“Neler oluyor hayatta?” sorusuna, gerçek anlamını yükleyelim mi bu hafta?
Önce bundan iki hafta önce dikkatimi çeken bir ilandan söz etmek istiyorum.
“Neler oluyor hayatta?” Ne tuhaf bir sorudur bu. Çok şey sorar da, nedense bizim buralarda geçmişten kalan bir şarkıyı anımsatmaktan öteye gitmez. Biraz kahvehane muhabbetine benzetirim bu soruyu ve yanıtını; “Alem aya gidiyor aya!” Bunu söyleyenin oturduğu sandalyeden başka bir yere gittiği yoktur ama aleme verir talkını…
“Neler oluyor hayatta?” sorusuna, gerçek anlamını yükleyelim mi bu hafta?
Önce bundan iki hafta önce dikkatimi çeken bir ilandan söz etmek istiyorum. İlanı ilk gördüğüm yer haftalık The Economist dergisi. İki sayfa karşılıklı. Görür görmez takıldım. Sonraki günlerde aynı ilanı başka iş dünyası dergilerinde de gördüm. Bu kez dikkatimi çeken şey, ilan kadar, ilanın dergi içindeki pozisyonu oldu. Çünkü açar açmaz derginin ana giriş bölümünün ardından gelen ilk ilan olduğunu fark ettim. Diğerlerine haklı bir üstünlük sağlıyordu.
İlan, Dubai’yi tanıtıyor. “Dubai sizi bekliyor” diye bir başlığı var. Bilgisayarda hazırlanmış bir görüntü. Modern bir kentin ufuk çizgisini almış. Ufuk çizgisi beton binalar nedeniyle gözükmüyor. Bu anlamda düşünülecek olursa, resim olarak çirkin. Çünkü yalnızca binaların bulutlarla buluşan üst kısımları görülüyor. Hemen hepsi gökdelen türünde. Bazıları diğerlerinden daha kısa. Binaların tepelerinde yukarıyı ya da aşağıyı gösteren oklar var.
En alçak binanın tepesindeki ok, aşağıyı gösteriyor. Üzerinde “işsizlik” yazıyor. Anlamı işsizlik giderek düşüyor demek. Bu binayla eş değer yükseklikte bir başka binanın tepesinde “suç” yazıyor. Suç oranının da Dubai’de her geçen gün düştüğünü anlıyoruz. Resimde aşağıyı hedefleyen üçüncü ok “vergi”yi simgeliyor. Vergiler düşüyor. Bunun anlamı şu, “ey iş dünyası bize gel, sana yatırım yapacak cazip alanlar sunayım.”
Gelelim yüksek binalara. Onların tepesinde burnu yukarı çevrilmiş oklar duruyor. En yükseğinden başlamak üzere sırasıyla üzerlerinde, “turizm”, “alt yapı”, “milli gelir”, “kişi başına düşen gelir” ile “yatırım” yazıyor. Anlıyoruz ki, bu kavramların hepsi Dubai’de olumlu gelişmeleri simgeliyor.
İlanda ayrıca küçük bir spot yeri var. Şöyle denmiş; “Son otuz yıl içinde Dubai’de hayat çok değişti. Son dört yılda ulusal gelir yüzde 24 arttı. Dubai’ye gelen yabancıların oranı yüzde 54 artış gösterdi. Ne ilginçtir ki, bu dönemde vergiler, işsizlik ve suç oranları yerlerinden kıpırdamadı.“
Şiş Kebap… Belly Dancing
“Bir gün İstanbul’a ait bir ilanda benzer veriler ve kilit kelime ve konseptleri görebilir miyim acaba” diye düşündüm. Kendi kendime, bunun çok da mümkün olmadığını söyledim.
Niye mi karasamsarım? Hiçbir şekilde değilim. Ama gerçekçiyim. Kendisinden başka kuş tanımayan insanlar, bir de kafalarını kuma sokarlarsa, onların en büyük kentlerinin semalarında oklar ancak kapkaçın, vergilerin ve işsizliğin yukarı doğru bir eğri izlediğini gösterir. Birileri kahve muhabbeti yaparken, “Ya abi ya… şu yabancılar da tuhaf adamlar neden bize gelmiyorlar, bu cennet vatana gelinmez mi” der…
“Şiş kebap, belly dancing… Good good” diye kafasını sallayıp, yabancıların aslında salak olduğunu söyler.
Yanıbaşımızdaki bit kadar Dubai, bir bakmışsınız almış başını gitmiş. Beğenmediğiniz Araplar, farklı bir çağı yakalamış.
Neden mi? Onlar önceden görmüş, önceden planlamış, derslerini önceden çalışmış, konuşmamış gerçekleştirmiş…
Bilmem ilginizi çeker mi, başlığa uygun olsun diye size çevremizdeki ülke ve bu ülkelerdeki gelişmeleri aktarmak istedim. Doğu’muzdan biraz Batı’ya kayalım. Eski Doğu Blok’u ülkelerine… Yıldızı parlayan ülkelere… Hani şu geriden gelip, de Süreyya Ayhan’ı son metrelerde geçen Rus atlet gibi bizi geçen ülkelere.
Türkiye’nin de Süreyya gibi pek çok mazereti var.
Ayın önemli günleri, kadınlık halleri…
Ayın Belli Günleri
Gazetelerimiz bir atletimizin regl dönemini manşete çıkardılar. Modern olmak buna derim ben.
Pardon bundan kime ne?
Neden, “performansım daha düşüktü, moralim bozuktu” yerine, “regliydim olmadı” diyoruz. Neden Olimpiyatlara inşallah, kısmet değilmiş diyoruz.
Bu nasıl bir söylem?
Dünya üzerinde yaşayan her kadın, bir rahatsızlığı yoksa her ay adet görür. Bundan daha normal bir şey yoktur. Olması gereken budur.
Yıllardır pek çok kadın atlet koşuyor, atlıyor zıplıyor, onlar da adet görüyor. Hayatımda ilk kez bizim atletimizle ilgili regl durumlarının uluorta konuşulduğunu görüyorum, duyuyorum. Ve utanıyorum. Yanlış anlamayın adet görmek ayıp ya da günah olduğu için değil. Önlemi alınamadığı için.
Neredeymiş doktoru, neredeymiş menajeri.
Dünya bunları konuşmuyor.
Ama biz kalkmış dünyada başa koşuyoruz.
Bir Türk vatandaşı olarak, bundan sonra koşacak tüm kadın atletlerin regl durumunu takip edeceğim. Kazanır mı kazanmaz mı? Çok çaba sarfettik ama ne yapalım malum günler…
Bu arada çok güldüğüm bir konu daha, Rusların bir atleti de kendisinden beklenen iyi dereceyi yapamamış, onun da o malum gün nedeniyle problemi varmış. Gazeteci arkadaşlar nasıl öğrenmişler acaba çok merak ettim. Kaynağı belirtilmemişti, sanırım bizim muhabir Rus atlete yaklaşıp, “Affedersiniz, siz, bu yarışta nal topladınız yoksa Süreyya gibi regl mi oldunuz?” diye sormuş olmalı.
Bir gazete Süreyya’nın ne kadar büyük bir cesaretle böyle ayıp ve tabu sayılan bir konuyu dile getirmiş olduğu vurguladı.
Köylü kızı…
Köylü basın…
Köylü ülke…
Sonunda milyon dolar yatırım yapılan bir atletimiz oluyor, ama onun düzensiz adet günlerini düzeltemiyoruz. Dünya şampiyonasına koşacağı gün adet olmasına izin veriyoruz. Ben spordan sorumlu biri olsam, bu zırvaların konuşulmasına izin vermem, bu zırvanın meydana gelmesine göz yumanları cezalandırırım.
Gazete herkese sormuş, (bir tek ped reklamlarına çıkan Hülya Avşar’a sormamışlar, hayret!) ilgili ilgisiz bir sürü kadın, adet dönemlerinde kadınların nasıl şiştiğini, nasıl sinirli ve huysuz olduklarını, bu ödemle değil koşmak, hiçbir iş yapılamayacağını anlatmışlar.
Altın yerine gümüş kazandık ya… Kendimizi aklamamız gerekir.
Soralım bakalım, ne tür bir tedavi uyguladın arkadaşım bu kıza diye milli takım hekimine…
Soran yok.
Antrenöre, “Elin armut mu topluyor kardeşim, bu kızı sen çalıştırıyorsun, her türlü sorunu ve sıkıntıyı dile getirmesini biliyorsun, ama neden önlemini almıyorsun?” diyen yok.
Bir dahaki sefere.
Bir dahaki sefer olacak mı acaba?
Keşke!
Kader Kısmet Mi Acaba?
IBM sekiz yıl önce Macaristan’da kurduğu, 3 bin 7 yüz kişinin çalıştığı fabrikasına kilit vurdu. Şirket fabrikayı geçtiğimiz kasım ayında Çin’e taşıdı. Çin’de ücretler Macaristan’a göre yüzde 75 daha düşük. Hollandalı Philips ile Singapurlu Flextronics şirketleri son 18 ay içinde Macaristan’da bulunan toplam 1500 kişiden oluşan çalışanlarına, “Pardon buraya kadar” diyerek işten çıkardılar. Her iki firma da buradaki üretim merkezini Çin’e taşıdı. Flextronics firması Çek Cumhuriyeti’ndeki bin kişilik fabrikasına da kilit vurdu ve onu da Çin’e taşındı. Avrupa Birliği’nin en yeni üyeleri olan Doğu Avrupalı ülkelerin dizlerinin bağı çözüldü. Tir tir titreme vaziyetlerindeler.
Philips’in bölge CEO’su aldıkları kararı açıklarken, ülkelerin gelecek 10 yılda nerede olmaya karar vermiş olmalarının çok önemli olduğuna dikkat çekti; “Nerede duracağını niye duracağını bilmek gerek. Ülkeler eğer gelecekte de ucuz işgücüne bel bağlayıp, üretim avantajlarını ucuza çalıştırılan işgücüne endeksleyeceklerse, sorun yaşamaya devam edecekler. Ülkelerin gelecek için en büyük sınavı, işgüçlerini bilgi toplumu çalışanı haline getirmek…”
Hindistan, Filipinler, Rusya, bilgi ekonomisine yatırım yapan ülkelerin başında geliyor. Doğu Avrupa ise daha çok coğrafi konumu üzerine bina ettiği avantajlarını her gün birer birer kaybediyor. Örneğin Macaristan’da son iki yıl içinde ücretler yüzde 20 oranında arttı. Çek Cumhuriyeti’nde ücretler yüzde 15 oranında artış gösterdi. İşsizlik oranı yüzde 20’lerde dolaşan Polonya’da dahi ücretler yüzde 3 oranında yükseldi.
Merkez ve gelişmiş Avrupa ile kıyaslandığında, AB’nin çiçeği burnundaki yeni üyelerinde ücretler yüzde 25 daha düşük ama bundan 10-20 yıl önce oluşturduğu yatırım avantajını sağlamıyor.
Eurostat araştırmasına göre 2002 yılı ortalama ücretleri ilginç bir tablo çıkarıyor ortaya. Fransa’da ortalama ücret 3,159 dolar. Almanya’da 2,989, İrlanda’da 2,624. Polonya’da 487, Macaristan’da 424, Türkiye’de 404, Romanya’da 137 ve dikkat Çin’de 98 dolar… (Yapılan araştırmada 1 Euro =1.12$)
İşgücünü doğu Avrupa ülkelerinden Çin’e kaydıranlar, yalnızca Batılı ekonomilerin şirketleri değil. Doğu Avrupalı şirketlerin de son yıllarda Çin’e kayma eğilimi göstermeleri şaşırtıyor.
Bu bilgiler ışığında Doğu Avrupa’nın boşaldığı, burada kimselerin kalmadığı anlamı çıkarılmamalı. Peugeot-Citroen Grubu ile Toyota Çek Cumhuriyeti’nde ortak bir üretim merkezi açmak üzereler. 2005 yılında devreye girecek olan üretim merkezinde 3 bin kişi çalışacak. PSA 2006 yılında Slovakya’da 3 bin 500 kişinin çalıştığı bir üretim merkezini devreye sokmuş olacak.
Danışmanlık firması A.T. Kearney tarafından yapılan bir araştırmaya göre, aralarında Alman, Avusturya ve İsveç bankalarının da bulunduğu finans çevreleri 2008 yılına kadar 100 bin kişiye istihdam yaratan arka plandaki mutfak çalışanlarını daha uygun ülkelere kaydırma kararı aldılar.
Doğu Avrupa hükümetleri bu istihdam olanağını yakalayabilmek için önemli bir eğitim atağına kalktılar. Eğitim sistemlerinde yasalarla yeni düzenlemeler getirerek, yalnızca ucuz iş gücüyle yabancı sermaye çekilemeyeceğini, işsizliği aşağı çekmek için çalışanların eğitim seviyesini yükseltmek gerektiğini anlamış görünüyor.
Bize baktığımızda ise bunlardan hangisini görüyoruz.
Benim gördüğüm şu, işsizlik gerilemiyor. Tam tersine,
Eğitim ilerlemiyor tam tersine,
Yabancı yatırımı teşvik eden düzenlemeler kıpırdamıyor.
Ücretlerimizin Doğu Avrupa ülkelerinden aşağı kalır yanı yok, Çin’le yarışamıyoruz.
Bilgi teknolojileri alanında (bu hafta olduğu gibi) “Balkanların En Büyük Bilişim Fuarı”nı açıyoruz ama bilgi toplumu ve çalışanı olmaktan çok uzaktayız.
ABD İş Kaybı Tehlikeli Boyutlarda
Dünyanın her yeri kaynıyor. Artık ekmek gerçek anlamda aslanın ağzında. ABD’de beyaz yaka işler sürekli ve yığınlar halinde Çin’e Filipinlere ve Hindistan’a kayıyor.
Geçtiğimiz temmuz ayında IBM ABD’deki işlerini Çin’e kaydıracağını açıkladı. Dünyanın belli başlı haber ajanslarından Reuters ABD başta olmak üzere bazı Avrupa merkezlerinde bulunan işgücünü Hindistan’a kaydıracağını açıkladı.
Bundan 20 yıl önce otomotiv sektörüyle başlayan ve o gün söz konusu değişimin yalnızca imalat sektöründe kalacağını sananlar, bugün benzer gelişmelerin hizmetlerde de yaşandığını görünce, neye uğradıklarını şaşırıyorlar.
İçinizden bizim şaşırmadığımızı geçiriyorsunuz, ama düşünsenize bizde imalat sektörü ne kadar, hizmet sektöründe istihdam ettiğimiz kişi sayısı kaç… Yine de iyi olmaz mı dünyada neler olduğunu öğrenmek ve önlem almak.
Aslında olan biten özetle şu, eğitimli ve kalifiye iş gücü gelişmiş ülkelerde çok pahalıya geliyor. Şirketler bu işgücünden kurtulmak, yapılacak işi değil yarı yarıya neredeyse onda bir oranında daha ucuz yapacak coğrafyalara kaydırmakta bir sakınca görmüyorlar.
ABD’de konuyla ilgili ciddi tartışmalar yaşanıyor.
Bir grup, gelişmeler nedeniyle büyük bir endişe taşımanın yersiz olduğunu savunuyor. Bu görüşü savunanların tezi, dünya üzerindeki en yaratıcı ülkenin ABD olması, zaten şu an başka ülkelere kayan mesleklerin ABD’de yaratılmış bulunması ve bu grubun yerine geçecek yeni mesleklerin de yine bu ülkede yaratılarak, ortaya çıkan işsizliğin önleneceğini düşünüyorlar.
Herkes bu kadar iyimser değil, tahmin edeceğiniz gibi. İşlerinden çıkarılan bilgi yoğun teknolojilerde çalışanlar seslerini duyurmaya başladılar.
Tartışmalardan biri de ABD’ye giden ucuz işgücü. ABD’li firmalar üretimlerini bir başka coğrafyaya taşırken, kendi ülkelerindeki yatırımlarında kullanılmak üzere ucuz ve kaliteli işgücü ithal ediyorlar. Geliştirilen özel vizelerle ABD’de çalışma hakkına sahip olan başta Hintliler olmak üzere diğer ülke çalışanları ciddi bir düşmanlıkla karşı karşıya…
Karamsarların görüşlerine kulak verecek olursak, geleceği bugünden bu kadar net görmek pek mümkün değil. Geçmiş trendlerde kaybolan ya da transfer olan işkollarının yerine yenilerinin oluşturulduğunu kabul etmekle birlikte bu trendin devam edeceğinden emin olmanın mümkün gözükmediği söyleniyor. Hizmetler sektöründe yaşanan fırtınanın geçmişte imalat ve sanayi sektöründe yaşanana benzemeyebileceğine dikkat çekiyorlar.
Köylü Olmak Hali
Uzun lafın kısası, yakın zamana kadar yazılımcıların, teknoloji alanında çalışanların sırtı yere gelmez diye bakılırken, pek çoğunun tuş olduğunu görmek, aslında alınacak dersler olduğunu gösteriyor. Kürselleşme gelişmiş ekonomileri daha çabuk ve daha yoğun vurdu, vurmaya devam ediyor.
Belki de en büyük şansımız, şanssızlığımız ne dersiniz.
Deve kuşu gibi kafamız kumda, çıkardığımızda da mazeret bulmakta bu kadar yaratıcıyken, küreselleşmeyi kitaplarda anlatılan bir kavram olarak algılarken, hiçbir yeniliği hayatımızın bir parçası haline getirememişken… Belki de şanslıyız. Çünkü dışımızda olup bitenler o kadar çok, o kadar hızlı ve o kadar pahalı ki…
Ya şans kapımızı gerçekten çaldığında… Gerçekten birinci sınıf olma şansını yakaladığımız anlarda… O zaman neler olabilir. O zaman bizim için başka bir dünyanın kapıları aralanacak aralanmasına da, bizim o kadar çok mazeretimiz var ki, biz bir dahaki yarışları bekleyebileceğimizi söylüyoruz.
Kısmet değilmiş. Diyebiliyoruz.
Ne yazık ki dünyadaki gelişmelerin hiçbiri artık kader ve kısmetle açıklanmıyor. Hesapla kitapla açıklanıyor.
Umarım Süreyya Ayhan geri kalan ömrü hayatında bir şans daha yakalar.
Ben Türk milli marşının çalınmasını istiyorum. Kürsüde birinci sırada bir Türk atlet görmek istiyorum. Ne göreceğimi biliyorum aslında, bir dahaki sefere bugün adını sanını duymadığımız başka atletler koşuyor olacak. Yarış daha acımasız olacak, bireyler köylü olabilir ama organizasyonlar, kurumlar ve ülkeler köylü olamaz. Olmamalıdır.