Ne İş Olsa Yaparım Abi

İlk kitabım Mayıs 2001’de yayımlandı. Başlığı “Liderlik Yönetim Türkiye; Ne İş Olsa Yaparım Abi” baskısı tükendiği için dijitale geçirdim. Yeniden yayınlanıyor. Uzun zaman sonra yeniden 15 yıl önce yazdıklarımı okudum. Şoktayım, hiç mi bir şey değişmez. Türkiye’de tarih değişiyor, zaman hep aynı!

Aşağıdaki metin bir arpa boyu yol alamadığımızın ispatı. Tam 15 yıl; kitabın giriş bölümünden bazı paragrafları dışarıda bırakarak metne dokunmadan ilerledim. Zaman geçmiş, hepimiz yaş almışız, akılanmamışız, tarih değişmiş ama zaman akmamış. Bize çok yazık olmuş!

Bugün yine bu yazıyı yazardım:

Yine yeni, yine yeniden aynı hikaye: kriz! Bilmem kaçıncı kez, kapıyı çalıyor. Bilmem kaçıncı kez şoktayız. Türk halkı bir kez daha, bir gecede fakirleşmenin kitabını yazıyor. Tarih bilmem kaçıncı kez tekrar ediyor. Her gün başımıza gelenler dehşet filmi gibi.

Geçmişten ders alamamak, gerçekten usandırıcı. 21’nci yüzyılda başka bir Türkiye hayal ederken… Ve işte kişi başına düşen gelirimizi artıracağımızı ümit ederken…

Nüfusun iş gücüne katılma oranı yüzde 50’leri bile bulmuyor. Kentlerdeki işsizlerin yüzde 60’ı 30 yaşın altında. Bunların neredeyse yüzde 85’i hiçbir mesleki eğitime sahip değil. Nüfusun içinde işsizlik oranı en yüksek yaş grubu 20-24. Bu grubun yüzde 15.6’sı işsiz. Oysa bu yaş grubu ülkenin geleceği, eğitimli, vasıflı, meslek sahibi binlerce genç insan. Bu kriz yalnızca ekonomik değil, bu kriz aynı zamanda psikolojik.

Peki suçlu kim sizce?

Suçlu arayacak lüksümüz artık kalmadı. Hepimiz suçluyuz. Hiçbirimiz, ama hiçbirimiz ayağımızı yorganımıza göre uzatmadık. Hiçbirimiz, ama hiçbirimiz kafamızı kaldırıp da ne oluyor, bu işin sonu nereye gidiyor, bir gecede nasıl zengin olunuyor diye merak etmedik. Trilyonluk servetleri bir insan ömrüne sığdırabilen sihirbazlara alkış tuttuk. Neden toplum içinde bu kadar büyük uçurum var demedik, adaleti savunmadık.

Biletinizi yeni kestiler

Sanayici bir tanıdık, “Aramıza hoş geldin. Bu benim krizim değil” dedi. “Nasıl olur? Hepimiz aynı gemideyiz.” dedim. “Yok ben zaten uzun zamandır o gemideydim. Sizin biletinizi yeni kestiler” diye ısrar etti. Doğru muydu söyledikleri?.. Galiba. Uzun zamandır yan sanayi kan ağlıyor, feryatlarını duymuyoruz. İthalat ihracat yapılamaz oldu, kulaklarımızı tıkadık. Malını satamıyor, yeni mal alamıyor; görmezden geliyoruz. İşçisini zaten işten çıkarmıştı, neredeyse yalnız çalışıyor. Zaten kemer sıkıyordu panikle atacak safrası kalkmadı. Kriz yönetimini geçmiş, krizde yönetimi denemeye çalışıyor.

Şaşalı günlerin zirveye vurduğu gösterişin ön planda olduğu; üretimin, öncelikler listesinin sonunda yer aldığı; akraba ve tanıdık ilişkilerinin yoğun olduğu, işin cinsinin değil şeklinin önemli olduğu bir ekonomiydi bizimkisi… Kazanmadan harcandı, bugünün işi yarına bırakıldı. Ve zaman, su gibi akıp geçti ama zaman Türkiye’de durdu.

Bundan sonra ne olacak?

İş dünyası toparlandığında, yeni bir dalga gelecek. Bu dalgayı güven bunalımı, duyguların erozyonu diye de nitelendirebiliriz. Krizimiz derin, işverenimiz aymaz, politikacımız umursamaz, çalışanımız cahil. Sonuç şu; çaktık, tosladık, durduk! Farkında olmasalar da, pek çok siyasi, sosyal, ekonomik kuruluş itibarını bir daha kazanmamak üzere kaybetti. Çalışanın güvenini yitirdi. Toplumda silinmeyecek izler kaldı.

Her yıl üniversitelerin çeşitli bölümlerinden mezun olup iş bulmak için kapı kapı dolaşan yüzlerce genç, zaten bir önceki yıldan arta kalan mezunların üzerine umutsuzca yığılıyordu. Türkiye yetişen gençlere yeni ve yenilikçi iş olanakları açacak istihdam politikaları geliştiremiyor. İş hayatı fiziki olarak ve içerik olarak felç.

Şimdi söz sizin

Onlar kapı komşunuz, mesai arkadaşınız, bazıları kardeşiniz/babanız ve hatta sizsiniz. Gönderdiğiniz mesajlara yorum katmadım. Yalnızca kısalttım. Ve ne yazık ki, aranızdan yalnızca çok azınızı konuk edebildim:

Kaldığımız Yerden

“Ben sanayiye danışmanlık yapan bir öğretim üyesiyim. Hatırlarsanız üniversiteye giriş itibariyle mühendislik gözdeydi. Üniversitelere en yüksek puanla giren bu gençler işsiz kaldı. Bunların sonucunda şirketlerimizde kazanılmış teknik beceriler, imalat deneyimleri ve tasarım deneyimleri erozyona uğradı. Daha da önemlisi yeni başlayan mühendislere bilgi aktarabilecek kimse kalmadı. Bu durum özellikle elektronik sektörü ile elektronik kontrollü tezgah kullanan firmaları vurdu. Bu bilgi boşluğu demek, çoğu sistemde 3 ile 5 jenerasyon arası bir geri kalma anlamına geliyor. Yakında satışa sunulan komponentlerin kullanımını bile anlayıp uygulamayı bilecek teknik beceriye sahip kimse bulamayacağız. Türkiye birtakım kısır çekişmelerle zaman kaybediyor.”

Sabırla bekliyorum

“Ben öğrenciyken bizim için bir seminer vermiştiniz. Arkadaşlarımla zevkle dinlemiştik çünkü bizi motive etmiş, yüreğimize umut ekmiştiniz. Mezun oldum ve büyük bir sabır gösterisiyle bekliyorum. Neyi beklediğimi söylememe gerek yok sanırım. Bir yerlerden başlamak için hiç mi şansım yok bu ülkede! Bazen ben de pek çok genç arkadaşım gibi başka bir ülkeye gidip aradıklarımı orada bulabileceğimi düşünmeye başlıyorum. Ülkemi, ailemi ve tüm sevdiklerimi geride bırakarak… Keşke buna hiç gerek olmasaydı.”

Her yere başvuruyorum

“Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nü bitirdim. Ailem Adapazarı’nda yaşıyor. Tabii buna yaşamak denirse. Sizin de bildiğiniz gibi burada ekonomik ve sosyal yaşam oldukça kötü. Aktif olarak iş arıyorum. İngilizce ve bilgisayar biliyor olmama rağmen hiçbir yerden ses çıkmadı. Emeğimi pazarlamak için fabrikaları kapı kapı dolaşıp form dolduruyorum.

Türkiye biz gençlerin idealizmini öldürüyor. Olumlu yanıt alamayınca, “Ne iş olursa yaparım abi.” dedirten düzeni sorguluyorum. Artık neresi olursa, ne iş olursa olsun müracaat ediyorum .

Soruyorum; bunun sorumlusu kim? Bizlere dört yıl boyunca eğitim verip işsizliğe terkeden devlet mi; yoksa bütün umutları bizler olan ve bizden çok şey bekleyen, fakat hatırı sayılır dostları olmayan ailelerimiz mi? Soruyorum, bu işin sorumlusu kim?”

Öğütlerden bıktım

Uzun zamandır iş arıyorum. Eğer yaşamayı seçtiysem denemeye devam etmem gerektiğini biliyorum. Çözemediğim şey, zaten minimal düzeye indirdiğim fizyolojik gereksinimlerimi nasıl karşılayacağım. Bir diğer sorun da işin sosyal ve psikolojik yönü. Beni iş beğenmemekle suçluyorlar. Hayatında eline diken batmamış insanların akıllı öğütlerini dinlemek zorunda kalıyorum.”

Türkiye’mden insan manzaraları izlediniz.

 

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir