Ne Olur Beni Korumayın, Ben Sizden Korkuyorum!

Türkiye’de kadının gündeminde ne var söyleyeyim size; fakirlik var, güvensizlik var, işsizlik var, dayak var, cinsel taciz var.

Bu yazıyı yazdığım gün, bir büyük gazetenin birinci sayfa haberleri arasında Başbakan’ın demeci vardı. Başbakan kadınları koruduklarını söylüyordu. Durup dururken, niye korur… Nereden icap etmiş… Nasıl koruyacakmış… Gibi sorular sormak istedim kendi kendime, ama kendimi kandıramadım.

Konu, zina. Yer, Başbakan’ın Ankara’da oturduğu mahalle. Olay, gövde gösterisi, sempati turu. Konuşan, Başbakan. Dinleyenler, esnaf. Haberin başlığı, “Esnafa zinayı anlatan başbakan, ‘Biz kadını koruyoruz’ dedi.”

Durup dururken bir zina bombası yedik. Başka hiçbir sıkıntımız yokmuş gibi, sabah akşam zinayı tartışıyoruz. Birilerinin aklı fikri zinada. Diğerlerinin aklı fikri oylarda. Ben zina konusunu izin verirseniz şöyle özetlemeyi uygun buluyorum; zina Türkiye’de kadının gündeminde yok. Zina Türkiye’de eğer varsa bir grup erkeğin gündeminde var. Zina Türkiye’de gündemi değiştirmek isteyenlerin meselesi. Zina bir aldatmaca.

Türkiye’de kadının gündeminde ne var söyleyeyim size; fakirlik var, güvensizlik var, işsizlik var, dayak var, cinsel taciz var… Daha sayayım mı? Türk kadınının korunmaya ihtiyacı varmış. Öyleyse bu hükümet Güldünya’yı bir değil, iki kere herkesin gözü önünde öldürmeye teşebbüs ettiklerinde, sonra bu emele devletin hastanesinde ulaştıklarında neredeydi. Neden onu koruyamadı?

Neden yüzlerce Güldünya’yı koruyamıyor? Neden her yıl bir sürü genç kız töre cinayetine kurban gidiyor? Dün bir kadın kocası evi terk ettiği için iki küçük çocuğunu Çocuk Esirgeme Kurumu’na vermeye çalıştı. Beceremedi. O da yılmadı biri 2, diğeri 5 yaşındaki iki çocuğunu Adliye’de bir banka oturtup kayıplara karıştı. Hükümet bu kadını ve çocuklarını neden korumadı?

Her gün sağda solda, işyerinde, sokakta cinsel tacize uğrayan kadınlar var, bu hükümet neden onları korumadı, korumuyor.

Değerli yöneticilerimiz uğraşacak konu arıyorlarsa, güzel ülkemizde konu sıkıntısı yok. Bu ille de kadınlara yönelik bir konu olsun diyorlarsa, bakın ben hemen onlara bir iki gündem maddesi sunabilirim: Örneğin, Türkiye, işyerinde cinsel taciz konusuna yer veren ilk insan hakları bildirgesi olan “Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi”ni onaylamalı ve insan haklarına saygılı bir devlet olarak, bu bildirgenin yükümlülüklerini yerine getirmeli. Kadınlara yönelik şiddet ve işyerinde cinsel tacize bir insan hakları konusu olarak evrensel bir nitelik kazandıran bildirge, tavsiye niteliğinde olmasına ve bağlayıcı olmamasına rağmen, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edildiğinden, manevi değeri büyük.

Örneğin, iş hukuku alanında yapılacak yasal bir düzenleme, İş Kanunu kapsamında olan veya olmayan bütün işçileri kapsamalı. Böyle bir düzenlemede, yalnızca taciz eylemi değil, cinsel kayırmacılık, fiziksel ve dış görünüşe dayalı ayrımcılık da açıkça yasaklanmalı.

Bu ülkede kadın işsizliği çok yüksek. Hükümetin uğraşabileceği kadına dair konulardan bir tane daha size. Türkiye’de iş gücüne dahil olmayan 23 milyon 950 bin kişinin 17 milyondan fazlası kadın. Türkiye’de 17 milyonu aşkın kadın istihdam dışında kalırken, bu kadınlardan yüzde 69.3’ünü ev kadınları oluşturuyor. Hiçbir işte çalışmayan 23 milyon 950 bin kişi içinde kadınların oranı yüzde 71.4 iken, çalışan kadın sayısı yalnızca 5 milyon 762 bin civarında.

Dışarıda çalışan kadını korumaya yönelik kanunların, doğum ve doğum sonrası iznin, süt emzirme izninin, kreş ve yuva sağlanabilirliğiyle sınırlı olması, kadınların büyük çoğunluğunun işten ayrılmasına neden oluyor. Kadınların yüzde 70’i evlilik ve doğum nedeniyle işten ayrılırken, yüzde 20’sini de işveren işten çıkarıyor.

Bu ülkede kadınların eğitim oranı çok düşük, bu ülkede kadınların ekonomik özgürlüğü kısıtlı. Türkiye’de hala kadınların yüzde 40’ı görücü usulüyle evleniyor. Türkiye’de kadınların yüzde 30’u dini nikahla, yüzde 20’si nikahsız yaşıyor… Türkiye’de milyonlarca kadın okuma-yazma bilmiyor…

Türkiye’de kadınların yalnızca yüzde 55’i doğum kontrolünü uyguluyor… Türkiye’de her yıl 2 bin 500 kadın anne olabilmek için yaşamını yitiriyor… Bunlar birer sorun değil mi?

Bu ülkede pek çok ailede şiddet yaşanıyor, bu ülkede sokakta şiddet yaşanıyor.  Neredesiniz? Dün, ceza almasına rağmen afla serbest bırakılan bir sapığın haberi vardı. Sapığın derdi belası yaşları 6 ile 10 arasında değişen kız çocuklarına cinsel tacizde bulunmak. Yakalanmış, cezalandırılmış ve affedilmiş. Ama o uslanmamış. Geleceğin kadınlarını neden korumuyorsunuz?

Beni koruması gerektiği yerde korumamış, kollanmam gerektiği yerde yüzüme bakmamış bir yönetim, kendince beni koruyacak. Ne olur beni korumayın, ben sizden korkuyorum.

Aşağıda bir araştırmanın sonucundan pasajlar okuyacaksınız. Araştırma, önümüzdeki hafta, (13 Eylül 2004) Boğaziçi Üniversitesi’nde Eczacıbaşı Holding’in de desteğiyle düzenlenecek “Türkiye’de ve AB’de Kadınlar: Ortak Bir Anlayışa Doğru” konulu sempozyumda tartışılacak. Araştırma ekibi: Fatmagül Berktay, İnci Kerestecioğlu, Sevgi Uçan Çubukçu, Zeynep Kıvılcım Formsan ve Özlem Terzi’den oluşuyor.

Türkiye’de kadınların konumu ve sorunlarına ilişkin var olan verilerin ve araştırma sonuçlarının yorumlanmasına dayanan ve Avrupa Birliği’ndeki durumu da genel hatlarıyla değerlendiren bu çalışmada Türkiye açısından öncelikli sorun alanları tabii ki zina değil; eğitim, çalışma yaşamı, şiddet ve siyasal katılım olarak belirleniyor.

Zaman ayırın gidin. Zaman ayırın tüm kadın konularını izleyin. Aktif olarak katılın ve tartışın. Okuyun öğrenin. Haklarınızı ezberleyin. Çünkü birileri bizi korumak adına bizi korkutuyor. Birileri bizi Ortaçağ’a göndermeye, evlerin dört duvarı arasına sokmaya çalışıyor. Kendiniz için yapmayacaksanız, kızınız için yapın, kız kardeşiniz için çabalayın. Buraya dişimizle tırnağımızla geldik, önce kendimize sonra ülkemize sahip çıkalım.

Buradan sonrası, size yukarıda sözünü ettiğim araştırmanın sonuç bölümünden alıntılar. Bizim işimiz hurafelerle değil, bizim işimiz bilimle. Bizim silahımız bilgi. O nedenle araştırmanın sonuç bölümünden bir özeti dikkatinize sunuyorum;

İnsani gelişme endeksi
2002 BM İnsani Gelişme Raporu’na göre Türkiye, toplumsal cinsiyetle bağlantılı gelişme açısından 177 ülke arasında 88. sırada bulunuyor. Bu veri, cinsiyet eşitliği açısından durumu yeterince açıklıyor. İnsani Gelişme Endeksi (İGE) verilerine göre, kadın-erkek eşitsizliği daha da netlik kazanıyor: İGE Türkiye’de erkekler için 0.81; kadınlar için 0.74. Bu farkın esas sorumlusu kadınlar aleyhine eğitim, gelir ve mülkiyet eşitsizliği (eğitim endeksi erkekler için 0.80, kadınlar için 0.66; gelir endeksi erkekler için 0.95, kadınlar için 0.81). Ancak, bölgelerarası durumda karşımıza daha da hazin bir tablo çıkıyor: En gelişmiş bölgede İGE erkekler için 0.83, kadınlar için 0.82. Buna karşılık, en geri bölgede İGE erkekler için 0.71, kadınlar için 0.49!  Bütün sorun alanlarını kesen en acil sorun, ülkede var olan ve kadınlar söz konusu olduğunda daha da yakıcı bir niteliğe bürünen bölgeler arası eşitsizliktir.

Eğitim;


Eğitim açısından, Türkiye’de zorunlu öğrenimin 8 yıla çıkarılması, özellikle kız çocuklarının okulda kalma sürelerini uzatarak cinsiyet eşitliği yönünde atılmış olumlu bir adım. Buna karşılık kızların okullaşma oranı erkeklere göre hala düşük ve kadınların yüzde 19.4’ü, 2000 yılı itibariyle okuryazar değil. Bu sorun Doğu (kadın okumaz-yazmazlık oranı yüzde 36) ve Güneydoğu (yüzde 39) bölgelerimizde kritik bir nitelik alıyor. Bu veriler ışığında, kadınlara yönelik eğitim seferberliğinin hızlandırılmasının ve eğitime ayrılan payların artırılmasının zorunlu olduğunu söylemek bile gereksiz. Ancak, henüz yeterince farkında olunmayan çok önemli bir konu, eğitimin cinsiyetçi içeriğinin değiştirilmesiyle ilgili. Eğitime önem vermenin ötesine geçilerek “nasıl bir eğitim” sorusuna, “cinsiyetçi olmayan, eşitlikçi bir eğitim” yanıtını vermek ve uygulamak gerek.

Çalışma yaşamı


Eğitimin cinsiyetçi içeriği sorunu, çalışma yaşamındaki eşitsizlikle de yakından ilişkili. Çalışma yaşamında cinsiyete dayalı ayrımcılığın varlığı genel olarak mesleklere yönlendirmede, işe eleman almada, işyerlerindeki tutumla belirgin hale geliyor. Bugün hala, esas olarak Cumhuriyet reformlarının devam eden etkisi sayesinde tıp, mühendislik, hukuk gibi geleneksel olarak erkeklerin alanı sayılan mesleklerde görece yüksek olan kadın oranının hızla azalması tehlikesiyle karşı karşıyayız. Savcılık ve yargıçlık mesleğine alınacak kadınların sayısının kotayla sınırlandırılması, bazı kamu kuruluşlarına ve bankalarına kadınların mühendis ya da müfettiş olarak alınmaması ve bunun gerekçesi olarak bu işlerin “kadın doğasına uygun olmadığı” iddiasının kullanılması, Anayasa’nın eşitlik ilkesine ve Cumhuriyet’in temel felsefesine olduğu kadar, Avrupa Birliği’nin yasa ve yaklaşımlarına da aykırı. Sendikaların bu açıdan her kesimden daha fazla duyarlı olması gerekirken, tam tersi bir tutum sergilemeleri ve sendikal yönetimde, eğitimde ya da geleceğe ilişkin programlarında kadınların neredeyse hiç yer almaması, anlaşılır bir şey değil.

Kadınların parlamentodaki temsili


Kadınların siyasete aktif katılımı bütün dünyada sorunlu bir tablo çiziyor. Parlamentolar arası Konsey’in 2002 verilerine göre, kadınların temsili açısından dünya ortalaması yüzde 14.5. Avrupa ortalaması ise Kuzey ülkeleri dahil edildiğinde yüzde 16.8, dahil edilmediğinde yüzde 14.7. Tablo iç açıcı değil. Tek başına Türkiye’ye baktığımızda, durum, yüzde 4.4 ile gerçekten vahim. Bu oranla Türkiye, toplumsal ve kültürel açıdan daha ileri olmakla övündüğü Arap ülkelerinden (yüzde 4.6) geride. Devlet kurumlarında, üniversitelerde, özel sektörde önemli görevlerde bulunan kadınların oranının yüzde 35’i aştığı hatırlanacak olursa, siyasal temsil oranının bu potansiyeli yansıtmaktan ne kadar uzak olduğu da ortaya çıkar. Türkiye bir aday ülke olarak, tıpkı diğer üye ülkelerde olduğu gibi AB’nin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını ve mevzuatını benimsemekle yükümlü.

Kadınlara karşı şiddet
Şiddet, bütün toplumlarda kadınlarla erkekler arasında eşit bir güç dengesinin bulunmamasının ve kadınların ikincil konumda sayılmasının sonucudur, bu nedenle de evrensel bir olgu olması şaşırtıcı değildir. Bu bakış açısı, ilk kez BM İnsan Hakları Komisyonu tarafından vurgulanmış ve 1993 Viyana İnsan Hakları Deklarasyonu ve Eylem Programı’nca daha da pekiştirilmiştir. Devlet, kadına karşı şiddete, özel alanda cereyan ettiği gerekçesiyle kenarda durup seyirci kalamaz. Tersine, şiddetin sürmesinin hesabını vermek ve kadınların insan haklarını korumak, ihlal edildiği durumlarda da cezalandırmakla yükümlüdür. Uluslararası hukuk perspektifinden de gelenek, örf-adet, ya da din gerekçeli pratikleri, kadına yönelik şiddetin önlenmesi açısından devletlerin sorumluluktan kaçınmak için gerekçe olarak kullanması mümkün değildir. Dolayısıyla hükümetler, “namus” cinayetlerine karşı önlem almak, vakit geçirmeden soruşturmak ve suçluları adalet önüne getirmekle birinci dereceden sorumludur. Bu nedenle, hükümetin ve TBMM’nin Türk Ceza Kanunu’nda yapılacak değişiklikler sırasında kadın örgütlerinin taleplerini dikkate alması ve uygulamada da kararlı davranması şart. Türkiye’de kadın hareketinin en önemli mücadele alanlarının başında kadına yönelik şiddetin önlenmesinin gelmesi boşuna değil.

Eylem planı:
Bu akademik çalışma şu altı eylem alanı ile son buluyor. Bu eylem alanları belirlenirken, üyelik sürecinde cinsiyet eşitliği konusunun sadece var olan AB yasalarının alınıp iç hukuka aktarılması olarak görülemeyeceği gerçeğinden yola çıkılıyor. Siyasal irade düzeyinde “Yasalarda istenen değişiklikleri yapıyoruz, başka ne yapalım?” anlayışının egemen olduğu Türkiye’de, bu gerçeğin altı ne kadar çizilse azdır. Avrupa Birliği sadece ekonomik bir birlik değil, yaşama ve çalışma koşullarının sürekli iyileştirilmesini içeren bir toplumsal projedir. Bu toplumsal proje, tanım gereği, kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını ve geliştirilmesini içermektedir.

  1. Toplumsal cinsiyet eşitliğini merkez politikalara dahil etme yaklaşımının güçlendirilmesi ve adaylık sürecinde AB araçlarının (belgeler, stratejiler, konvansiyonlar, raporlar vb.) kullanılması. Bu arada var olan uluslararası araçların da daha fazla kullanılması ve genişleme sorunlarıyla ilgili AB görevlileriyle aday ülkelerin görevlilerinin cinsiyet eşitliği konusunda bilinçlerini yükseltmek için eğitimden geçirilmeleri.
  2. Cinsiyet eşitliğine ilişkin AB müktesebatının tam olarak uygulanmasının güvence altına alınması. Bu bağlamda, iç hukuklarda gerekli yasal değişikliklerin büyük ölçüde yapılmasına karşın uygulamanın çok geri kaldığına dikkat çekilmektedir. Dolayısıyla, aday ülkelerin uygulamada karşılaştıkları sorunların çözümü için insan kaynakları ve mali kaynak yardımında bulunulması, özellikle de eşitlik konusunda çalışan STK’lara destek verilmesi istenmektedir.
  3. Kadınlara yönelik şiddete karşı mücadele. Bu bağlamda var olan yasaların güçlendirilmesi ya da yeni yasaların çıkarılması; suçluların soruşturulup cezalandırılması; konuyla ilgili STK’ların faaliyetlerinin desteklenmesi ve Doğu, Batı ve Orta Avrupa’da kadın ticaretini önlemek için STK’ların işbirliği yapması gereklidir.
  4. Ekonomide kadınların durumunun güçlendirilmesi. Bu konudaki önlemler, özellikle, yasalarda ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve eşit muamelenin uygulamaya geçirilmesini; çocuk bakımıyla ilgili kolaylıkların sağlanmasını ve korunmasını; kadınların işgücü piyasasına daha fazla katılımı için eğitime erişimlerinin artırılmasını vb. kapsamalıdır.
  5. Kadınların karar alma mekanizmalarına katılımının artırılması. Karar alma mekanizmalarında kadınların düşük temsili bütün AB ülkeleri açısından sorundur. Dolayısıyla bütün düzeylerde, siyasal kurumlarda olduğu kadar kamusal ve özel sektörde de kadınların temsili artırılmalıdır. Bu açıdan alınması gereken önlemler arasında Helsinki’de ve Paris Bildirgesi’nde kadınların karar almaya katılımı konusunda üzerinde anlaşılan ilkelerin üyeliğe kabul sürecine entegrasyonu, parti demokrasisi ilkesine dayanan seçim sistemlerinin teşvik edilmesi vardır.
  6. Üyelik sürecinde kadın STK’larının rolünün güçlendirilmesi. STK’ların önemli rolü ve üyelik sürecine sivil toplumun daha fazla katılımının sağlanması bütün önemli Avrupa kuruluşları tarafından vurgulanmaktadır. Bu bağlamda kadın STK’ları uzman ve hak savunucuları olarak yurttaşlarla ilişki kurmada anahtar konumundadır. Bu nedenle AB üyeleri ile aday ülkeler STK’ları arasında daha sıkı bir işbirliği, Phare programı aracılığıyla aday ülkelerdeki STK’lara daha fazla destek ve kadın STK’ları ile Avrupa Komisyonu delegeleri arasında etkin bir diyalog gereklidir.

 

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir