Konkordato, genel olarak köprüden önce son çıkış anlamına geliyor. Yüzde yüz ekonomik nedenlerle anılıyor. Gerçekten de öyle mi? Pek de öyle durmuyor. Tanıdık firma isimlerini duyunca o da mı, bu da mı diyoruz… Konunun başka boyutu yok mudur? Konkordato cenneti ülkemizde, öncelikle bu bitkinin hangi iklimde yetiştiğine bakalım mı?..
Bizim iklimin en sevdiği sıfatlar “iyi, başarılı, çok hızlı, etkin”. Tam olarak ne anlama geldiğini en az konkordato kadar az biliyoruz. Neye göre iyi, kime göre başarılı kimden daha hızlı, ne şekilde etkin? Cevapları yok.
Bizim iklimde cevapsız sorular çok. Türkiye’de ilk, dünyada ilk… “Gerçekten ilk misin? Bunu sen mi yaptın?” Yanıt yok. “Rakiplerinizden farkınız ne?” Yine ses yok.
Konkordatoya başvuran ya da konkordato ilan eden kaç firma olduğunu zaman zaman gazete haberlerinden ve/veya açıklamalardan takip ederek fikir sahibi olabiliyoruz. Çok var çok. Bazıları inandırıcı olmasa da önemli ekonomik sıkıntının aynası olduğunu ifade edebiliriz.
Firmalar varlıklarını sürdüremedikleri için konkordatoya başvuruyor. Zorunlu ödemelerden kısa bir süreliğine kurtularak, yeniden çıkışa hazırlanmak üzere çabaya giriyorlar ya da biz öyle olduklarını düşünüyoruz. Bu sonuca götüren nedenler neler olabilir? Bunlar yalnızca ekonomik midir?
Mühendis Dr. Gülay Savaş’la konkordatoya götüren sebepleri analiz ettik. Bir firma ekonominin yanı sıra hangi nedenlerle konkordatoya başvurur? Sorularımın hiçbiri konkordato yöntemini bir ticaret yolu olarak görenleri kapsamıyor.
Gerçek anlamıyla konkordatoya götüren nedenler neler?
Kafamızı yaşadığımız sorunlardan, firmadan, coğrafyadan yukarı kaldırdığımızda dünyadaki başarılı şirketler nasıl başarmış, bizdeki sıkıntılar, sorunlar nelerdir diye baktığımızda önemli istatiksel analizler var. İncelediğimde birinci sebep bilgiye ulaşamamayı görüyorum.
Hangi bilgidir ki, bu ulaşamıyorlar? Bu kadar kolayken hangi firma ulaşamaz?
Birincisi bizde Türkiye İstatistik Kurumu dışında şirketler arası karşılaştırmaların yapıldığı, ürün satış, yurt içi yurt dışı kullanım oranlarının bulunduğu bir istatik kurumu yok. OECD, BM gibi kurumlar belli ülkeler arasında global inovasyon indeksi dediğimiz sıralamalar yapıyorlar ve ülkelerden bilgiler topluyorlar. Bizde kendi sektörümüzden, kurumlardan bilgilerin toplandığı TÜİK dışında somut bir veri kaynağımız yok. Dolayısıyla kendimizi, dünyadaki yerimizi, rakiplerimizi bilmiyoruz. Birçok çalışmada şunu görüyorum; dünyada ilkmiş gibi, bir icatmış gibi başlanıyor. “Gerçekten ilk mi?” diye sorduğumda cevabını alamıyorum. Araştırmadan başlamışlar. Ar-Ge çalışmalarında kullanılan bir metot vardır, çalışmaları 25 kat hızlandırır. Firmaların yaşadıkları sorunun cevabını bulabilmeleri için dünyadaki tüm patentli çalışmaları bir database’de toplayıp matriks hale getirmişler. Böyle bir olayın varlığını bile bilmiyoruz ya da Türkiye’deki kendi patentli araştırmalarımızı bir database içerisinden araştırmanın kolay bir yolu yok.
Çalıştığınız herhangi bir firmada, araştıralım dediğinizde nasıl cevap alıyorsunuz?
İTÜ Çekirdek’te mentörlük yapıyorum. Genç girişimci birçok arkadaş var ve bunları yeni bir fikir, yeni bir girişim olarak sunuyorlar. Çok güzel. Fakat şunu soruyorum, bunun pazar içerisinde konumlanması lazım. Konumlandıktan sonra da o sektör, o segmentteki kişiye faydasının tanımlanması lazım ki, satılsın. “Dünyada bunu ilk sen mi yapıyorsun?” ya da “Rakiplerinden farklı ne yapıyorsun?” cevabını alamıyorum.Faydalı olduğuna inanarak yapıyor ama somut bir veri ile önüme gelemiyorlar. “İyi, başarılı, çok hızlı, etkin” tarzında sıfatlar var ama biz mühendisler sayılarla konuşuruz, birimlerle konuşuruz. Bununda matematiksel olarak önümüze gelmesini isteriz ki, o veriden hareket edelim. Maalesef gelemiyor.
Konkordatoya götüren konulardan birincisi desem?
Bilgi.
Bilgi deyince de gazete haberinden söz etmiyoruz.
Aynen. Bilgiye ulaşmada yapılan araştırmalarda 180 ülke arasında 154. sıradayız.
İkincisi ne?
Hukukun üstünlüğü.
Siyaset konuşmuyoruz, konkordato konuşurken hukukun üstünlüğü nereden çıkıyor?
Şirketler dediğimizde tabii iş hukuku devreye giriyor ama bir yandan da iş hukuku ile beraber girişimciliği destekleyerek, Güney Kore örneğinde olduğu gibi, ülkelerin kalkındığını görüyoruz. Ar-Ge ve Ur-Ge dediğimiz çalışmalarda adil şekilde girişimcilere hak ve fırsat tanınması noktasında hukukun üstünlüğünden bahsediyoruz esasında. Daha çok iş hukuku, iş hukuku içerisinde de çalışan çalışmayanın ayrıştırılması ve de özellikle girişimcilerde bu girişimcilik fikirlerine destek sağlanması noktasında adil bir platformun oluşturulması.
Üçü söyler misiniz?
Dayanışmayı bilmemek. Bir zamanlar Güney Kore, Yunanistan, Brezilya, Hindistan gibi ülkeler GSMH’sı bizlerle aynı seviyede olan ülkelerdi. Bunlar arasında maalesef en geriye düşmüş durumdayız. Güney Kore’de şu örneği görüyoruz; ilgilenen arkadaşlar internetten, her yerden okuyabilirler, küçük küçük KOBİ’lerle kümelenmeler koymuşlar. Şimdi küçük bir KOBİ’yimdir ama efektif insanlardan oluşmuş bir ekibim vardır. 3 kişidir, 4 kişidir. Ama maddi imkânım yoktur. O zaman maddi imkânı, aklı fikri olan, tezgâhı olan, diğer bağlantıları olan kişilerin bir araya gelmesi lazım.
Biz o kümeleri ilkokuldayken bıraktık.
Evet, bıraktık.Bakın burada bir birlik olsaydık ya da bu fikirleri kabul etseydik bugün online eğitim dendiğinde dünya markası olmuş bir Udemy var. Her türlü eğitimi alabiliyoruz. Udemy’nin fikir babası ODTÜ’den bir kişi olan Eren Bali’dir. Eren Bali’nin hikâyesini okuyun isterseniz. Eren Bali, Türkiye’de bu fikrini kabul ettirecek ya da destekleyecek bir sponsor bulamadığından Amerika’ya gidiyor. Amerika’da kabul ediliyor. Tabii ki, kolay bir yol değil. Bir Amerikan markası olarak geçiyor ama fikir bir Türk’e ait.
Türk kısmıyla övünmeye devam; dördüncüsü nedir?
Dördüncüsü rakiplerini tanımamak. Rakiplerimiz nedir? Bizden hangi konularda öndedir, başarılıdır? Bu da esasında bir numaraya bağlıdır. Bilgiye ulaşamadığımızdan ve bunu takip edip ölçemediğimizden dolayı benim rakiplerimden farkım ne? Rakiplerim benden hangi konularda önde? Yani ürün maliyetim mi daha düşük? Yoksa ürün maliyetlerimiz aynı ama satış pazarlama konusunda mı benden başarılı? Ya da coğrafi konumlandırma, demografik analizlerini iyi yapıyorlar, ürünlerini doğru yerde mi kullandırıyorlar?
Rakip de borç gibi yiğidin kamçısı. Genelde analizsiz rakipler arasında iyi olduğumuzu düşünürüz.
Düşünürüz de bunu yine somut veriye ve dataya dayandırmamız lazım. Dataları toplamak, araştırmak ve ölçmek lazım. Böyle stratejik çalışmaların ya da istatiksel araştırmaların yapıldığı ve bunlara zaman ayrılan ekipler de yok ya da kişiler de yok.
Sonuncu?
Son yine entelektüel sermaye dediğimiz kavramın maalesef çok farkında değiliz. Biz cebimizdeki sermaye ile hareket eden bir toplumuz. Ama demin verdiğim örnek gibi 30 bin çalışanla yapılan bir ciroyu 50-55 çalışanla da yapmak mümkün. Dolayısıyla firmalar içerisindeki insan kaynağı yönetimi dediğimiz kavramları da bilmiyoruz. İnsan kaynağı yönetimi bir bilimdir ve ben firmam içerisinde bir mühendis almışsam ve onu bir operatör gibi kullanıyorsam, o mühendisin içerisindeki mühendislik bilgisini kullanmıyorum demektir. Onu düşük bir kalifikasyonda kullanıyorum demektir. Bu çeşit Ar-Ge fikirlerine, inovatif fikirlere de pek değer vermiyoruz. Para getirmez diye mi düşünüyoruz, artık bilemiyorum. O yüzden bu güzel fikirleri de kaçırıp bir Alman, İngiliz, Amerikan fikri haline getirebiliyoruz. Entelektüel sermaye inanın cepteki sermayeden çok daha değerli. Bu, eğitimle gelen bir şey.
Tabii en temelinde analiz etmeyi bilen, sentezleyen, analitik düşünebilen, sorgulayabilen zihinler yetiştiren bir eğitim sistemi yatıyor. Başarmamamız için de hiçbir sebebimiz yok.