Irak’a asker gönderme konusunun en heyecanlı noktasındayız. Konu unutulmuş ya da daha rahat rahat ele alınıyormuş gibi dursa da, herkes çok yakında, yine bu konuyla yatıp kalkacak.”;”
Birbirimizi eleştirebildiğimiz, eleştirilerimizi somut yargılara bağladığımız, görüşlerimizi sistematik olarak aktarabildiğimiz, magazini bırakıp bilimsele döndüğümüz, vurmadan dokundurup, küfretmeden eleştirip, can yakmadan konuştuğumuz düzeyli bir siyaset ve siyasetçi istiyorum. Bugün söylediğini yarın inkar etmeyecek, yarın söyleyeceğinin hesabını bugünden yapacak, eleştirmekten korkmayacak, sözünün ardında duracak…
Irak’a asker gönderme konusunun en heyecanlı noktasındayız. Konu unutulmuş ya da daha rahat rahat ele alınıyormuş gibi dursa da, herkes çok yakında, yine bu konuyla yatıp kalkacak.
Karar verecek tarafların üzerinde özenle ve soğukkanlılıkla durmaya çalıştıkları bir dönemden geçiyoruz. Adımlar kamuoyunu rahatsız etmeyecek, duyguları bilemeyecek kadar dikkatle atılıyor.
Bir ucunda binlerce doların, diğer ucunda binlerce canın olduğu büyük bir operasyondan söz ediyoruz.
Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal misali…
Kolay bir karar değil, yalnız bu hükümet için değil, hiçbir hükümet için de kolay değil. Kendi ellerinizle enkazın altında kalabilirsiniz. Bir daha hiç çıkmamak üzere. Gerçi burası Türkiye, siyaset enkazının altından kim çıkmamış.
Hortlaklar ülkesi…
Bu hafta niyetim siyasi analiz yapmak değil.
Niyetim farklı.
Bugün size Clinton yönetiminin Dışişleri Bakanı Madelene Albright’ın çok yeni yayınlanmış bir makalesinden pasajlar aktarmak istiyorum.
Amacım, birbirinin peşi sıra gelen ve aslında farklı siyasi partilere mensup olmanın ciddi ayrılıklar göstermediği bir ülkede yaşanan, algılama ve davranış farklılıklarını göstermek. Tabii arkasından sizin, bu algı farklılıklarının her şeyden habersiz insanlar üzerinde yarattığı etkiyi düşünmeniz.
Bir anlamda yönetim üsluplarındaki farkı ortaya koymak istiyorum. Yönetim biliminde söz edilen, uygulamaya geçtiklerinde farklı renk ve ses çıkaran yönetim araçlarından söz etmek istiyorum. Anlatmak istediklerimin diğer bir yanı da insan kaynakları… Bu, yönetimi elinde tutan kişilerin bilgi, beceri ve sağduyuları…
Albright’ın yalın bir dil ve kesin ifadelerle ortaya koyduğu görüşler çok çarpıcı. Üçüncü şahısların aktardığı ve kendisince ya da çıkarları doğrultusunda yorumladığı görüşler değil bunlar. Düpedüz bir önceki yönetimin dışişleri bakanının görüşleri. Bugün iktidarda olsalar ne kadar farklı bir yönetim anlayışının hakim olacağını anlatıyor.
Albright’ın makalesinden alıntılar yapmamın bir nedeni de Türkiye… Makalede Türkiye’den neredeyse hiç söz edilmiyor. Biz kendimizi, 11 Eylül olaylarından sonra gündemin tam ortasında sanıyoruz, ama anlaşılıyor ki, değiliz. Resmin göbeğinde değil, kenarında bir yerinde olduğumuzu kavramaya çalışmak, bu satırları yazdığım kadar kolay değil.
Neden’lerime devam edecek olursam, bu hafta böyle bir yazı konusu seçmemin nedeni, makaledeki üslup. Yukarıda söylediğim gibi çok keskin, çok yalın, çok eleştirel ama seviyeli ve demokrat.
Bridges, Bombs, or Blusters
“Bridges, Bombs, or Blusters” başlıklı makale Foreign Affairs Dergisi’nin, eylül-ekim sayısında yayınlandı:
“…11 Eylül Faciası, Başkan Bush’un şöyle bir sonuca ulaşmasına neden oldu; dünya, global güvenlik konseptini önemli bir tehlikeye sokacak, bunun içinde Amerika Birleşik Devletleri’nin mevcudiyetini tehdit edecek kadar değişti.
Bu sonuç doğrultusunda Başkan Bush, yarım yüzyıldır devamlılık gösteren Amerikan dış politikasından vazgeçmeye karar verdi. Sonucunda, müttefiklerin ve müttefik olmanın, uzun zamanda kurulan uzun süreli ilişkilerin yeniden tanımlandığı bir döneme girdik.
“Başkan Bush bu kararları alırken, kendisine uzatılan yardım elini sürekli geri çevirdi. ABD’nin 43’üncü Başkanı, Irak’a savaş ilan etmeden önce kendi görüşlerini şöyle özetledi: ‘Belki bir gün ortada kalacak olan tek ülke biz olacağız. Benim için hava hoş, çünkü biz Amerika’yız’.
“ABD tarihindeki İkinci Bush Yönetimi, 11 Eylül olaylarını kendince yorumladı, bu yorumun olabilecek yorumların arasında en doğru olanı olduğuna karar verdi. Belki de bu yüzden görüşünü aktarmak ve başkalarını ikna etmek konusunda geride ve yetersiz kaldı.
“Ve görülen o ki, dünyanın geri kalan kısmı, 11 Eylül ve sonuçlarını Amerika Birleşik Devletleri’nin bakışıyla görmüyor, öyle yorumlamıyor ve algılamıyor.
Dünyanın geri kalan kısmı 11 Eylül’ün her şeyi değiştirmiş olduğuna inanmıyor. Dünyanın böyle bir terör olayına duyarsız kaldığını söylemeye çalışmıyorum. Tam tersine, aralarında İran ve Filistin yönetiminin bile yer aldığı İslam dünyası, 11 Eylül saldırısını kınadı. Tüm müttefikler ABD’nin yardımına koştu. Çin ve Rusya bile terör karşısında birleşmeyi önerdi. Bush yönetiminin, oluşan bu sıcak, ortak görüşü değerlendirileceği sanıldı.
“Bush yönetimi iyi başladı, İkiz Kuleler’e saldırının, pek çok milletten masum vatandaşın ölümüne yol açtığını vurguladı. Taliban hedeflendi, karargahı yerle bir edildi, yönetiminde bulunanların önemli bir bölümü yakalandı. Ancak Bush yönetimi, El Kaide konusundaki başarılarının üzerinde durmaktansa, hedefini genişletti ve içinde çıkılması zor bir hale getirdi.
“Bush, 2002 Ulusa Sesleniş konuşmasında, El Kaide’ye odaklanmak yerine, şeytan üzerinde yoğunlaştı; teröre karşı bir olmak beraber durmak yerine, ABD’nin askeri gücü ve bunun dünya üzerindeki hegemonyası üzerinde yoğunlaştı. Ve Bush, El Kaide’yi yerle bir etmekten söz ederken, burada küresel bir tehlikeye karşı küresel bir mücadele tonlaması yapmak yerine, terörü, Amerikan adaletiyle dize getirmekten söz etti.
“Bush, 2003 yılında dünyanın desteğini bir kez daha almaya kalkıştı. Bu kez sanıldığı gibi El Kaide’yi yok etmek için değil, Irak’ı yok etmek için. ABD, Başkanı’nın, düşmana karşı savaş ilan etmekten başka çaresi olmadığını dünya aleme duyurdu. Böylece ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yalnızca dört daimi üyesini ikna ederek, savaş ilan etti.
“Bazıları ya da pek çok uzman, Bush yönetiminin icraatlarını, Amerikan halkını korumaya yönelik olduğu gerekçesiyle olumlu buluyor. Keşke bu politika Amerikan bireyini daha iyi koruyabilseydi, ben de severek alkışlayan gruba katılabilirdim.
Başta Al Gore Olsaydı
“Seçimleri Bush yerine Al Gore kazanmış olsaydı ve 11 Eylül faciası yine başımıza gelmiş olsaydı, sanırım saldırı sonrası daha farklı yorumlanır, algılanır ve uygulama başlatılırdı.
ABD ve NATO kuvvetleri Afganistan’a birlikte girip, operasyonu birlikte tamamlar ve o ülkeyi yeniden inşa edebilmek adına, o topraklarda uzun süre kalırlardı.
ABD ve NATO, El Kaide ile savaşmaya konsantre olur, lideri Usame Bin Laden’in hala yakalanamamış olmasını, önemli bir durum değilmiş gibi göstermek ve yorumlamaktan kaçınırdı.”
“Saddam Hüseyin olayına gelince, sanırım Al Gore ve ekibi, istihbarat bilgilerini bugünkü yönetimden daha farklı bir şekilde algılar ve farklı bir şekilde yorumlardı. Al Gore yönetimi, Irak’a savaş ilan etmeyi haklı bulsa da, kısa vadede Amerikan güvenliğini sağlamak açısından gerekli bir savaş olarak görmezdi.”
“Saddam’sız bir Irak, dünya için de Irak için de olumlu. Ancak ABD’nin, milyonlarca dolar harcadığı bir operasyondan beklentileri daha farklı ve fazla olmalıydı.”
“Problem şu; Bush ilk önce, tüm ülkelerin El Kaide’ye karşı birleşmelerini istedi. Bu talebini şimdi şu şekle dönüştürdü, herkes El Kaide’ye karşı olmalı, bir Arap ülkesinin istila edilmesini onaylamalı. Bush her şeyi aynı pakete soktu.”
“Bush, Başkanlık seçimleri için yarışırken, bölücü değil, birleştirici olacağını söyleyerek kampanyasını yürüttü. Ancak icraatı birleştirici değil, bölücü oldu. ABD’yi müttefiklerinden ayırdı.”
“Bazı yorumcular, Avrupa’nın ABD’ye karşı olmasını, uluslararası örgütlerin zayıflamasına ve ABD’ye duyulan kıskançlığa bağlayarak son derece basit tespitlerle ortaya çıktılar.”
İhtiyaç Değil Savaş Tercihiydi
“Ben, Saddam’a savaş ilan etmeyi, bugüne kadar BM kararlarına karşı koymuş olması nedeniyle haklı bulabilirim, ancak Saddam’ın tüm dünya için bir tehlike oluşturuyor olması görüşünü zayıf buluyorum. Bu bir ihtiyaç değil, bir savaş tercihiydi.
“Böyle olması gerekmiyordu.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD yine süper güçtü ve dünya bilinmeyen bazı tehlikelere gebeydi. Ama Truman yönetimi kendisinden daha güçsüz ülkelerle masaya oturmakta, onların fikirlerini almakta bir sakınca görmedi.
Bugünkü yönetimin tavrı ise, başkalarının ne düşündüğünün önemli olmadığı şeklinde.”
“Bu yönetimin kendisini başkalarının görüşlerini almak zorunda hissetmemesinin nedeni, Bush’un geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamasının içinde yer alıyor; Irak’a yapılan operasyon, Ortadoğu bölgesinin transformasyonundaki ilk adım.”
“Bazıları Irak’a savaş açmanın altında, petrol gelirlerini aradı.
Bu kadar basit değil. Petrol gelirlerini almak yerine tarih sayfalarında yer almak olarak görmek daha doğru olur.”
“Clinton yönetiminin aldığı kararlar ve bu yönetimin dış politikasıyla gurur duyuyorum. Demokrasinin hiç bir yere dışarıdan dayatılamayacağına inancımı da koruyorum. Ama Arap ülkelerinde liberalleşme konusunda neden daha etkin ve baskın olmadığımızı sorguluyorum. Örneğin, Kuveyt’te kadınlara seçme hakkı verilmesi tartışılırken bunu savunan liderlere destek vermedik. Bahreyn ve Ürdün’de böyle temsil gücü olan kurumların yaratılmasını önemsemedik. Daha doğrusu bunları listenin başına öncelikli olarak yerleştirmedik.
“Arap dünyası, ABD’deyle ilgili karmaşık mesajlar alıyor. Yıllardır Amerika’nın demokrasi ve özgürlük olduğunu duyuyor ama bunun bir tek Ortadoğu’da işe yaramadığı inancına sahip.”
“Başkan Bush’u alması gerekmeyen siyasi riskleri göze aldığı ve hırsı için kutluyorum. Samimiyeti konusunda da bir şüpheye sahip değilim. Tehlikelere karşı savaş açmak mücadelesi konusunda da hak veriyorum ama Bush’un durup dururken kendi yoluna bir sürü tehlike ve tehdit koyduğunu düşünüyorum.”
“Bush yönetiminin bazı konularda geciktiğine inanıyorum. Bugünkü yönetimin dış politikasını düzeltmek için hala şansı olduğuna inanıyorum. Uluslararası örgütler tek başlarına bir şeyleri yapabilmekte eksik kalabilirler, ama bir araya geldiklerinde çok şey yapabilirler.”
“Bu yönetimin, kendisini, bir önceki yönetimin gölgesinden kurtarması ve Clinton imzasını taşıyan her şeyden uzak durmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Müttefiklerle işbirliği zaman ve sabır ister. Uluslararası organizasyonlar da… Ama geri dönüşü çok büyük olabilir.”
“Dünyanın gelmiş geçmiş en kuvvetli ülkesinin bireylerinin Usame bin Laden tehlikesiyle karşı karşıya kalmış olmaları dünyanın geri kalan bölgesinde yaşayan, açlıkla, terörle ve diğer sorunlarla boğuşmaya devam edenleri çok da fazla etkilemiyor. “
“Bir dışişleri bakanının gerçekçi ve yönetimdeki siyasilerden farklı olan görüşleri ilginç; görüşlerini açık açık dile getiriyor olması yürekli; kullandığı üslup düşünülecek olursa son derece güzel.
ABD’de gelecek seçim döneminin heyecanı şimdiden başladı. Bazı adaylar hakkında kesin yargılara varmak için çok erken. Ancak görünen o ki, bu yarışa pek çok kişi hevesli. Ve Bush’un vurulabilecek çok fazla zayıf yönü var.”