Biz küreselleşmeyi anlayana kadar o çoktan ezdi geçti denebilir mi acaba? Sanırım denebilir. Kitaplar, küreselleşmeyi sıradan halk anlamasın diye, devletlerarası ilişkiler gibi ulvi konulara bağlayadursun, küreselleşme sokağa indi.
Birbiriyle bağlantısı yokmuş gibi duran birkaç örnek vereceğim bakalım benimle aynı fikirde olacak mısınız? İskoçya’da toplanan zenginlerin yani G–8 ülkelerinin dikkatini açlığa/sefilliğe kısacası yoksulluğa çekmek için dünyanın değişik coğrafyasında dokuz kentte konser zinciri düzenlendi. Binlerce insan konserleri canlı izlemek için sokaklara döküldü. Geri kalan milyonlar konserleri evinden canlı izledi… Toklar açlar için çaldı söyledi: “Açlığa çözüm bulun ve ölümleri durdurun. Kafanızı başka yere çevirmeyin.” Yer yerinden oynadı, dünya sallandı. Bilânço kısaca şöyle; 1,5 milyon kişinin gittiği konserleri 3 milyara yakın kişi izledi; 26,4 milyon kişi cep telefonuyla mesaj attı.
ABD, başından beri küreselleşmenin en büyük ve en hararetli savunucusu oldu. Şimdi neredeyse küreselleşme karşıtı olarak görülüyor. Başkan Bush, önceliğinin açlık değil, kendi ülkesinin refahı olduğunu söylüyor. ABD de limoni… Başta siyasetçiler ve ekonomistler bu küreselleşme denen şeyin çok işe yarayacağını düşünüyordu. Gerçekten yaradı, yalan değil. Ama derler ya evdeki hesap çarşıya uymaz diye…
Küreselleşme dönüp dolaşıp ABD’yi can evinden vurmasın mı? Asya’daki ülkelerin global sahnede daha etkin olmaya başlaması ABD’nin küreselleşmenin olumsuz yönleriyle karşılaşmasına neden oluyor. Çin, geçtiğimiz 25 yılda ortalama yüzde 8 büyüme hızını yakaladı, Amerika son 25 yılda yüzde 4’ü bile yakalamakta güçlük çekti, altında kaldı.
Teknoloji ve iletişimin gelişmesiyle global bir çalışma havuzu oluştu. Buna küreselleşme deniyor. Çin’de ve Hindistan’da olan ucuz iş gücü nedeniyle Amerikan şirketleri yurt dışında iş yapmaya, üretim birimlerini o ülkelere kaydırmaya başladılar. Yapılan bir araştırmaya göre sıralamada en üstteki bin Amerikan şirketinin Uzakdoğu Asya ülkelerindeki üretim oranlarını 2008 yılına kadar yüzde 37’den, yüzde 54’e çıkartmış olmaları bekleniyor.
Küreselleşme sokağa inince, “Eyvah bizim işler kayıyor” feryatları yükseldiğinde aslında kayan yalnızca kol gücüydü. En büyük tehlikenin henüz gelmediğini kimse göremedi. Üretimden sonra beyin gücü de bu ülkelere kaymaya başladı. ABD uzun yıllar göreceli üstünlüğünü iyi eğitimli, vasıflı iş gücünü tekelinde tutmasına borçluydu. Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin yaptığı bilgisayar programcılığı, yazılım dili gibi teknoloji becerisi gerektiren işlere de el atmaya başladı. Çin ve Hindistan Amerika’daki üst düzey beyaz yakanın el koyduğu yaratıcı işleri de talep etmeye başladı. Unutmadan el el üstünde oturup “küreselleşme bizi ihya et” diye beklemeden eğitime yatırım yaptılar.
Küreselleşme sokağa inince Amerikalılar işsizlikle tanıştı. İşler ucuz işçiliğin olduğu yerlere kaymaya başlamıştı. Yapılan araştırmalara göre ABD’de işini kaybedenlerin yüzde 68’i, üç yıl içinde yeni bir iş buldu bulmasına da, ortalama geliri yüzde 10 oranında düştü. Amerikalı geçim derdine kapıldı. İşsiz kalıp, işin olduğu coğrafyalara yol alan işçilerin pazarlık gücü kayboldu ve şartlar gereği orada verilen ücretlere razı olmak durumunda kaldılar. Bundan kim kazançlı çıktı? Bir anlamda iş dünyası, kurumsal Amerika… Geniş hacimli iş yapıp, az maliyetle bol kazanç elde etmeye başladılar. Ekonomi sanki yara almadı. Fakat nedense sosyal denge ciddi bir şekilde bozuldu. Yakın gelecekte daha çok işin denizaşırı ülkelere kayması bekleniyor. 500 ana meslekten 242’sinin etkileneceğine kesin gözüyle bakılıyor. 2015’de bu 242 meslekte çalışan 57 milyonun yüzde 6’nın ülkeyi terk etmesi bekleniyor. Örneğin; 2002’de bilgisayar sektöründe çalışan üç milyon kişiden, yüzde 20’sinin 2015’de yurtdışına kayacağı söyleniyor.
Peki, Çin Amerika’yı yakalarsa ne olur?
Bu soruya yanıtı vermeye çalışanlar geçmişte yaşananlara dayanarak, siyasi bir istikrarsızlık olmadığı sürece “bir şey olmaz” ABD göreceli üstünlüğünü sürdürür deniyor. ABD’nin hala bioteknoloji ve finansal alanda üstünlüğü olduğuna dikkat çekiliyor.
Çin’e gelince… 2. dünya savaşında Japonlar Pearl Harbour’a baskın yaptıklarında Japon Amirali Yamamoto, Amerika için “Uyuyan bir devi uyandırdık” demişti. Uzun yıllar sonra kim derdi ki Amerika Birleşik Devletleri de bir başka ülkenin uyanmasına vesile olacak…
Uyuyan dev, Çin uyandı. 1,3 milyar nüfusu, son 10 yıldır süren yüzde 10 büyüme hızıyla kimileri için bir tehdit, kimileri için bir fırsat. Çin, dünyada her konuda önemli bir aktör, bu rolünün daha da büyüyeceği bir gerçek.
Dünya nüfusunun yüzde 22’sini barındıran Çin’in nüfusunun yüzde 68 genç. Geniş bir iş gücü arzına sahip olması, verimliliği açısından büyük avantaj. Birçok yabancı yatırımın ilgi odağı olan Çin’de, bir örnek vermek gerekirse, sadece Wal-Mart için üretim yapan 700 üretim birimi var. Wal-Mart 2004 yılında 18 milyar dolarlık Çin malı sattı. Çin malı ürünler rakiplerinden en az üçte bir oranında daha ucuz. Ucuz emek ucuz fiyat yaratıyor, ucuzluk Çin’in gelişimi kadar dünyayı da etkiliyor. Wal-Mart’ın tedarikçisi olmayı hedefleyen yerli Amerikan firmaları, maliyetlerini düşürebilmek için üretim birimlerini denizaşırı ülkelere kaydırmak zorunda kaldılar.
Zincirleme reaksiyon gittikleri ülkedeki fabrika işçilerinin ve küçük satıcıların dışlanmasına neden oldu. Büyük resimdeki taşlar yerinden oynadı. Çin’in agresif büyümesiyle artan talep, dünya petrol, bakır, demir çelik gibi hammadde girdilerin fiyatları arttı ve bu piyasadaki diğer üreticilere zarar verdi. Çin işçilik maliyetini ve diğer giderlerini kontrol altında tutabiliyor, ürettiği malların fiyatında yaşanabilir rekabet ortamını ortadan kaldırıyor. Parasının değerini sabit tutup ihracat fiyatını düşürüyor, genç nüfusuyla emeğin fiyatında haksız bir rekabet yaratıyor. Kısacası Çin deyince akla “maliyet düşük, insan çok” parolası geliyor. Dünya Ticaret Örgütünün 2005’te tekstilde kotalarını kaldırması, örgüte yeni katılan Çin’in Avrupa ve Amerika’ya yaptığı tekstil ihracatını 3-4 kat artırması, Türkiye dahil bütün piyasaları etkiledi.
Çin’in dışarıya gösterdiği yüzünün dışında yabancılara çok da göstermediği bir yüzü var. Ülke kendi içinde ciddi sorunlar yaşıyor; Çin’in en büyük başarısızlığı bölgeler arasındaki gelir eşitsizliği. Metropollerdeki mutlu azınlığın geliri 18-36 bin dolar arasında dolaşıyor Komünist Çin’de herkes tabanda eşitti. Liberal Çin’de belli bir kesimin gelir seviyesi yukarı çıktı çoğunluk hala fakir. Kırsal kesimde yaşayanlar yüksek vergilerin altında ezilince kente göç başladı. Çinli yazar Li Shasha, son yılların en önemli sorunu olan göç dalgasını yaratan bu insanlara “kent hayaletleri” adını takmış.
Diğer sorun çarpık kentleşme… Shenzhen’de 1990 yılında nüfus 1,67 milyondu, 15 yıl içinde 12 milyona çıktı. Şangay’da 1985’de yalnızca bir tane gökdelen vardı, 20 yıl içinde 300’den fazla gökdelen yükselmeye başladı. Alt yapı ve yatırım eksikliği, çevre sorunlarına ve yerleşim problemlerine yol açmaya başladı. Yabancı yatırımlar yasal düzenlemelerin yetersiz olması nedeniyle girdikleri coğrafyayı kirlettiler. Ülkenin önemli nehirlerinin üzerlerine kurulmak istenen barajlar, 1,5 milyon insanı evinden edecek. Çevre sorunları sosyal kaosun tetikleyicisi olabilir…
Sorun sayılır mı bilinmez ama sosyal yaşam her gün değişiyor, geçmişle bugün bugünle gelecek hızla birbirinden ayrılıyor. Halk olanı biteni ne kadar içine sindirebiliyor kuşku yaratıyor. Diğer yandan da yer yer Komünist Parti’nin etkileri sürüyor… Özetle Çin yalnızca bizi değiştirmiyor, kendisi de çok hızla değişiyor.