Ben bu yazıyı yazarken Star TV ihalesi 306.5 milyon dolara sonlanmıştı. Herkes “sıradakini” bekliyordu. Siz bu yazıyı okuduğunuzda bir iki radyo, bir ulusal gazete daha satılmış olur mu?… Olur! Sizin orada satılık bir şey var mı? Yok mu… Yazık!
Benim bugünkü konum, kim, neyi, kaça satıyor değil, medyanın İK sınavı. Bu kaçıncı sınav diyeceksiniz. Ben de bilmiyorum. Medyanın en büyük sınavlarından biri elinizde tuttuğunuz gazetedir. İnsan Kaynakları gazetesi çıkarmak çok önemlidir. Bu bir semboldür. Medya kendisini toplumun aynası olarak görür. Doğrudur. Ancak o aynayı kendisine de tutması gerekir.
Gazetecilik yüksek okullarında “haber nedir” diye öğretilirken; hala köpeğin adamı ısırması haber değil, adamın köpeği ısırması haberdir tartışması yapılıyor mu bilmiyorum. Üretilen içeriğin kalitesi, yapıldığını gösteriyor.
Bugünün tartışma konusu ise; adam köpeği ısırdığında ilk bildiren kim? Sakın, yerel gazete ya da CNN falan demeyin. Sizsiniz! Size “sivil muhabir” diyorlar. Heryerden ve anında bildirebiliyorsunuz. Güney Kore’de 500 bin tirajlı OhmyNews amatörlerin haberleriyle çıkıyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında Londra’da meydana gelen patlamaları, BBC, amatörlerin dijital kamera ya da cep telefonuyla çektikleri görüntülerle duyurdu. Apple’ın başı, kimilerine göre dedikodu siteleri diye adlandırılan “blog”larla dertte.
Ne oluyor? Bu da mı küreselleşme? Evet! Demokrasi sayılır mı? Kesinlikle! Tabana yayılma da diyebiliriz. Ekonomik/teknolojik/ entelektüel güç el değiştiriyor. “Paran kadar konuş” tarihe karışıyor. “Bilgin kadar konuş” hikayesi yazılıyor.
Biliyorum burası Türkiye… Burada şimdilik her şey oluyor. İnanıyorum ki, yarın olamayacak!
İletişimin geldiği boyutu, milyon dolarlık ihalelerin neden işe yarayacak ve yaramayacak olduklarını anlatmanın pek çok teknik aracı var mutlaka. Ben bunlardan bir tanesini örnek olarak kullanarak kendimi ifade etmek istiyorum; bloglar…
Blog bireysel internet sitesi. Söyleyecek sözü olan, kendi haber ve tartışma platformunu kurabiliyor. Müthiş bir özgürlük, aynı zamanda büyük bir tehlike ve kol kola dolaşıyorlar. Büyük grupların elinde bulundurduğu iletişim tekeli bir anlamda bitiyor. Bireysel iletişim başlıyor.
İran’da üniversite gösterisini devletin resmi yayın organı vermiyor. Vermeye kalkan gazeteyi kapatıyorlar. Ama gösteriyi, göstericinin blog’undan izleyebiliyorsunuz. ABD, Irak’ı işgal ettiğinde en kapsamlı/yansız haber serbest gazetecilerin bloglarından döküldü. Aralık 2004’te Uzakdoğu’yu yerle bir eden tsunami sonrasında sağ kalanların isimlerini, kritik durumdaki yerleşim yerlerini kişisel sayfalarında yayınladılar. Bölgeden bilgi ulaştıran tek kaynak oldular.
Blogları kullananlar arasında çeşitli disiplinlerde çalışan profesyoneller de var. Rivayete göre sayıları 15 milyon. Günlük bilgi ve haber diyetinin bir parçası olmayı başardılar.
Fransa’da AB referandumu ülkenin son zamanlarda gördüğü en sıcak tartışma ortamını yarattı. BBC News, Fransız blog’cu Etienne Chouard’ın internet sayfasını haber yaptı. Etienne Chouard anayasaya “hayır” diyen kanattaydı. AB anayasasına neden karşı olduğunu maddeler halinde detaylı yazdı. Sayfası yüz binlerce kişi tarafından ziyaret edildi. Chouard gazeteci ya da bir medya kuruluşunun üyesi değil. Politikacı değil. Bir öğretmen. Teknoloji ve hukuk bilgisi var. Bir de cesareti…
General Motors’un CEO’sunun da blog’u var; otomobillerde arıza çıkıp kamuoyu tepkisi toplayınca, kendi medyasını yarattı; http://fastlane.gmblogs.com/ Medyaya akıttığı ilan/reklam bütçesini sorguladı mı bilmem…
İngiliz gazetesi Guardian’ın “newsblog”u. Gazetede başlık olmamış ama gözden kaçırılmaması gereken haberleri veriyor http://blogs.guardian.co.uk/ Independent’ın Ortadoğu temsilcisi Robert Fisk’in web sitesi blog sayılmayacak kadar organize ama içerik olarak blog’dan farksız; http://www.robert-fisk.com/.
Medya sahipliği el değiştiriyor. Yeni oyuncular giriyor. Eskiler güçleniyor. Kimileri yok oluyor. Yabancılar sektöre adım atıyor. Kısacası işin ekonomik boyutunda görülmemiş bir sermaye hareketi yaşanıyor. Milyon dolarları ihalede gözünü kırpmadan verebilen medya patronları insan kaynaklarına neden bu kadar cömert davranmıyor diye sormak gerek. Kapalı ekonomiyi kıralı çok oldu. Serbest ekonominin kurallarının hepsine uyduğumuz söylenemese de performansımız iyi. Ama kapalı iletişimi bir türlü yırtamadık. Rakip, eksiden köşebaşındaki gazete, iki blok ötedeki televizyondu. Rakip bugün, binlerce gönüllü gazeteci, iyi eğitimli okur.
Müşterinize, herhangi bir haberi okutmak, herhangi bir programı izletmek için gerekçe üretmek zorundasınız. Gerekçe, olsa olsa sağlam içerik olabilir. Peki onu kim üretecek; nitelikli insan kaynağı. Medya patronları bu fırsatı kaçırmamalı.