Bu hafta iki soru size…
İlki, korkar mısınız?
İkincisi ise kızar mısınız?
Yanıtları sanırım şöyle;
Evet korkarım ve hem de nasıl kızarım.
Korkunuzu ve kızgınlığınızı kullanmayı denediniz mi hiç? Bunlar insanoğlunun iki temel duygusu .Geri kalan duygulara gelince ya bileşkelerinden ya da ayrı ayrı kullanılmalarından ortaya çıkıyor.
İnanmayacaksınız ama aslında aşk diye bir şey yok.
Aşk bir duygu değil. Aşk bir karar. Aşık olmaya karar verdiğiniz için aşık oluyorsunuz.
Aşk işte onun için o kadar çabuk geçebiliyor, sönebiliyor tutkuyla bağlandığınızı düşündüğünüz insanları bir süre sonra unutabiliyorsunuz.
Hani gazetelerde okuyoruz ya… Meşhur şahsiyetler iki de bir sevgili ya da eş değiştirdiklerinde; “”Aşkımız bitti… Beraberliğimiz çok yeni ancak saygılı bir ilişki yaşıyoruz… Sevgimiz bitmişti birbirimizi daha fazla yıpratmak istemedik…””
Ben hep bunları dinler ya da okurum. Ama üzerinde durup düşünmezdim.
Meğer bu insanlar çok şey biliyormuş. Hani görmüş geçirmiş bile denebilir onlara. Pek çok eş ve sevgili değiştirip, hepsinde aşk yaşayıp sonra bitirince böyle oluyor herhalde.
Ben de bunları geçen hafta öğrendim. Yemedim içmedim şimdi sizinle paylaşıyorum.
Güney Afrikalı bir guruyla tanıştım. Adı Cristopher Guy Nevill.
Yılın belli dönemlerinde ve farklı coğrafyalarında düzenlediği kişisel gelişim seminerleri dolup taşıyor. Rezervasyon çok önceden yapılıyor.
Türk Övün Çalış Güven
Duygu açısından yoğun yaşayan ve gelişmiş bir arkadaşım Nevill’in seminerlerinden birine katıldı. Dünyaya şimdi bir başka bakıyor. Bakmaya çalışıyor. Nevill ona ne yaptıysa… O kadar da ısrar ettim, oralara gitme, ben sana anlatırım dedim. Dinlemedi.
O beni dinlemediği gibi, ısrarla benim de Nevill grubuna katılmamı istiyor. Seminerlere gitmemi öneriyor. Beni duygusuz buluyor diye düşünüyorum. Sonra bakıyorum değilim. Sonra Nevill’in üzerinde önemle durduğu biraz sonra sizlere de anlatacağım korku ve öfke meselesi var… Acaba korktuğumu mu düşünüyor. Ya da beni öfke selinde mi görüyor…
Korkuyor muyum? Her Türk vatandaşı kadar! Yani üç ay sonramı gördüğümü söyleyemem. Gel de korkma. Nevill bunları anlamıyor tabii.
Biliyorum; Türk övün çalış ve güven sonra da korkma ama …
Öfkeli miyim?… İşte burada ne diyeceğimi bilmiyorum. Her Türk vatandaşı gibi Evvel Allah tabii öfkeliyim. Yaradana sığındığım zaman bir öfke bir öfke! Size de olur mu? Önce hafiften başlarsınız sonra yavaş yavaş çıkar ve ciddi ciddi öfkelenirsiniz. Durup düşünür, neden bu kadar öfkelendiğinizi ise her zaman anlayamazsınız.
Şimdi bu kişisel gelişim gurusu ne diyor biraz ondan söz edeyim.
Aşkı kontrol edebilirsiniz diyor.
Ama korkularınızı ve kızgınlığınızı hayır.
Kızdığınızda ama anlık kızgınlıklardan söz etmiyorum. Öfkelendiğinizde, öfkeli hallerinizde, benim neyim var diye sormanız gerekiyormuş. Çünkü öfke yaşadığımız duygusal bir acıymış. İçinizin acımasıymış bu.
Öfkeli olan insanlara bu açıdan bakın. Nevill’i dinledikten sonra ben bu gözle bakıyorum da ortalık biraz daha anlamlı hale geliyor.
Aslında Aşk Da Yok
Tamam anladık aslında aşk da yok ama… Bazı insanların da sürekli öfkeli olması için nasıl bir gerekçe ya da ortam olabilir sizce.
Öfke ve öfkeli insanlar dediğinizde aklınıza ilk gelenler kimler. Benim gözümün önünden film şeridi gibi geçenler doğrusunu isterseniz liderler. Hep kızgınlar, hep kızgın! Acaba nasıl bir duygusal acı içinde olabilirler? İçleri nasıl acıyor bu
adamların. Kaşları çatık, ağızlarından köpükler fışkırıyor. Hadi görüntü kötü… Ama içi daha da kötü…
Kolunuz, kafanız, karnınız ya da dişiniz ağrıdığında bir zahmet doktora koşturursunuz. Ruhunuz ağrıdığında ne yaparsınız. Bizim ülkemizde yaşıyorsanız, ruhunuzun ağrıdığını acıdığını bile bilemezsiniz ya… Haydi bildiniz diyelim, yardım alacağınız bir profesyoneli bulmak kolay mıdır?Ya da birine “”Benim ruhum acıyor”” diyebilir misiniz.
O zaman ruhunuz acıdığında ne yaparsınız, acısını başkalarından çıkarırsınız.
Bizi yöneten öfkeli adamların “”ruhum acıyor”” dediğini düşünebiliyor musunuz.
Ben isterdim söylemelerini, daha az kızgın olmalarını, Yüreklerini öfkeyle dolduracaklarına, aşık olmaya karar vermelerini tercih ederdim doğrusu.
Liderler Aşık Olsun
Böylece öfke sarmalı içinde yalnız birkaç kişisel duygunun etrafında döneceklerine, daha rahat olup hizmet ettikleri insanları düşünüyor olmalarını isterdim doğrusu.
Hizmet etmek demişken, lider hizmet eder mi, yoksa lidere hizmet edilir mi?
Futbol klüplerinde bile lidere hizmet ediliyor farkındaysanız, Lider oraya altına halılar serilip, yalvarıp yakararak getirip oturttuğunuz bir insan sanki.
Tabii bu anlayışın altında yatan diğer bir duygu da korku. Peki ya giderse? İki temel duygumuzdan biri.
Liderler öfkeli, yönetilenler ise korku içinde. Her iki taraf da duygularını kontrol etmesini bilmiyor. Her iki taraf da aşık olmaya karar veremiyor.
Siz de çok iyi bilirsiniz ki, yönetim literatüründe liderlik kavramı pek popülerdir ve bu kavramın tanımına ilişkin çeşitlemeler pek fazladır.
Lideriniz Hizmetinizde
Liderlik kavramının son zamanlarda duyduğum en kısa tanımı şöyle: “”Lider sizin hizmetlinizdir.”” İkinci cümle; “”Lider hizmetinizdedir.””
Sanıyorum hepimiz bir görüş üzerinde birleşebiliriz artık; hemen iki satır önce sözünü ettiğim lider kavramı bizim buralara uğramamış değil mi? Çünkü bizim buralarda liderlik kavramını şöyle açıklamak mümkün; “”Siz liderinizin hizmetinizdesiniz.”” Ya da “” Liderimin kulu kölesi olayım””
Nasıl ama, haksız mıyım?
Gerçek Lider Hizmetçi Mi?
Sizin lider tanımınızı da merak ediyorum. Lider diyebildiğiniz kaç kişi var?
Nevill dünya üzerinde gerçek liderlik statüsüne yaklaşan halen yaşamakta olan kimse olmadığını düşünüyor. Geçmişe ait örnekleri var.Atatürk bunlardan biri. Ama yaşayan…
Cümlesini bitirir bitirmez, “”Biri var aslında”” dedi. Sonra sustu. “”Kimmiş”” dedim, söylemekte tereddüt etti. Yanlış anlarım diye çekindi.
Çekinmekte haklı verdiği örnek kim biliyor musunuz?
Osama Bin Laden. Yüzyılın lideri. Evet, bildiniz romantik görünümlü, cani…
Gerekçe aynen şöyle; Osama Bin Laden hem vizyoner hem de arkasından yürüyen insanlarla birlikte ve onların hizmetinde.
Osama Bin Laden ya da El Kaide örgütünün neden ve nasıl başarılı olduğuna dair benzetmeler, analizler son günlerin en popüler konularından.
Akademik makaleler, seminer ve konuşmaların önemli bir bölümü bu konu üzerinde…
El Kaide Sivil Toplum Kuruluşu Mu?
Sanırım kulak vermek gerekir. Foreign Policy Dergisi editörlerinden Moises Naim de konuya farklı bakanlardan. Şöyle bir soru soruyor:
El Kaide’nin Amnesty International ya da Greenpeace’le ortak yanı nedir?
Şaşırmakta haksız değilsiniz, ama ortak yanları var. Her üçü de, bireylerden oluşan esnek bir ağ yapısına sahipler. Her üçü de inandıkları tek bir amaç uğrunda birleşiyor ve o bir amaç için mücadele ediyorlar. Ve yine her üçü de yaygınlaşan iletişim ve ulaşım kanallarını inanamayacağınız kadar iyi kullanıyorlar. Anlayacağınız Yeni Ekonomi’nin içinde yüzüyorlar, hatta onu kendi içlerine sindiriyorlar, bir parçaları haline getiriyorlar.
Bu tür örgütler yığınlar halindeki sempatizanlarının küçük küçük yardımları ve sınırlı sayıdaki cömert bağışçının yarattığı bütçelerle besleniyorlar. Ve sempatizanları tek bir amaç etrafında toplamakta başarılı olabiliyorlar.
El Kaide’inin diğerleriyle kıyaslandığında en önemli farkı Batı medeniyetini yakmak ve yıkmak. Diğerleri ondan burada kesin bir u dönüşüyle ayrılıyor. Onların amacı yapmak ve yaşanır kılmak.
1990′ların sonu sivil toplum kuruluşlarının birer birer ortaya çıktıkları, daha önce ortaya çıkmışların giderek geliştikleri önemli bir dönemdi. Aynı dönem tüm dünyada siyasi partilerin de çöküş içinde oldukları yıllardı. Sivil Toplum Kuruluşları bir amaç etrafında koşup sempatizanlar listelerini şişirirken, siyasi partiler ne yazık ki, tam olarak neyin peşinde koştuklarını anlatmakta başarılı olamadılar. Üstelik bir amaç etrafında birleşmek şöyle dursun, birden fazla amaç için bir araya gelmiş, zaman zaman ortaya attıkları fikir ve taahhüt ettikleri görüşleriyle çelişkiye düştüler. Karşımıza, fikir birliğine sahip olmayan örgütler olarak çıktılar. Tabii siyasi yapılanmaları zayıflatan tek neden bu değil. Aynı zamanda içinde bulunduğumuz siyasi ve ekonomik istikrarsızlık nedeniyle de siyasi partiler konsept olarak ciddi zarar gördüler.
Siyasi Partilerin Açmazı
Eski güçlerine kavuşabilmek için yapmaları gereken ne olabilir sizce. Sakın Sivil Toplum Kuruluşlarının başarısını incelemek olmasın…
Ne garip değil mi?….
Siyasilere El Kaide modeli!
Bu bakış açısı çok itici gelebilir ya da bir araya getirmek konusunda ciddi sorunlar yaşayabilirsiniz. Tavsiyem, Bin Laden örneğinin hastalıklı, çağdışı ve aykırı taraflarına bakmak değil, yönetim ve liderlik başlıkları altında bilinçli ya da kaçınılmaz olarak kurduğu düzeni ve ulaştığı noktayı analiz edebilmek.
Çünkü, sivil toplum kuruluşlarını baş tacı eden şartlar, diğer tarafta siyasi partileri yerin dibine soktu. İletişim kanallarının ucuzlaması ve yaygınlaşması, ulaşımın yaşamımızdaki lüks unsurlardan biri olmaktan çıkıp, sıradanlaşması sivil toplum örgütlerini ve düşüncelerini tanımamızı kolaylaştırırken; siyasi partiler içindeki yolsuzlukları, itiş kakışların farkına varmamızı sağladı.
Özet olarak toplumun şeffaflaşması, siyasi partilerin zemin kaybetmesinin en önemli nedenlerinden biri.
Siyasi partiler, seçim kazanmak uğruna, temel felsefelerini bir kenara bırakıp amaç ve ideallerini rafa kaldırıp, karizmatik yöneticiyi ön plana çıkardılar. Seçimi lider üzerinden kazanmayı planladıkça da, daha fazla çamurun içine gömüldüler.
İdealler ve fikirleri benimsemeyebiliriz ya da onlara alternatifler üretebiliriz ama bir yapılanma tek bir kişi üzerine bina edilince, “”fena halde çuvallamak”” buna deniyor.
Lider üzerine bina edilen siyasi partiler diğerlerine benzemeye başlıyorlar.
Bir siyasi partiyi diğerlerinden ayıran başındaki lider mi ya da liderin kişisel görüşleri mi yoksa liderin hizmet ettiği parti ideolojisi ve liderin bu ideolojiyi yorumlarken yarattığı fark mı?
Moises Naim’in sorusuna geri dönelim. El Kaide, Amnesty International ya da Greenpeace…
Onları tanımamızı sağlayan ne? Yarattıkları farkındalık nasıl sağlanıyor?
Sivil Toplum kuruluşları, tek bir ideal üzerinde zaman zaman hastalıklı diyebileceğimiz kadar ileri giderken, o tek bir konuya sıkı sıkıya bağlanırken, Siyasi partiler, tam tersine bir yol izlediler: Bu tuttu, bu tutmadı, olmadı hadi öbürünü deneyim; bu da olmadı başka bir şey bulayım.
Sepet sepet yumurta sakın beni unutma…