Montaj sanayiinden montaj kariyere

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı, “bize montaj yapmak yakışmıyor” diyen Cumhurbaşkanı’na söz verdi; “Biz yerli otomobil için hazırız, o babayiğit TOBB’un içinden çıkacak. Siz yeter ki yanımızda olun.” Salon alkışlarla inledi.

TOBB’da avuçlar patlar, gözler dolarken… dünyanın bir başka köşesinde farklı duygularla gözler doluyordu… Dünyanın en eski otomobil üreticisi Ford’da birbiri ardına ilginç olaylar yaşanıyor. Büyük büyükbabası Henry Ford’un müthiş bir vizyonla kurduğu otomobil devi, torununun torunu Bill Ford döneminde dünyanın yeni vizyonu içinde kaybolma tehlikesi yaşıyor. Bu nedenle kritik kararlar alınması da kaçınılmazdı.

Ford firması 114 yaşında. Yüzde yüz otomobil yapabiliyor, bizim “yüzde yüz yerli” arzumuzu bir asır önce gerçekleştirmiş. Ford markası dünyanın en iyi otomobil markaları arasında yer alıyor. Sektörde konsolidasyon öngören fütüristler ve otomobil sanayicileri, yaklaşık 4 ya da 5 firmanın ayakta kalacağını hesaplıyor. Hangi 4 ya da 5?… Ford, dünyanın her yerine, Türkiye dahil araçlarını satabiliyor.

Olmak ya da olmamak

Ford’un derdi ne? Ford yok olma tehlikesini iliklerinde hissediyor. Üstelik rakipleri tarafından değil teknoloji firmaları tarafından ipinin çekilmesinden korkuyor. Korkunun ecele faydası olmadığını bilmem ki Türk özlü sözünden mi öğrenmişler, öğrenmişler işte. Bıçak sırtındalar.

Diğer tarafta ABD’nin kurtarılmış bölgesi Silikon Vadisi’nde önemli gelişmeler yaşanıyor. Uber, Google, Tesla gibi firmalar elektrikli araç, insansız araç ve paylaşımlı araç konseptleri üzerinde sona yaklaştılar. Eski, pahalı, siyasi ve nadide doğal kaynak olan petrole karşı “elektrik” üzerindeler. Trafikte zaman kaybetmek, insan hatasından kaynaklanan ölümcül kazalardan korunmak ve şehirleşme konseptinin önünü açmak üzere “insansız araç”a yoğunlaştılar. Tasarruf ekonomisini yerleştirmek, mülkiyet kavramının yeniden yazılması ve ekonomide devrim niteliği taşıyan paylaşım ekonomisinin eseri kırk yıllık “dolmuş kültürü”nü evirmenin eşiğindeler. Montajdan konuşan ve yakınan yok, birbirlerine monte olmaya çabalıyorlar diye özetleyebilirim.

Ezber bozmak çok mu zor?

Biraz bilim kurgu, biraz sağduyu ve geçmişi yeniden paketleyerek uyarlamak gibi bir şey… Çocuklarınıza sorun, “Ne olmak istersin” diye… Onlara fazla hayal gücü pompalayamadığımız için ne yazık ki, işletme, psikoloji, iletişim gibi ana arterlerde dolaşarak meslek seçimi yapıyorlar. Makina mühendisi oluyor, inşaat mühendisi ya da genel tıp okuyorlar… Haksızlık etmeyelim üniversitelerin şablon bölümlerinden şablon kariyerler çıkıyor.

Ama insan beyni her koşulda yol buluyor. İlginç başkaldırı, farklı bir renk, değişik bir soluk çıkabiliyor. Bunlardan biriyle tanıştım Ayşe Ören. Kendi kendine disiplinleri monte ediyor. Türk usulü diyebilirim… NASA’yı bile kendine hayran bırakmış. İç mimar ve uzay araştırmacısı. Uzayda yaşam tasarımı yapıyor. Boğaziçi Üniversitesi Teknokent’ten sonra İTÜ Teknokent de kapılarını Ören’e açmış, uzay mühendisliği ve tasarım disiplinleri, Türkiye’nin küresel uzay macerasında geriye düşmemesi için çalışmalar yapıyor. “Var mı sizden başka uzayda mimari tasarıma kafa yoran biri” diye sorunca yanıtı aşağı yukarı, “gelecekte inşallah” tarzında oldu. Ayşe Ören’le yaptığım söyleşiyi aşağıda okuyabilirsiniz.

İçeride ve dışarıda olmak

Klişe bir söz var; “…dünya giderken aya biz kalmayalım yaya…” Bu cümleyi bu şekilde kurma lüksümüz de kalmadı. Çünkü, cümle tek eksenli dünyayı tarifliyor. Bugün yaşadığımız ezberi bozulmuş dolu dizgin dünyanın kodlarında “alem” ve “elalem” kavramlarının içi kah boşalıp kah doluyor. Dolarken içinde olmak, boşalırken çoktan terk etmiş bulunmak yaya kalmamak için alınabilecek en önemli aksiyon.

Bill Ford’un dededen kalma dev şirketin başına kimi geçirdiğini biliyor musunuz? Ford’un içindeki küçük inovasyon grubu (Ford Smart Mobility) dev firmayı yönetecek.  Başa geçen kişi Jim Hackett. Vizyoner ve fütürist kimliğiyle tanınıyor. Kariyerindeki başarılardan biri Michigan Üniversitesi Futbol Takımı diğeri bir mobilya firması. İkisini de hayata döndürmüş… İlginç değil mi, arabacı değil! Ününü yönetim sisteminden alıyormuş; “Bugünü yönetirken yarını planlamak”. Ford’da geleneksel işi yönetirken teknoloji ve rakipleri de yakalaması bekleniyor.

Michigan Wolverines, Amerikan futbol severlerin gönlündeki yerini kaybetmek ve belki de tarihe geçmek üzereyken Hackett, takımı silkelemeyi başarmış. Maçlarda, stad “…Hackett Hackett…” diye inliyor diyorlar. Mobilyacı olarak anılmasının nedeni ise 20 yıllık kariyeri boyunca mobilyada yaratıcılık ile performans düzeninde değişimi ele ele yönetmesi. Devrim yarattığı söyleniyor. Acayip okuduğu ve kelimenin tam anlamıyla entelektüel olduğu ifade ediliyor.

Ne inovasyonmuş ama…

Ford ve Ford gibi dev firmalar ölüm kalım savaşı veriyor. Ford’un karlılığı düşüyor, hisse senetlerinin yüzde 40 değer kaybettiği ve otomotiv endüstrisinin lider oyuncusu olmadığı haberlerin ilk paragrafını yapılandırıyor. Ford’un başı petrol fiyatlarıyla dertte. Ford’un başı insansız araç ve paylaşım araçları nedeniyle dertte… Momentumu kaçırmış görünüyor. Bu yüzden grubu üretim mühendisliği değil inovasyon üretimi bölümü geleceğe taşısın deniyor.

İnovasyon yazık ki ülkemizde içi dolmadan boşalmış kavramlardan biri. Oysa inovasyonla anlatılmak istenen temelsiz hayaller, renkli fütürist senaryolar değil… İnovasyon üretim, karlılık, farklılık, yenilik ve ihtiyaçlara cevap vermek demek. Bir de interdisipliner olmak. Yaratıcılığın temeli…

Ford’un başına geçen Hackett’dan Amerikan futbolu takımını yeniden sahaya döndürmek için futbolcu olması değil, futbolcu ve koç ve yönetim bilimci ve psikolog ve ekonomist olması beklenmiş… Mobilyacıyı yönetmek için marangoz olması değil, marangoz ama aynı zamanda iç mimar, malzeme mühendisi, yönetim bilimci ve fütürist olması istenmiş… Ford’u yönetmesi için de makina mühendisi olması değil makina mühendisi ama aynı zamanda enerji uzmanı, elektrik mühendisi, tasarımcı, ergonomi uzmanı ve şehir plancısı olması, iletişim teknolojileri ve bilgisayar mühendisi olması bekleniyor!

Bir önerim var; kafalarımızdaki, montaj sanayii ile montajlama arasında bir köprü kurmamız gerekiyor. Mesleklerin montajlanması Türkiye’nin kurtuluşu!

 

Fikir Buluşmaları-Ayşe Ören

Uzay mimarı olmak ne demek?

Ayşe Ören: Uzay mimarisi hayatımıza yeni girmiş bir kavram. 1969’da Ay’a gidilmesiyle mekik ortaya çıkıyor, burada daha çok sistem mühendisleri devredeler. Gidiş süreleri uzamaya başladıkça bir mimari gereksinim ortaya çıkıyor.

Uzay mimarisi ve sizin gibi bu kariyeri seçen Türkiye’de başkaları var mı?

Ayşe Ören Önümüzdeki dönem NASA insanlı iniş yapacak Mars’a, Elan Musk mekiklerini hazırlıyor. Ay, Dünya’nın bir kıtası konumuna gelecek. Oradaki madenler, materyaller insanlığın kullanımına sunulacak. Dolayısıyla kalma süresi uzayacak. Bu durum beraberinde başka bir talep getirecek. Konu yeni başlamış olsa da, 21. yüzyılın ortalarına doğru çalışan kişilerin sayısının çok artacağını düşünüyor, görüyoruz.

Somut olarak nasıl yaşam alanı tasarladığınızı anlamak istiyorum.

Ayşe Ören: Uzay mimarisini üçe ayırıyoruz. Bir tanesi yörünge mimarisi, ikincisi araç mimarisi, üçüncüsü de gezegensel mimari. Benim ilgilendiğim kısım altı ay ve üstü sürecek olan gezilerdeki araç tasarımı. Aslında siz uzayda giden bir uzay istasyonu yapıyorsunuz. Muhtemelen o istasyonu Mars’ın yörüngesine park edip başka bir mekikle aşağı inmeniz gerekiyor. Bu mekanların birbirine dönüşümü, tipolojisi, fileksibilite dediğimiz şey esneklik, değişebilirlik, dönüşebilirlik en önemli şey.

Sizin uzay yolculuğunuz ne zaman başladı?

Ayşe Ören: Benim uzay yolculuğum aslında çok küçükken başladı; çünkü 11 yaşıma kadar astronot olmak istiyordum. Aslında hem astronot hem de balerin olmak istiyordum, mimar oldum. Fransa’da bir konferansta NASA’nın Chief Technology Officer’i (CTO) David Miller ile tanıştım. Miller’a “Astronot olmak istiyordum mimar oldum” dedim, o da, “Mimarlar bizim için en önemli kişiler. Uzaya gideceksek mimarsız gidemeyiz” dedi.  Orada benim aklıma yattı. Konuyla ilgili bilgi ve deneyim birikimi geliştirdim. Şimdi ürüne ve fikire dönmesi gereken noktada.  Benim dönemimde ancak Mars’a gidebiliriz ama arkadakiler gelip benden bayrağı teslim alacak ve onlar da başka hayaller kuracak. Dijital çağdan artık tamamen yıldızlararası bir ırk olana kadar uzay çağına giriyoruz.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir