Sanki öyle değilmiş gibi… Sanki şirkette, evde, yolda, okulda her şey normalmiş gibi… Çünkü, normal olsaydı her şey, iş dünyasına ve yaşama dair yeni bir dilin hakim olduğunu görecektiniz. Şimdilik köhne siyaset dilinden okuyor ve konuşuyorsunuz.
İnadına normal, inadına olağan MIŞ gibi… Olağan olsaydı her şey, normal olsaydık biz de, sıradan bir gün olsaydı bugün… Güneşin doğduğunu fark edebilecektik. Nefes alıp verebildiğimizi hatırlayacaktık. Etrafımızdaki renkleri görecektik… Normal bir gün olsaydı bugün, ekonomiyi esir almış siyasi haberler okumayacaktınız.
MIŞ gibi yapmayacağımız bir gün gelip çatacak elbet, o gün geride kalmamak adına MIŞ gibi yapın siz de.
Yeni jargon sözlüğümüzden
Finans odaklı kapitalizmin yerine; kapsayıcı kapitalizm
Kısa dönem yerine; orta ve uzun dönem
Düne bakmak yerine; geleceğe odaklanmak
Kar etmek yerine; değer yaratmak
Yukarıdan bakma yerine; iç göz oluşturmak basiret ve irfan
Etkin bilanço yerine; güven oluşturmak
Muhasebe raporları yerine; entegre rapor
Hissedar yerine; paydaş
Şirket odaklı olmak yerine; toplum odaklı
Maliyet unsurları yerine; üretmek
Çıktı almak yerine; dağıtmak
Büyümek yerine; dağıtılan payı hesaplamak
Almak yerine; yerine koymak
Rakamlar yerine; yorum
Tek disiplin yerine; interdisiplin
Kuş bakışı yerine; entegre düşünce
Volkswagen, Lehman Brothers, Nike, BP gibi şirketler ne kadar farklı görünürlerse görünsünler, ortak noktaları bu yeni dile geçememek. Varın siz bir de bizim şirketlerin halini düşünün. Volkswagen, karbon emisyonundan sıyıracağını sandı, BP Meksika Körfezi’ni ekolojik olarak bitirse de oradan tek parça çıkacağını umdu, Nike çocukları çalıştırırken maliyetleri düşürebileceğini hesapladı, Lehman Brothers şirketlerde olup bitenin üstünü rakamlarla örteceğine inandı. Hepsi öğretileni yaptı, sözde düzene uydu; büyümek için, daha fazla kar etmek, daha fazla üretmek, daha fazla satmak için yaptılar. Tarih onları unutmayacak.
Lügat parçalamak çok havalı. Yeni kelimeler, konseptler falan… Bıçak kemiğe dayandığı için havaların alınma zamanıdır. Bir şey var ortada… Öyle ki, hiç iyi gitmiyor!… Çok mal satsan da değerin artmıyor… en parlak faaliyet raporunu çıkarıyorsun itibarın sürünüyor… büyük basın toplantıları yapıyorsun büyük haberler çıkartıyorsun, kimse etkilenmiyor… en büyük tünel baraj köprü ihalesini kapıyorsun, kimse yüzüne gülmüyor… en fazla istihdamı sen sağlıyorsun, çalışanın seni tanımıyor! Peki sen bunu niye yapıyorsun?…
Değer yaratmayı unutmuşuz meğer!…
Piyasaları yarattık, rekabeti tesis ettik, hedefleri koyduk, gazı verdik, adamları sahaya saldık, ölçmeyi unutmadık! 3 ayda bir bilançoları sıkı takip ettik, rakibi geçtik yine olmuyor… Rivayet o ki, paydaş güvenmiyor. Araştırmacılar diyor ki, güvensizliğin verdiği zararı henüz bilemiyoruz.
Ekonomi çalışan akademisyenler uyarıyor: Yanlışlar oldukça, skandallar patladıkça regülasyon koyduk, kuralları dayadık, ipleri çektikçe çektik ama olmadı yetmedi. Bu kez de bu kadar çok düzenleme faaliyetleri engelledi. Ölçeceğiz denetleyeceğiz dedik, karşımıza rakamlardan dağlar çıktı. Rakamları alt alta ve yan yana koyunca sonuçlar büyüdükçe büyüdü ama değersizleşti. Çok üretmemize karşın az değer yarattık. Yarattığımız değeri ölçmediğimizi fark ettik. Varsa yoksa hissedar dedik, paydaşımız olduğunu anlamadık, yaptığımız üretim, “kendin pişir kendi ye” şeklinde tatsız oldu.
Farkında mısınız, son yıllarda Nobel Ekonomi Ödülleri, ekonominin sosyal alanlarla kesiştiği bir çalışmaya gidiyor. Gelecek yıl üretimden elde edilen değerin kime ne kadar dağıtıldığına ve hesaplamasına gideceğini şimdiden söylemiş olayım.
TÜSİAD Mış gibi yapıyor
Sanırım normale döndüğümüzde, “nerede kalmıştık” sorusunu sormayan bir grup insan kalsın da, diğerleri vurgunun şokunu atlatırken çalışmaya devam edelim diye TÜSİAD her şey normal-miş gibi çalışıyor… Bu hafta TÜSİAD’ın düzenlediği iki önemli toplantıya katıldım. Biri, “Gümrük Birliği’nde Yeni Dönem ve İş Dünyası”. Diğeri, “Kurumsal Raporlamada Yeni Dönem; Entegre Raporlama”. TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes, anladığım kadarıyla TÜSİAD’ı dönüştürüyor. Normalleşmiş bir sivil toplum örgütü yapmaya çalışıyor. Az konuşup çok konuşturan, bilgi üretilmesini sağlayan bir fikir platformu yaratıp, uzmanların bulgularını aktaracakları, teknik yorum yapılacak referans noktası olma yolunda ilerliyor. Bunu yaparken, proaktif olup öngörme gayreti içinde ve ev ödevi yapıyor…
Gümrük Birliği Mış gibiymiş
Olacağı buydu!… Avrupa Birliği’yle Gümrük Birliği’ne imza koyalı 20 yıl olmuş. Toplantıda konuşmacıları dinlerken kendimi Uzay Yolu dizindeyMİŞ gibi hissettim. Sanırsınız, zamanı durdurmuşlar, konuları dondurmuşlar. Yazık ki bizi dondurmayı unutmuşlar, olan konunun neferlerine olmuş. Sahnede, 20 yıl önce Brüksel koridorlarında akademik kariyer peşinde koşan TÜSİAD’ın Uluslararası Koordinatörü Dr. Bahadır Kaleağası, Dışişleri Bakanlığı koridorlarında koşan genç diplomat adayı EDAM Başkanı Sinan Ülgen oturuyor. Dinleyenler arasında ben!… Yaşlanmışız, saçlar beyazlamış! Hala aynı şeyi konuşuyoruz: “Yok artık bu kadarı da fazla ama..” diyesim geldi. Yerimden kalkmadım inadına MIŞ gibi yaptım.
Olay özetle şöyle: biz bir pişman Avrupa bir başka pişman çünkü Türkiye’yi içine alınca sallıyor, dışarıda bırakınca yine sallıyor. Sanırım geç de olsa karşı taraf içeride olmamızın dışarıda bırakılmış olmamızdan daha güvenli olduğuna kanaat getirmiş. Ama’ları var. Bizim de ama’larımız olmalı! Aradan 20 yıl geçmiş… Vizyon yoksunu dönem siyasetçileri ve ekonomi bürokratları 20 yılımızı yediler. İki taraf da Gümrük Birliği’ne ihanet etti, olur da toparlayabilirsek, bıraktığımız yerden değil evrildiğimiz noktadan başlamak ve başlatmak şart.
Şu ana kadar Gümrük Birliği mal ticaretini kapsıyordu. Bundan sonra gündeme gelmemiş yatay alanları kapsayacak. Bazı istisnalar kalkacak. Ve dahası; Gümrük Birliği 20 yıl önce mal ağırlıklı yapısıyla ekonomimizin kısıtlı bir bölümünü etkiliyordu. 20 yıl içinde ekonomimizin hizmetler lehine geliştiği düşünülecek olursa, yenisi ekonominin tamamını etkileyecek. Tarım bugüne kadar konuşulmayan ancak etki alanı yıkıcı ve kırıcı olacak bir sektör. Şu ana kadar bilmediğimiz bir jargonla konuşacağız: ekoloji, teknoloji, doğa, iklim…
Kamu ihaleleri yumuşak karnımız. Meydanı boş bulunca, tonla istisna getirdiğimiz bir alan… Gol yiyeceğimiz diğer alan devlet yardımları. Biz konuyu teşvik olarak algılıyoruz, olmuyor! AB sürecinde, “Anlaşmazlıkların Halli” konusunu da daha fazla duyacağız. Biriken sorunlar için yeni mekanizma geliştiriliyor ve yargıya taşımanın yolu açılıyor.
Gümrük Birliği’nin modernizasyonunu kaçınılmaz görüyor. Belli ki iki tarafın da burnu sürtülmüş! AB, hibrid bir model geliştirecek, Türkiye de Türkan Şoray yasalarını gevşetecek.
MIŞ gibi raporlara son
Global Compact Türkiye Başkanı Yılmaz Argüden soruyor: “Bilançolarınız ne kadar geçerli? Entelektüel değerinizi bilançoda hangi madde altında gösteriyorsunuz? 5 yıl önce aldığınız makinayı, 10 yıl öce kurduğunuz tesisi neden hala bilançoda tutuyorsunuz? Güveni ölçebiliyor musunuz, paydaş güvenini bilançoya yansıtabiliyor musunuz? Kurucu-ortaklar-yöneticiler dışında kimin için, ne kadar değer yaratıyorsunuz? Kaç aylık düşünüyorsunuz?”
Soruların ana fikri şu; her 3 ayda bir rakamları alt alta koyuyorsun, her yıl bir kere tuğla gibi kitap çıkarıyor rakamlara boğuluyorsun. Bana bir şey anlatamıyorsun. Kardeş acaba sen başka bir raporlama mı keşfetsen!
Aslında zahmete gerek yok, yeni raporlama jargonu da hazır; Entegre Raporlama. Sorun şu ki, diğer raporlamaların yerini almayacak, hepsinden alıp yorumlayacak. Aslında sizin bizim, vatandaşın/paydaşın raporu olacak. Faaliyet raporuna paralel üretilmeyecek. Bilanço parlak diye Entegre Rapor da parlamayacak. Şöyle söylemeli; karlılık iyi, büyüme yerinde… ÇED Raporu var, yerli halk var, orman alana santral kuruyorsun, olmuyor! Bir örnek daha, ihaleye giriyorsun hep sen kazanıyorsun… yatırım yapacaksın tüm kamu bankaları sana kredi veriyor; bilanço şahane ama olmuyor. Neden acaba?