Sizler şirketlerinizde elinizi kolunuzu sallayarak oraya buraya gidiyor, dönüşünüzde kimselere neden gittiğinizi, ne elde ettiğinizi anlatmaksızın işlerinize devam edebiliyor musunuz?
Günlerce gazetelerde televizyonlarda Hong Kong’daki Dünya Ticaret Örgütü toplantısı nedeniyle yapılan gösterileri izledik. Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’in 4 saat mahsur kaldığını okuduk. Bakan Tüzmen ve beraberindeki heyetin heyecan dolu maceraları da olmasa, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) toplandığından haberimiz olmayacaktı. Aslına bakarsanız hala yok. İçeride ne konuşuldu, bilmiyoruz. Ama Bakan Tüzmen’in kimliğini saklayarak protestocular arasından toplantının yapıldığı salondan oteline, otelinden konferans merkezine gidiş ve gelişlerini, özel aracını bırakıp toplu taşıma araçlarını kullanmak zorunda kalması gibi detaylara kadar magazinel haberleri adım adım izledik. Tüzmen oradan yurda mesaj gönderdi, “Merak etmeyin biz iyiyiz!”. Rahatladık.
Peki, ama bu toplantı neyin nesiydi? İçerde neler oldu? Kim niye protesto etti, kim oraya neden gitti? Bu toplantının bizi ilgilendiren boyutu var mıydı? Bu insanlar deli mi divane mi gibi pek çok soru geliyor akla… Yanıt bulabildiklerimiz Türk heyetinin maceraları. Bana inanmıyorsanız, açın aynı dönemdeki günlük gazeteleri ya da bir zahmet girin internet sitelerine, bakalım anlamlı bir haber ya da bilgiye rastlayacak mısınız?
Hong Kong’da 13-18 Aralık tarihleri arasında düzenlenen DTÖ toplantısına 149 üye ülkenin bakanları, binlerce lobici, protestocular ve yaklaşık 3500 gazeteci katıldı. Amaç adil bir küresel ticaret sistemi kurmaktı. Bu toplantı, çok partili ticaret anlaşması toparlanacağı için öncekilere göre daha gergin başladı. Hong Kong’da yapılan altıncı konferans dört yıllık Doha Kalkınma Gündemi müzakerelerinin başarıyla ilerlemesini mümkün kılabilmek için önemliydi.
Doha görüşmeleri öncelikle tarım, sanayi ürünleri ve hizmet sektörlerinin düzenlenmesini amaçlayan bir dizi toplantılar olarak adlandırılabilir. Küreselleşmenin önemli adımlarından biri. Toplantılardaki hedef bölgesel ticaret anlaşmalarıyla, damping ve sübvansiyonlarla ilgili kuralları yenilemek, geliştirmek ve tabana yayarak bölgesel haksızlıkların önüne geçmek, sonucunda da refahın eşit yayılmasını sağlayacak tedbirleri almaktı. En çok telaffuz edilen nokta az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin korkulu rüyası gümrük duvarlarını aşağı çekmek…
2005 Hong Kong toplantısına kadar uzanan takvim şöyle gelişti; 1999 yılında Seattle’daki toplantı yeni bir ticaret raundu oluşturmayı amaçlamıştı. Fakat protestolar buna engel oldu. 2001’de görüşmeler başlatıldı. 2003’te Cancun’da önceki toplantıda belirlenen görüşmeleri 2004’te sonuçlandırma amacına ulaşılamayacağı kararı alındı. 2004 Cenevre’de çerçeve anlaşma hazırlandı. Hong Kong toplantısının ana gündem maddesi ise tarımdı.
DTÖ toplantısının önemini kavrayabilmek için dünya halinin farklı yönlerinden söz etmek gerek.
Önce fakirlik yüzü: Dünyada açlık sınırının altında yaşayan 1.2 milyar insan var. Fakirlik sınırının altında yaşayanlar 2 milyar civarında. Afrika kıtasının yarısı yoksullukla mücadele ediyor.
En zengin 200 kişinin mal varlığı 2,5 milyar kadar insanın toplamına denk düşüyor. En zengin yüzde 20, üretimin yüzde 86′sına, en fakir yüzde 20 ise yüzde 1′ine sahip. Tek başına New York şehrinin bir gecede kullandığı elektrik bir kıtadakine eşit olabiliyor. General Motors, Mitsubishi, Ford, GE ve Philip Morris gibi şirketler tek tek çok sayıda ülkeden daha zengin. Türkiye’nin fakirlik endeksi değeri, yüzde 9.7. Türkiye, endeksin kapsadığı 103 gelişmekte olan ülke içinde 19’uncu sırada.
Bir de masanın karşı tarafından olaya bakalım… Dünyadaki mal ve hizmet ticareti yıllık 10 trilyon dolar. Tarım ise bu denklemin 790 milyar dolarlık kısmını oluşturuyor. Dünya ticaretinde payı yüzde 10’un altında. Buna rağmen geniş kitleleri ilgilendiriyor çünkü işgücünün yüzde 70’i tarımda istihdam edilmiş durumda. Türkiye’de ise nüfusun yüzde 35’i tarım kesiminde bulunuyor.
Son olarak da tarım ülkesi olan Türkiye’nin tarım penceresinden bakalım… Tarım ülkelerin gelişmişlik düzeyine bakmaksızın hassasiyetlerinin olduğu bir alan. Birçok ülke müdahale ve düzenlemeler kullanıyor. Uluslararası anlaşmalarla beraber küresel ticarette koruyucu uygulamalar azalıyor. AB üyeliği yolunda yapısal reformlar gerekiyor. Eğer indirimler bu değişimlerden önce yapılırsa uyum süreci zora girebilir. Uzun dönemli politikalar ve zarar görecek olan kesimlerin güvence altına alınması gerekiyor. Tarımdaki nüfusumuzun yüzde 18’i okuma yazma bilmiyor. Tarımsal istihdamın yüzde 60’ını oluşturan kadınların üçte biri hiç okula gitmemiş. Tarımda verimlilik artırılırken bir yandan da insan gücünün kapasitesinin artması gerekiyor. Yoksa göç bitmiyor, gelişmeler bir sonraki baharlara kalıyor. AB sürecinde uygulamaya giren yapısal reformlar öncesinde tarım sektörüne toplam 12 milyar doları aşan transferler yapılmaktaydı. Son yıllardaki toplam desteklerin GSYİH’ deki payı yüzde 4 civarında ve OECD ortalamasının yaklaşık 3 katı. Tarım için yapılan ARGE harcamaları tarıma yapılan transferlerin yüzde 0.2-0.4’ü. İstihdamda tarımın payı yüzde 34, GSYİH’de yüzde 11.4
DTÖ toplantılarına dönmek gerekirse, Türkiye’yi ilgilendiren noktalar ana hatlarıyla, tarım konusunda yol haritası çizilmesi; rekabeti zedeleyen ülke içi desteklerin kaldırılmasında odaklanıyor… Gelişmekte olan ülkeler tarıma desteklerin kaldırılmasını ve ithalatı çok artan ülkelerin ürünlerine özel gümrük tarife uygulanmasını istiyorlar. Türkiye için tarımın dışında tekstil, ilaç sektörü tartışmalarda önemli yer tutuyor.
DTÖ toplantısında yaşanan ilk sorun pamukta devlet yardımının azalması konusuydu. Batı Afrika ülkeleri zengin ülkelerin pamuktaki desteklerini çekmelerini istediler. İlk günlerde karşı taraftan olumsuz cevaplar geldi. Batı Afrika ülkeleri ABD hükümetinin pamuk üreticilerine uyguladığı sübvansiyonun yüzde 10’unun kendilerine de aktarılmasını talep ettiler. Yalnız fakir ülkeler değil, gelişmekte olan ülkeler de konudan muzdarip. Sorunun önemli bir bölümü Avrupa Birliği’nin Ortak Tarım Politikası’ndan kaynaklanıyor. Japonya reform yapmak istemiyor. Tarımda desteğini sürdürmek isteyen ülkeler arasında Norveç, Güney Kore ve Tayvan da var.
Peki, ne oldu? Hong Kong toplantısı kimseyi memnun edemedi. Birleşmiş Milletler’in Binyıl Hedefleri gibi geniş ve soyut bir çerçeve de çizilmedi. Karizması yoktu kısacası. Hong Kong Deklarasyonu kötünün iyisi olarak nitelendirildi.
Atılan somut adımları şöyle özetlemek mümkün; Tarımda sübvansiyonlarının aşamalı olarak 2013 yılında kadar kaldırılmasına karar verildi. Kısa sürede sonuçları görülebilecek olan anlaşma pamuk konusunda. Birçok ülke için hassasiyet taşıyan ve çıkarları zedeleyebilecek olan pamuk sübvansiyonları önümüzdeki yıl kaldırılacak. Az gelişmiş ülkelerin ihraç ürünlerinin yüzde 97’si gümrük ve kota olmaksızın küresel pazarda rekabet edebilecek.
Türkiye toplantıdan umduğunu aldı mı diye bakacak olursak, gümrük vergilerinin iki katsayı uygulamasına göre çoklukla doğru orantılı olarak indirilmesini öngören İsviçre Formülü konusunda anlaşıldı. Bazı konularda taviz vermekte olan Türkiye’nin yine de beklentilerinin büyük bir kısmının elde edildiği söyleniyor.
Bu yazının sonunda çuvaldızı kendime/kendimize batırmamız gerektiğini düşündüğümü ifade ederek bir sonuca ulaşmak istiyorum. Dünya Ticaret Örgütü toplantıları ilk kez bu yıl düzenlenmedi.
Son kez bu yıl düzenlenmiş olmuyor. Küreselleşmeyi algılayabilmek için devlet erkanının turistik gezi yaparcasına gittiği toplantılardan dönüşte kamuoyuna açıklama yapması gerekiyor. Sizler şirketlerinizde elinizi kolunuzu sallayarak oraya buraya gidiyor, dönüşünüzde kimselere neden gittiğinizi, ne elde ettiğinizi anlatmaksızın işlerinize devam edebiliyor musunuz? Hayır. O zaman devletin işleri de böyle olmalı. Devleti temsil edenler halkı bilgilendirmeli ve bilinçlendirmeli. Bunu sürekli ve sürdürülebilir bir şekilde yapmalı.
Son nokta; halk olarak bizim de iletişim için talepkar davranmamız, öğrenmek için daha arzulu olmamız gerek. Küresel ve bilinçli vatandaş olmayı denemeliyiz.