Bir insanın kendisine sorabileceği anlamlı kaç soru var derseniz, sayısını bilemem ama bir tanesinin “Ne öğrendim?”, diğerinin “Ne istiyorum?” olduğunu söyleyebilirim.
Zaman zaman durup ben ne öğrendim diye soracak olsaydık, sanırım dünyayı yaşanabilir kılardık. Başkalarından ne istediğimizi söyleyecek cesaret ve bilgimiz olsaydı hiç şüphem yok, her ne iş yaparsak yapalım daha başarılı olabilirdik.
“Ne öğrendim” ve “Ne istiyorum” insanın kendisiyle barışık olması, ruhunu ve beynini terbiye etmesinden başka bir şey değil. Sorular yalnızca büyük adamların kendilerine sorabileceği, yanıtlar yalnızca onların dudaklarından döküldüğünde daha kıymetli olabilecek bilgiler de değil. Karıkocalar birbirine sorabilselerdi evlilikler daha mutlu; öğrenciler ile öğretmenler konuşabilselerdi eğitim daha eğlenceli; seçmenle siyasetçi birbirine samimiyetle aktarabilseydi ülkeler refah içinde olur, adil yönetilirlerdi.
Soru sorabilmek, zeka artı bilgi işidir. Bir de cesaret.
“Ne öğrendim?” ve “Ne istiyorum?” sorularını kendilerine sorup, yanıtlayan iki kişi buldum.
Görevden ayrılan İngiltere Başbakanı Tony Blair kendisine “Ne öğrendim?” diye sormuş. Uzun yıllar General Electric, Honeywell gibi dünyanın dev şirketlerinde yöneticilik yapan Larry Bossidy ise “Ne isterim?” (astlarımdan) diye sorup yanıtlamış.
Blair, “Bana 10 yıl önce başbakanlık mesaimin önemli bir bölümünü dış politikaya harcayacağımı söyleselerdi şaşırırdım, biraz şok olur belki de siyasi olarak telaşa kapılırdım” diye başlamış söze. Siyasilerin iç politikayı malzeme yaparak seçim kazandığını, dış politikanın sandıkta oy kazandırmasa da çabuk ve dramatik bir şekilde koltuktan indirebileceğini görüp öğrendiğini itiraf ediyor.
Blair, seyirci değil oyuncu olması gerektiğini öğrenmiş. Bu nedenle görev süresince dört kez askeri müdahalede bulunmuş olmalı: Kosova, Sierra Leone, Afganistan ve Irak. Blair, ittifaklar içinde bulunmanın güç verdiğini öğrenmiş, ABD’yle ilişkilerin çok önemli olduğunu vurguluyor. Küresel terör konusunda açık/net olmak gerektiğini öğrenmiş. Başka ne öğrenmiş diyecek olursanız, biraz Başkan Bush ağzıyla konuşmayı öğrendiğini görmemek mümkün değil: “Değerlerimize sahip çıkmak gerektiğini öğrendim. Bugünün değil, yarının ajandasıyla hareket etmek gerek.”
Blair iç politikadaki söylemleriyle başbakanlık koltuğuna çıktı, dış politikada yaptıklarıyla köşeye sıkıştı, içeride başarılı olduğu söylenebilecek pek çok alan olmasına karşın bunları ne dünyaya, ne halkına gösterebildi, herkes kendisini ABD’nin peşinde sağa sola asker gönderen başbakan olarak algıladı.
Larry Bossidy, ABD sınırları içinde daha çok tanınan bir yönetici. Başarılı uzun bir profesyonel hayatı geride bırakmış, bugün danışmanlık ve profesyonel konuşmacı olarak aktif. Net fikirleri var, ne istediğini biliyormuş gibi duruyor.
Bossidy’nin astlarından öncelikli beklentisi seyirci değil oyuncu olmaları; “Büyüyen bir sorun gördüğünüz zaman sorumluluk almamanın hiçbir özrü yoktur. Benimle çalışanların kötü haber verebilme cesaretine sahip olmasını beklerim” diyor.
Çalışanlarından güncel olmalarını talep ediyor: “Dünyada ne olup bittiğini bilmeyen insanlarla çalışmak kadar can sıkıcı bir şey yok. Güncel olaylar bizi, işimizi, pazarımızı, rekabetimizi etkiler.” Bossidy sezgileri kuvvetli, proaktif insanlarla çalışmak istediğini, söyleyip, “Fikir üretmenizi isterim. Denenmemiş fikirlere önyargılı yaklaşmamanızı beklerim” diye devam edip gidiyor.
Ben ne öğrendim: “Seyirci olma, oyuncu ol”. Oyuncu olmak demek, her yere top, tüfek, tankla girmek, kan dökmek olmasa gerek. Öğrenmek, içinde olmak, karar vermek, yönetmek de oyuncu olmaya yeter.
Seyirci koltuğunda oturmadığım bir ülke, oyuncu olacağım diye birilerinin canını yakmak zorunda kalmayacağım hayatımın olması için ne yapmam gerekiyor?
“Ne öğrendim, Ne istiyorum?” diye soralım.