliriz;
Apple’ın Iphone 5’i üç günde tam 5 milyon sattı. Retina ekranlı Macbook da göz alıcı çözünürlüğüyle bu konuda çıtayı çok yukarılara taşıdı. Iphone 6 ve Plus ile Apple yine ön sıralarda yer aldı…
Samsung Smart TV ve phablet, şirketin iki harikası. Samsung’un var olan cihazlara yaptığı inovatif dokunuşlar pazarda fark yaratmasını sağlıyor. Akıllı TV’lere işaret ve sesle kontrol özelliği eklemesi gibi… Ya da büyük ekranıyla bir anda akıllı telefonlarda ön plana çıkan Galaxy S3 gibi…
Microsoft, SmartGlass için Nike’dan Warner Bros’a kadar 90 şirketle birlikte çalıştı. Nike, adımları, kaloriyi, aktivite dakikalarını takip eden, hatta sosyal medyada bu rakamları paylaşabilen bileklikle Nike ayakkabıya değil, adımlara odaklanarak başarıyı yakaladı.
Google ise 7 inç tabletiyle ön plana çıktı. Nexus 7, işlemci gücü ve çok yönlülüğüyle inovasyon atılımı yaptı.
Sonuç olarak, her şey değişim içinde, yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi yalnızca ürünlerin değil var olan tüm olguların hayat döngüsü hızlandı ve kısaldı. Melek yatırım platformları da kendi paylarına düşen sorgulamayı yapmalı. İnovatif fikir arayan kurumlara rakip gibi duran modellerini modifiye ederek, onlarla hareket edebilme kabiliyeti de olan daha derin daha geniş platform türleri yaratmak yolunu seçebilirler. Açık inovasyon modelinin farklı şekillerde etki yaratacağına inanıyorum. Kurumsal yapıların melek yatırım platformlarına ihtiyacını ön görmemek mümkün değil.