Dünyayı bugün yaşadığımız resme getiren liderler bu yıl ne okudu, hangi yazarı takip etti, hangi filme gitti, hangi tiyatro oyununu izledi, konsere gitti mi, müzik dinledi mi? En sevdikleri yazar kim, rapordan başka okuma yapıyorlarsa hangi mecraları kullanıyorlar… yazı yazıyorlar mı, yaratıcı bir uğraşları var mı? Yalnızlıktan hoşlanırlar mı, birkaç dakika da olsa her şeyden uzaklaşabildikleri bir yer var mı? Hayal kurdukları olur mu?
Bundan çok uzun zaman önce hem okuyup hem dinlediğim bir söyleşiye yeniden “göz atma”ya karar verdim. New York Times’ın yazarlarından Ezra Klein’ın UCLA’den Profesör Maryanne Wolf’la söyleşisinden etkilenmiştim. Prof. Wolf okuma becerilerinin nasıl edinildiği ve geliştirildiği üzerine yoğunlaşan bir bilişsel nörobilimci ve eğitim bilimci. Okuma, beyindeki mevcut yapıların yeni ve karmaşık bir şekilde birleşerek çalışmasını gerektiren bir süreç olarak bireylerin dilsel, görsel ve anlamsal bilgileri işlemelerini sağlıyor. Wolf okuma eylemi için, insan beyninin evrimsel olarak yeni bir becerisi olduğunu ve bu nedenle beyinde özel bir ‘okuma merkezi’ bulunmadığını tespit etmiş. Korkmayın üstesinden gelebiliyoruz. Tabii istersek!
Wolf’un ifadesi şöyle; “…Okumak için yaratılmamışız. Ancak beyin genetik olarak var olan süreçleri yeni şekillerde kullanarak kendi içinde yeni devreler oluşturma konusunda neredeyse yarı mucizevi bir kapasiteye sahip. İnsanın okumayı icat etmesi, beynimizin, başka nedenlerle orada bulunan parçaları birleştirmeyi öğrenmesiyle başlıyor. Altı bin yıl önce çok basit sembolleri okumak için ilk temel “ağ” haline gelen bir devre yapmış, kendisi geliştirdikçe bu ağın kapasitesini artırmış. Bilim insanları doğal olarak bulunmadığından bu yeni devreyi “plastik” buluyor!…
“Derin okuma” mertebesi
Okumak, bir harfi ya da sembolü bir kelimeyle özdeşleştiren görsel süreçle, kelime ile o kelime hakkında bildiklerimizi bir araya getiren bir yolculuk. Görmek ve konuşmayı bir araya getiren okumak, bir nevi kod çözme işi. Zaman içinde çevremizden öğrendiklerimiz ve aldığımız sinyallerle, bu devreyi detaylandırmaya başlıyoruz. Kod çözme dediğimiz o çok basitleştirilmiş okuma biçiminden tamamen farklı şekillerde okumaya hazır hale geliyoruz. Ne kadar çok şey bilirsek, bu devreye o kadar çok şey ekleyebiliyoruz. Okuma evrim geçirebiliyor. Okumanın zirvesi ise “derin okuma” mertebesi. Metne katılabileceğimiz farklı seviyeler oluyor bu evrede. Başka bir bakış açısı edinme yeteneğimizi kullanıyoruz. Neredeyse bir başkasının zihin teorisine ve duygularına yolculuk yapıyoruz. İşte bu, plastik beynin bilgi edinmek için yaptığı okumadan farklı bir okuma biçimi.
Prof. Wolf’a göre, okuma sadece bilgi edinme yöntemi olmanın ötesinde, insanın düşünce yapısını, empati kurma yeteneğini ve hatta beyin yapısını etkileyebilen derin bir etkinlik. Okumanın insan beynini dönüştürebilecek bir güce sahip olduğunu vurguluyor. Okuma sürecinde, beyin mevcut sinirsel yolları yeniden yapılandırıyor ve yeni bağlantılar oluşturuyor. Okumakla, mevcut bilgileri işlemekle kalmayıp, aynı zamanda düşünme ve öğrenme yeteneğimizi de geliştirebiliyoruz. Wolf’un çalışmaları, okumanın empati ve ahlaki bilinci geliştirmedeki rolüne de odaklanıyor. Okuma, bireylerin farklı sembollerin, kültürlerin ve deneyimlerin dünyasına girmelerini sağlıyor; bu da insanın başkalarının perspektiflerini anlama ve kendi dünyalarının ötesine geçme yeteneklerini artırıyor. Liderlerle ilgili “plastik” yanıta ulaşamamış olabilirim, buradan “derin” çıkarım yapmak mümkün diye düşünüyorum.
“Göz gezdirme” – Dikkat – İçgörü
Wolf’un dijital gelişme ve okuma üzerine yaptığı çalışmalar da ilginç; dijital ortamın dikkat dağınıklığı ve yüzeysel okuma eğilimlerine yol açtığını söylüyor. Dijital okuma alışkanlıklarımız hızlı ve yüzeysel okuma yapmaya zorluyor, derinlemesine düşünmeyi ve uzun süre dikkatini bir konu üzerinde yoğunlaştırmayı gerektiren klasik okuma pratiklerini tehdit ediyor, bireyin derinlemesine düşünme ve karmaşık problemleri çözme yeteneğini olumsuz etkiliyor. Wolf’un önemli tespiti de, okumak bireysel bir aktivite değildir, toplumsal ve kültürel bir işlev görür.
Birden fazla seviyede okuyabiliyoruz. Örneğin dijitalde yaptığımız gibi dikkatimizi sadece yüzeyde gezdirerek okuyabiliriz. Bunu tamamen kötü bir şey olarak kodlamıyorum günün çoğu zamanında mecbur olduğumu biliyorum. Bu sayede güncel kalıyorum ama o kadar çok okuma yapıp, öğrenemediğim hissimin üstesinden gelemiyorum. Yanıtı Wolf’un anlattıklarında gizli olmalı.
İki unsurdan söz edilip duruluyor; dikkat ile niteliği ve içgörü-aydınlanma!… Dikkat ile sığ hafıza arasında ince bir çizgi var. Okuduğumuz ortama, okuduğumuz dile veya yazı sistemine, imlaya ve hatta nasıl okuyacağımızı öğreten eğitim geçmişine bağlı.
Dijital ekran şüphesiz heyecan verici bir alet. Olağanüstü hacimde bilgiyi gözden geçirmemize yardımcı oluyor. “Göz gezdirme” çok fazla bilgiyle başa çıkmamızı sağlıyor. Göz gezdirmek tembellik değil ya da tek başına tembellik değil, aslında faydalı bir savunma mekanizması.
Dijitalin zenginliği
Dijital ortamın sunduğu olanaklar, okuma hızımızı artırıyor, büyük miktarda bilgiye odaklanmamızı, çoklu görev yapmamızı ve eğlenmemizi sağlıyor. Buna karşın arka plan bilgilerimizden çıkarım yapmamızı, eski bilgilerimizi kullanmamızı, bilginin değerini ortaya çıkarmamızı, yazarın hislerine odaklanmamızı ve anlamlandırmamızı sağlayamıyor. Bizi beynimizdeki okuma devresini kullanma becerisinden uzaklaştırıyor.
“İlle basılmış kitap mı okumalıyız?” diye soracaksınız. Wolf’tan öğrendiğim kadarıyla, basılı ortamda okuma yapmak kelimelere ve kavramlara zaman ayırma konusunda avantaj sağlıyor. Ekranda göz gezdirdiğimizde sembolleri işlemek için aynı miktarda zamanımız olmuyor, sofistike ve karmaşık bir süreç olan “dikkat” ve sahip olduğumuz dikkat miktarı, onu sabote eden unsurlardan etkileniyor.
Dijital ekranlara geçtiğimizden bu yana göz gezdirme faaliyetiyle farklı bir okuma alışkanlığı geliştiriyoruz. İşin kötüsü bu alışkanlığı baskılı okumaya da taşıyoruz. Bir de zaten beynimizde okumak için doğal bir yapılanma olmadığını düşünecek olursak… ileri giderken bebek adımları, geriye giderken ışık hızında hareket ediyoruz.
Okuyunca ne oluyor?
Okumayı sökmek her insan evladının sınavı, çözmek yetmiyor… geliştirmek ömür boyu sürüyor. Wolf, okumanın hem içimizdeki iyi düşünceleri hem de başkalarının en iyi düşünceleriyle iletişim kurmamızı sağladığını söylüyor. Bilim insanlarının bilişsel çalışmalarından dünyanın daha güzel bir yer olabilme ihtimali üzerine çıkarım yapmak mümkün. Okumanın yaygınlaştırılması ve okuma becerilerinin geliştirilmesi dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapabiliyormuş. Okuma eylemi birey üzerinde sosyal ve kültürel farklılık yaratabiliyor.
Okuma, bizi farklı yaşam deneyimler, kültürel geçmişler ve perspektiflerle tanıştırıyor. Empati yeteneğimizin gelişmesine ve daha anlayışlı bir toplumun oluşmasına katkıda bulunabiliyor. Eğitim seviyesini yükseltiyor, dünya hakkında daha bilinçli olmamızı sağlıyor. Toplumsal ve çevresel sorunlara çözüm üretmeye talip oluyoruz. Analitik ve kritik düşünme becerilerini geliştirebiliyoruz. Bilgiyi eleştirel bir şekilde değerlendirmemize, bilgiye dayalı kararlar almamıza yarıyor. Kültürel zenginliği ve çeşitliliği teşvik ediyor, kapsayıcı ve çeşitli… Düşünsenize hoşgörülü olmak ne güzel bir şeydir kim bilir… Okuyan birey, toplumsal ve siyasi süreçlere katılım sağlıyor, demokrasinin güçlenmesine, halkın ihtiyaçlarını yansıtan politikaların oluşturulmasına katkı sağlayabilir.
Okuma eylemini toplumların gelişimine ve dünyanın daha yaşanabilir hale gelmesine katkıda bulunan bir araç olarak görmek ne iyi olurdu düşünsenize. Bunun için bir yeni yıl dileğinde bulunmaya değmez mi?..
Yenilik önyargısı
Dileklerden söz etmişken…. “Okusun da ne okursa okusun… ağlamasın sussun da neye bakarsa baksın… aman dünyaya açılsın teknolojiyle tanışsın” diyen masum ama zararlı bakış açısıyla dijital ekranla uyuşturduğumuz çocuklara ne hediye ettiğimizi de dilim döndüğünce anlatayım…
Dijitalde bilgi bombardımanı, sadece tanıdık kaynaklara gitmemize, çok kişi tarafından kullanılan, önyargılarımızı tetikleyen terimlerle düşünmeye başlamamıza neden oluyor. Birey diğer perspektifleri denemiyor, daha fazla bilgi sahibi olmak yerine, o bilgi hakkında oluşmuş belirli bir bakış açısı hakkında bilgi sahibi oluyor. Dijitalin yaptığı kötülük gerçeği ayırt etmek için eleştirel analitik kapasitemizi kullanmamıza fırsat vermediğinden, bizi yanlışa, dezenformasyona, demagojiye açık hale getiriyor. “Yenilik önyargısı” diye bir terim kullanılıyor.
Wolf, gerçeklere olduğu kadar düşünmeye ihtiyacımız olduğunu unuttuğumuzu, duyguya da ihtiyacımız olduğunu söylüyor; “Zihin için en iyisi için mücadele ederken okumanın duygusal yönünü unutmamak gerektiğini, sahip olduğumuz hisler ile bir yazarın bizde uyandırdığı hislerin de bilgi olduğunu söylüyor.
Peki kendisi ne kadar okuyor? Hepimiz gibi dijitalde çok zaman geçiriyormuş. Güne meditasyonla başlayıp, sonra en az 20 dakika felsefi, teolojik, ruhani hatta bazen siyasi bir şey okuduğunu söylüyor. Bunu yapmaktaki amacı, geceden ya da bir önceki günden kalan her türlü kalıntıyı temizlemekmiş. “…zihnimi günün getireceklerine karşı hazırlıyorum.” Günün sonunda da tekrarlıyor; “…günün işlerinden uzaklaşmak için bir yol bulmam gerekiyor, bazen film, bazen roman… hayal dünyasına ait bir şey olmalı. Gün sonunda bir ekranda olmak istemiyorum. Gün sonunda huzur uğruna çabalamaya değer bir şey. Her güne kitapla başlıyorum ve kitapla bitiriyorum.”
İlgilisi için not: Marianna Wolf’un “Proust and the Squid: The Story and Science of a Reading Brain” ve “Reader, Come Home: The Reading Brain in a Digital World” başlıklı kitaplarına göz atabilirsiniz.