Dönem geçmiyor ki, medya tartışılmasın. Sağdan soldan vurmak neredeyse adetten. Şu sıralar sosyal medya platformlarıyla gündemde. Yasaklasak mı? Bu soru temel refleks haline geldi.
Ergun Gümrah kendisini “zoraki PR’cı” olarak niteliyor. GoodWorks İletişim Danışmanlık Ajansı Kurucusu ve Başkanı. Gazetecilikten geliyor. PR’la birlikte düşündüğünüzde zengin bir medya deneyimine sahip; Yeni Asır’la başlayan gazetecilik serüveni Sabah, Hürriyet ve Milliyet’te devam etmiş. Tematik televizyon kanallarının kurulumunda, kurgu ve strateji geliştirmede görev almış… İlginçtir Türkiye’de tematik kanallar gelişmedi, yeterince kök salmadı…
Medyanın geldiği nokta için üzülüyoruz, fikirlerinden dolayı eziyet gören gazeteciler için dövünüyoruz… Hiç konuşmadığımız başka keşkelerimiz de var. Çekilen acıların yanında konuşmaya utandığımızı düşünüyorum; tematik medya, güçlü bölgesel medya, uzman medya.
Akla karanın, kaliteyle vasatın karıştıkça düğüm olduğu medyada zamanında kaliteye, bilime yatırım yapmış olsaydık bugün bu kadar ağlamaz, ağlatmaz ve kendimizi dar çerçeveye mahkum etmezdik.
Gümrah mesleki örgütlerin yeşermesine değer vermiş, bu yapıların kurulmasında ve meslek çalışanlarının hayatlarına dokunmasında aktif rol almış.
Söyleşimizi youtube kanalımdan izleyebilir.
Spotify‘dan dinleyebilirsiniz.
Yaprak Özer: Ne olacak bu medyanın hali sorusu için çok geç, kaldı ki, kulağa bile kötü geliyor. Ne acıdır ki, vasatlaştırılmış gibi görünse de bu soruyu sık sık sormak gerekiyor.
Ergun Gümrah: Tepeden bir cevapla başlamak istiyorum. Bir arkadaşın benzetmesiyle aktarayım; iki ülke Suriye ve Danimarka… Aynı büyüklükteler, aradaki fark sadece siyasetçiler… Ve belki coğrafya… Bir tanesi savaştan kurtulamıyor, büyük bir insani dram yaşıyor. Bir tarafta da 60-70 bin dolarlar kişi başına düşen geliriyle Danimarka. İnsanlar her yerde aynı, mesela Türkler. ABD Nobel alıyor bizim profesörler… Konu siyasi ve ekonomik yönetime geliyor ve ortaya bir medya yapısı doğuruyor. Dört kuvvetten bahsedilir; yasama – yürütme – yargı, sonuncusu da medya… Aslında medya Türkiye denkleminden daha vareste bir şey değil, Türkiye ne ise medyası da o!
Ben zoraki PR’cıyım. Gazeteci doğup gazeteci ölmek isterdim. Gazetecilik çok kutsal bir meslek. Gerçek gazeteciler, halkın doğru bilgilenmesini sağlama işiyle görevli demokrasinin olmazsa olmaz parçası… Türkiye’de gazetecilik, siyasi projenin veya siyasi ortamın getirdiği bir sonuç olarak çok kötü durumda… Bazı bağımsız gruplar var ki, çok iyi gazetecilik yapıyorlar. Pek çok iyi gazeteci arkadaşımız var. Pek çok cesur arkadaşımız var, pek çoğu da hapiste… Türkiye, Çin’i de geçerek en fazla gazetecinin hapiste olduğu bir ülke… Utanç verici ve biz bu utançla yaşıyoruz. Böyle bir ortamda iyi gazetecilikten söz edebilmek kolay değil…
Yaprak Özer: Türkiye’de medya, başından itibaren siyasi erkin ya kolunda ya korumasında. Kanıtımız tarih. Bu gerçeği de içine alarak bir perspektif getirmek ister misiniz?
Ergun Gümrah: Çok haklısınız yorumunuzda… Türkiye’de 200 yıllık gazetecilik geleneği zaten bir masal… 200 yıldır Türkiye’de hiçbir zaman tam bağımsız bir gazetecilik yapılmadı. Türkiye’de ilk gazetenin kurulması padişahın verdiği parayla yabancı birisine bir imtiyaz olarak sunuluyor, ilk gazete böyle kuruluyor. Cumhuriyetten önce de sonra da böyle…
Aslında biz son 200 yılla -gazetecilik bunun bir parçası- hiçbir türlü hesaplaşmadık ki… Ne Osmanlı meselesiyle ne Kürt, ne Ermeni meselesiyle hesaplaştık… Hesaplaşmadığımız her şey bugün önümüze daha büyük fatura çıkartıyor. Bakın işte son Ayasofya birden ülkenin neredeyse ikiye bölünmesine kadar geldi. Bir tarafta siyahlar bir tarafta beyazlar var. Ülkenin bütün meseleleri böyle, sadece Ayasofya değil… Türkiye bunlarla hesaplaşıp barışamadığı ve gerçek demokratik nizamı kuramadığından yerimizde sayıyoruz… Hep Suriye’ye doğru gidiyoruz. Halbuki Türkiye’nin potansiyeli Danimarka’ya doğru gidebilecek bir pozisyon… 2010’larda bir ara gidiyorduk sonra oy hesaplarıyla masalar devrildi bu iş de bitti, Türkiye yeniden Orta Doğu bataklığına doğru yön aldı. “Doğu için iyi” dedikleri lafa geldik. Bu ülkeler arasında biraz daha iyi demokrasi, biraz daha iyi basın vaziyetindeydik ama son 10 yılda buradan da geriye geldik. Gerçekten beni çok üzüyor.
Daha vahim bir şey var… Türkiye’nin beyinleri yurt dışına kaçtı. Çok acı! Bir çocuğun yetişmesi aileye müthiş paralara mal oluyor ve bu yetişmiş çocukların hepsi başka yerlere gitti. Gazetecilikte de böyle… Eskiden gazeteciler zengin ailelerin çocuklarının işiydi. Şimdi gazetecilik fakültelerine hiçbir yere giremeyen arkadaşlar gidiyor. PR’a gelen arkadaşların da bir kısmı aynen bu şekilde…
Yaprak Özer: Zaten sorun zengin çocuklarının gelmesi gibi bir yaklaşım değil mi? Gazetecilik gazeteciliği gerçekten yaşayan insanların olabileceği önemli bir meslek… Gazeteciliğin çok sorunu var tartışmakla bitiremeyiz. Önemli sebeplerden biri gelir yapısı.
Dediğiniz gibi eğitim olarak çok düşük, gazetecilikte daha iyi eğitimli daha çok insan olsaydı… Çeşitlendirebilseydik, işin bilimsel kısmıyla da ilişkilendirilebilecek bir gazetecilik ya da gazeteciliğin bilimsel çalışma olabildiğini idrak edebilseydik …
Ergun Gümrah: O zaman müsaade ederseniz şöyle bağlayayım… Haklısınız… Bakın sermaye ve gazete ve iktidar ilişkisi dünyanın her yerinde var. Washington Post ve diğer kurumsal yayınlar da belli çevrelerle iş birliği veya menfaat birliğinde… Aynı menfaat yolunda belli haberleri manipüle ediyorlardır. Bunlar bizde de var… Ama bizde bu işlerin suyu çıkmış vaziyette… Tamamen tek sesli bir medya…
Tabii ekonomik tarafına gelirsek… Gazeteciler mesela İngiltere’de 1700’lerde bir gazeteyi birkaç bin Pound’a kurarken bugün bir gazete kurulması milyonlarca, milyarlarca Pound hatta… Tabii bir de teknolojinin getirdiği değişiklik var. Yani basılı gazetenin geleceğini 10 sene önce konuşuyorduk daha ne zaman değişecek diye… Pandemiyle birlikte Türkiye’de basılı gazete bitti. Pandemi zaten hızlanmış olan bir akışı cari hale getirdi… Bugün yaşadıklarımızı biz 5 yıl sonra yaşayacaktık. Bugün yaşamaya başladık.
Medyanın finansmanı meselesi üzerine kitaplar yazabiliriz… Her yerde problemli… Gazeteciler Cemiyeti bununla ilgili bir ara patronlar hükümetle iş yapmasın dediler… Çok doğruydu… Ama bunlardan tamamıyla vazgeçtik. Bugün medya iktidara bağlandı. İnşaatçılar gazete çıkartıyor, inşaatçıların yaptığı gazeteyi okuyoruz… Böyle medya finansmanı meselesi var, bunu çözmek lazım. Dünyada da çözülmeli…
Bir ümit dijitalleşme. Belli kategorilerde uzmanlaşmaya da imkan tanıdı yeni dijital alanlar… Mesela Netflix… Netflix’in içinde çok popüler film de var, çok daha niş kitlelere hitap eden atıcılık, avcılık, bebek ya da köpek bakımı gibi daha küçük konular da var. Dijitalleşme buna fırsat verdi. Ama bundan sonra ne olacağı, bu sistemlerin nasıl yürüyeceği bir sahiplik meselesi. Medyanın sahipliği sorunsalı önemini koruyor diye düşünüyorum.
Yaprak Özer: Medya sahipliği diye bir şey kalacak mı? Teknolojiyle bağlayarak buna cevap vermek ister misiniz… Çok iyi gazetecilik yapan, tek başına bir bando şeklinde çalışan arkadaşlarımız da var… Siz en son ne zaman gazete elinize alıp da okudunuz…
Ergun Gümrah: Mart başından beri almıyorum… Almayı isterdim. Severim ben gazeteye dokunmayı eski bir gazeteci olarak… Her şeyi dijital okuyorum.
Yaprak Özer: Ortaya çıkan yeni gazeteciliği tarif edebilir misiniz?
Ergun Gümrah: Ben bunu çok kıymetli buluyorum. Pek çok bağımsız veya bağımsız olmaya çalışan internet yayını var. Ama habercilik dünyanın en pahalı şeyi ve bu arkadaşlar maalesef kıt kanaat geçinebiliyor, hayatlarını çok zor sürdürüyorlar. Pek çok yazar arkadaşa maaş ödeyemiyorlar. Orada çok değerli yazarlar var ve çok değerli mecralar bunlar… Ama problem şu; büyük ve güçlü sermaye grupları ve onların yarattığı gürültü seslerinin duyulmasına engel oluyor. Yine Netflix’den bahsedelim. Apple var, Warner var… Disney kuruyor… Bunlar trilyon dolarlık sermayelerle dünyaya hakim 5-6 tane tröst. Bunların arasında bağımsız gazeteciliğin ve vatandaş gazeteciliğinin alacağı yolun ne olacağını bilmiyoruz, ümit ediyoruz sadece… Bakın ABD’de sokağa dökülen “Black Lives Matter” hareketinde gerçekten bir vatandaş gazeteciliği kullanmak mümkün oldu ve insanlar sokaklar döküldü.
Bu, bizim gibi demokratik bir toplumu özleyenler için ümit verici bir şeydi. Aynı şekilde Arap Baharı’nın ilk zamanlarında insanların Twitter ve Facebook gibi sosyal mecra kanallarından hareketliliği… Ama hemen akabinde iktidarlar ellerinde olan sermaye ve iktidar gücüyle müthiş bir örgütlenme kurarak birdenbire buna karşı harekete geçtiler ve kirlettiler, bir propaganda malzemesi haline getirip insanları modern anlamda recmettiler; internette gördük… Burada sermayeyle onun karşısındaki güçler arasındaki savaş devam edecek. Bu da gazeteciliğin yüzyıllardır dünyanın her yerinde sürdürdüğü savaşın bir parçası. Bakın bugün Meksika’da da gazetecileri öldürüyorlar, Rusya’da da öldürüyorlar… Avrupa’nın göbeğinde de öldürüyorlar. Gazeteci öldürülmesinin tek nedeni, onların gerçeğin peşinde koşması ve iktidarların da bu gerçeğin ortaya çıkmasından hoşlanmaması. Assange’ın İngiltere gibi bir ülkede hapiste olması dünya için bir utanç meselesi. Dünya böyle bir dünya ama gazetecilerle iktidarlar arasındaki bu savaş devam edecek.
Yaprak Özer: Tabii burada kimin kim tarafından desteklendiği de enteresan … Bildiklerimiz ve bilmediğimiz pek çok şey de var gibi görünüyor. Bir kirlilik var…
Sizi dinlerken şöyle düşündüm; medya ve gazeteci konuşuyoruz. Suçluyoruz ya da övüyoruz… Masanın etrafında başka unsurlar da var. Örneğin medyayı tüketenler var. Üstünde fikir geliştirmediğimiz bir alan haber okuryazarlığı… Görüşünüzü almak isterim. Şirketlere iletişim, medya, kriz, itibar danışmanlığı hizmeti veriyorsunuz… Tartışacak başka unsurlar da yok mu?
Ergun Gümrah: Ben bu konuda temel meselenin siyaset olduğunu düşünüyorum. Bugün dünyanın her yerinde mesela Amerika’da MIT’yi bitiren çocuk hedefini devlet yönetimine girmeye koyar. Bizde iyi okullardan mezun olmuş, iyi çocuklar siyasete girmiyorlar. 80 senedir girmiyorlar.
Yaprak Özer: Siz girdiniz mi?
Ergun Gümrah: Ben de girmedim.
Yaprak Özer: Ben de girmedim. Niye girmedik? İlle de siyasete girmek gibi bir şey olmak zorunda mı? Bu çocukları neden siyasete sokmak zorunda kalalım?
Ergun Gümrah: Evet evet… Bakın bu çok kritik bir şey… Bizim iyi çocuklarımızın siyasete girebilmesi için siyasetin reputasyonunun gelişmesi lazım. Başka bir siyaset mümkün bu ülkede… Ama biz siyaseti en kirli haliyle yapıyoruz. Yani bu ülkenin temiz siyasete, temiz siyasetçilere ihtiyacı var. Potansiyeli olan bir ülkeyiz.
Yaprak Özer: Ters köşe yapsam şunu sorsam… Siyaset olmasa ne olur?
Ergun Gümrah: Siyaset olmasa olmaz… Siyaset bir ekol… Yani nasıl doktorlar olmuyorsa siyaset de olmazsa olmaz… Siyaset kötü bir şey değil…
Yaprak Özer: Yöneticiye ihtiyacımız var siyasete değil ki…
Ergun Gümrah: Evet.
Yaprak Özer: Doktora, tarlada çiftçiye ihtiyacımız var ama siyasete?… Ben siyasetten çok sıkıldım. Bu sıkıldım kelimesiyle açıklanabilecek bir şey değil… Yani Ayasofya ikiye böldü de neyi ikiye böldü? Beni hiçbir şeye bölmedi… Benim gibi sizin gibi bir sürü insan var… Zaten camiydi. Medya hop oturdu hop kalktı. Peki tirajlarına bakalım bunların… İncir çekirdeğini doldurmayan tirajlar… Yazık bunlara milyonlar harcanıyor. Ama bakıyorsunuz öbür taraftan Türk halkı Mars’a yolculuğu da biliyor, takip edebiliyor. Farklı farklı bilgiyle donatırsanız başka açılımlar olacak…
Ergun Gümrah: Şuna inanıyorum ben; Türkiye’de siyasetin de gazeteciliğin de kötü bir uygulaması var. Gazetecilik kötü değil ki… Kötü doktor var iyi doktor var…
Siyaset aslında bu ülkenin bir ülkenin nasıl yönetilebileceği ile ilgili bir disiplin… Partiler bunun okulları… Yani biz bunları doğru düzgün kullanırsak ve bu partiler tabandan gelirse… Türkiye’deki siyaset ise bir tane genel başkan 300 milletvekili seçiyor. Onun adı demokrasi değil ki! 12 Eylül’den sonra ülkede sendikalarla siyasi partilerin bağlantısı kesildi. En aşağıdan toplumun kılcal damarlarından gelen fikirlerin ve birikimin tepeye taşınması bunun Meclis’te kanunlaştırılması ve hayata geçirilmesi… Neticede bu sistem sağlıklı çalışsa bu ülke daha iyi bir noktaya gidecek, ama sağlıklı çalışmıyor. Siyasi Partiler Kanunu değiştirilmeli… Türkiye’de en fazla değiştirilen mesela İhale Kanunu… Neden İhale Kanunu bu kadar çok değiştiriliyor? 300 defa falan değiştirilmiş son 3 yılda… Çünkü siyaset bir rant mekanizması olarak kullanılıyor. Siyaset bir hizmet alanı hizmet yeri, rant değil. Bizde geldiğinde yaptığı servet beyanıyla giderken aynı beyanla çıkan siyasetçi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Ben kimsenin bilmediği bir şey söylemiyorum.
Yaprak Özer: İşin ilginç tarafı düzen değişmiyor. Yalnızca insanların ismi değişiyor. Tabii bir de iktidarda kaldığı sürelerle onların etkileri değişiyor. Kurumlara iletişim danışmanlığı hizmeti sunuyorsunuz neye ihtiyaçları var bu dönemde? Ne görüyorsunuz, eksiklik ne?
Ergun Gümrah: Şimdi aslında şöyle bir şey var… Pandeminin iyi bir tarafı daha oldu. Bir anlamda bir kriz yönetimi yapıyoruz. Ben iletişimin temelinin çok fazla değişmediğini, değişse bile yavaşça değiştiğini ama iletişim teknolojilerinin çok hızlı değiştiğini görüyorum. Müşterilerimize artık iyi birer “kurumsal vatandaş” olmalarını anlatıyoruz.
Yaprak Özer: Ne demek o?
Ergun Gümrah: Bu şu demek… İçinde bulunduğunuz topluma karşı bazı sorumluluklarınız var… Bu sorumluluklarınızı yerine getirmeniz lazım… Sizin tek işiniz para kazanmak ve kar etmek değil, topluma değer kazandırmak, içinde bulunduğunuz dünyaya sorumlu olmak, küresel ısınmayı artıracak faaliyetlerde bulunmamak, rüşvet vermemek, kötü mal üretmemek, yalan söylememek, işçinize, sizinle beraber çalışan ortaklarınıza ve içinde para kazandığınız ülkeye ve dünyaya karşı sorumluluklarınızı yerine getirmek demek… Yani iyi insan olmak demek aslında bir noktadan sonra…
Yaprak Özer: İyi kurum olmak demek…
Ergun Gümrah: İyi kurum olmak…
Yaprak Özer: Pandemi öncesi ile pandemi sonrasında ne değişti? Zaten hep böyle olmak gerekmiyor muydu?
Ergun Gümrah: Hep böyle olmak gerekiyordu, ama sizin de bildiğiniz gibi kurumlar karlılık baskısıyla maalesef kulak tıkıyorlardı. Her zaman bu görüşlere itibar etmiyorlardı. Bütün dünyada bu böyle… Bakın ABD, Paris Sözleşmesi’nden çıktı ve başındaki lider küresel ısınma yok diyor. Bugün bütün bu konuştuklarımızla ilgili en önemli söyleyeceğimiz şey küresel ısınma… Pandemi, küresel ısınmanın sorunu… Dünyadaki yangınlar, giderek artan açlık, giderek artan gelir dağılımı meselesi… Bu tamamen küresel ısınmanın sonucu…
Yaprak Özer: İkircikli bir yaklaşım değil mi? Küresel ısınma çok uzun zamandır zaten hepimizin en büyük sorunuydu. Böyle bir salgın olabileceği de hiç sürpriz değildi. Çok uzun zamandır senaryolar kurulmuş kaldırılmış hatta Hollywood yapımlarına konu olmuş bir şeydi… Şimdi ne değişti? Acaba medya okuryazarlığı paralelinde tüketici okuryazarlığı mı oluyor… Acaba bu kurumlar birdenbire neden iyi kurum olmaya karar veriyorlar? Siyasetteki gibi bir aldatmaca değil mi…
Ergun Gümrah: Evet… Çok doğru bir tespit bu… Bakın eğer biz bu pandemiyi yaşamasaydık şirketlerin önemli bir bölümü eski ezberleriyle yaşamaya devam edecekti. Pandemiden sonraki en önemli değişim tüketicinin yani vatandaşın -tüketiciye de yeni bir isim arıyoruz belki vatandaş o- burada yaşadığı farkındalık… İnsanlar şirketlerin bu üretim ve tüketim biçimiyle hayatlarını devam ettiremeyeceklerini şirketlere anlatmaya başladılar. Makaleleri açıp bakın… Ben 20 senedir söylüyorum. Açık Radyo’da Ömer Madra 20 senedir bağırıyor küresel ısınma diye… Dünyanın her yerinde bilim adamları bağırıyor bunlar olacak diye… Bunlar yeni ortaya çıkmış şeyler değil…
Ama bakın bu noktada bile bir yıl önce adam Paris Anlaşması’ndan çıktı. Bu adam dünyanın süper gücü Amerika’yı yönetiyor. Kapitalizm o kadar açgözlü ki, bindiği dalı kesiyor ve hala farkında değil. Buradaki farkındalık pandemiyle beraber tüketicilerin şirketler üzerinde kurduğu baskının artması meselesi…
Yaprak Özer: Çok güzel çok sevindirici kurumların sonunda böyle bir noktaya gelmiş olması… Sizce bu kalıcı bir nokta mı?
Ergun Gümrah: Bilmiyoruz… Bilmiyorum ama benim beraber çalıştığım pek çok müşteride bu bilincin olduğunu görüyorum. Birebir iletişim kurduğum herkeste bu bilincin olduğunu bu dünyanın daha iyi bir yer olması için hepimizin el ele vermesi gerektiğini…
Müşterilerimiz biliyorlar diye düşünüyorum ama tabii ki burada mesele büyük kartellerin dünyayı yönetenlerin ne düşündüğü… Bakın iki tane rakam var önümde… ABD pandemiden sonra 100 yılın en vahim gelir dağılımını gelir dağılımında adaletsizliği yaşıyor. Dünyanın en zengin 10 adamı da yüzde 20 civarında zenginleşti pandemiden sonra…
İlginç olan; Amerika’daki en zengin 100 kişi “bizden fazla vergi alın” dedi.… Ortak imzalı bildiri yayımladılar. Pandemi bunu sağladı. Bu ümit ışığı… Yani bu kaotik dünyada bizim hep şeyimiz, ümit… Ümidimiz var ve bu ümitle çalışmalıyız diye düşünüyorum.
Yaprak Özer: Şimdi diyoruz ki, hani o sizin vatandaş mı desek tüketiciye dediğiniz noktada ben şimdilik anlaşılsın diye tüketici diyeyim… Sorumlu tüketici… İşte tekstilini alırken çocuk işçi çalıştırılmış mı… Efendim ne kadar su tüketilmiş gibi… Peki bizler çalıştığımız kurumları seçebiliyor muyuz?
Ergun Gümrah: Valla ben bu konuda çok rahatım…
Yaprak Özer: Sizi sormuyorum şahsen…
Ergun Gümrah: Bizim meslekte çok ahlaklı, çok düzgün arkadaşlar tanıyorum kötüler de tanıyorum… Ama ben mesela nükleer müşterisi almıyorum silah müşterisi almıyorum sigara müşterisi almıyorum. Yani şirketi ilk açtığımda nükleerciler geldi. Kabul etmedim. Herkesin bir iletişim danışmanına bir avukata bir doktora ihtiyacı var… Ama bütün sektör adına konuşamam kendi adıma konuşabilirim burada … Görevli değilim sektör derneklerinde…
Bence daha iyi bir dünyanın en önemli aktörlerinden bir tanesi iletişimciler… İletişimcilere bu noktada çok rol düşüyor. Biz müşterilerimizi eğitmeliyiz mutlaka onlara anlatmalıyız. 20 yıllık bir öyküdür ama son 10 yılda çok arttı PR’cılar burada çok önemli bir şeyi başardılar sosyal sorumluluk projelerini artırdılar. Yeni nesil tüketiciler daha baskıcı olacaklar, kurumları daha doğru olmaya yönlendirecekler… Bakın mesela bir kısım tüketici bir deklarasyon yayımladı ve dedi ki Çin’in Uygur Türklerine yaptığı baskı ve oradaki kötü üretim… Adamları köle gibi çalıştırdıkları için oradaki mallarınızı almayacağız… Adidas, çıkıyorum buradan dedi. Diğerleri de çıkacaklar. Bu müthiş bir şey… Eğer bunu korumayı başarabilir devam ettirebilirsek, tüketici şirketleri daha iyi olmaya yönlendirebilirse daha iyi bir dünya bizi bekliyor. Pandemiler devam edecek yıllarımız aylarımız evlerde geçecek… Sonra nasıl bir dünya olacağı konusunda iyi bir gelecek projeksiyonumuz olmayacak diye düşünüyorum.
Yaprak Özer: Pandemiden söz etmişken… Pandemi sonrasında çalışma düzeninizde neler yaşadınız? Bir iletişimci için ne kadar sınırlama olabilir… Ne yaptınız?
Ergun Gümrah: Şirketi kurarken herkesin mobil olabileceği bir yapı kurmuştuk. Ama haftada bir gün evden çalışalım konusunu 2-3 yıldır arkadaşlarla konuşuyorduk ben çok sıcak bakmıyordum. 8 Mart’ta şirketi kapattık ve bir daha şirkete gitmedik. Bu işi 8 Mart’tan beri ofiste yaptığımız kadar iyi yapıyoruz… Bizim işimiz-şanslıyız- dünyanın her tarafından uzaktan yapılabiliyor ve müşterimize verdiğimiz hizmeti aynı kalitede verebiliyoruz. Burada ben en çok eksik olan şeyin sosyalleşme olduğunu kendi aramızdaki sosyalleşmenin daha sıcak iletişimin insani şeylerin eksikliğini çekiyorum.
Arkadaşlarımla şakalaşmayı, gırgır geçmeyi, takılmayı, kavga etmeyi, toplantı yapmayı özledim ama günde 4-5 saati yolda geçirirdim bundan kurtuldum. 1 saatlik toplantı için 4 saati yolda geçirirdim haftada 1-2 defa… Bunlardan da kurtuldum. Bir ara şeyi düşündüm geçen hafta… Ofisi tamamen kapatsak ne olur acaba dedim…
Yaprak Özer: Ne olur?
Ergun Gümrah: Bilmiyorum ama yani bir araya gelmek ve birbirimizi görmek… Bir defa insan olarak ihtiyacımız var. Biz sosyal bir yaratığız. İnsani olarak bizlerle ilgili bir sorun sanıyorum. Ofisi haftada 2-3 gün kullanırız belki… Bir model geliştirmeye çalışıyoruz ama ben pandemi bitene kadar ve arkadaşlarımın her birinin sağlığından emin olana kadar bu işi evden götürme kararındayım.
Yaprak Özer: Peki… Dijitalleşme konusunda iş ortaklarınızın durumunu nasıl buldunuz? Bu kurumların, hizmet verdiklerinizin dijital medyaya yatkınlığı ya da yakınlığı nasıl?
Ergun Gümrah: Şöyle Yaprak Hanım… Ben Leo Burnett’de başladım halkla ilişkilere ve büyük bir şanstı benim için bu… Pazarlamanın p’sini de PR’ın p’sini de bilmezdim. Sadece gazeteci ve yöneticiydim, televizyonculuk ve yöneticilik yapardım. Şunu öğrendim ve sanıyorum 2005’lerden itibaren dijitalin hayatımızın içinde olacağını gördüm ve bütün hayatımı buna göre kurdum. Yani benim için PR, dijital, reklam efendime söyleyeyim tanıtım… Bunların hepsi aynı potada erimiş ve eriyecek şeylerdi. Ben GoodWorks’ü kurarken de buna göre kurdum. Müşterilerimiz önemli bir bölümü zaten hiçbir şeyi dijital, PR vs… diye ayırmıyordu. Zaman içerisinde onlara bunu anlattık ve bugün bizim müşterilerimiz bu PR bu bülten bu bilmem ne diye bakmıyor. Ama bununla ilgili çok uzun mücadele verdik.
Yaprak Özer: Ne yaptınız? Somut birkaç örnek de verir misiniz? Yani biz dijitale göre kurguladık çalışmalarımızı derken… Ya da ne hayal etsin izleyenler bizi? Ne demek o?
Ergun Gümrah: Mesela bizim çok bilinen bir projemiz var. Pek çok projemiz var da… Biz hiçbir projeyi bu dijitale gitsin falan diye değil, 360 derece olarak görüyoruz. Pembe Top Projesi mesela… Biz bunu dünyada o maçın oynandığı ve izlendiği bütün yabancı ülkelere sokmuş oluyoruz ve bütün sosyal medya kanallarımızda ayrıca ünlünün Instagram, Facebook, Twitter vs. bütün sosyal medya kanallarında kullanmış oluyoruz. Ayrıca sadece hedef kitlemiz olan kadınların değil kadınları meme muayenesine esas göndermeyi isteyecek zorlayacak erkeklerin izlediği basketbol maçında yapıyoruz bunu…
Yaprak Özer: Ölçebiliyor musunuz yaptığınız şeyleri?
Ergun Gümrah: Ölçüyoruz… Tabii ölçüm meselesi bütün dünyada sıkıntılı ama mesela ulaşım olarak ölçüyoruz, belki birtakım hasta gelişi olarak ölçüyoruz, farkındalık olarak ölçüyoruz. PR pazarlamanın bir alt fonksiyonu… Ama aynı zamanda PR bir yönetim fonksiyonu… Yani PR’cıların artık yönetim kurullarında icra kurullarında oturması lazım. Ama bunun için de…
Yaprak Özer: Oturuyor musunuz?
Ergun Gümrah: Bazı yerlerde oturuyoruz. Dünyada da bu yolda bir ilerleme var. Bence bu pandemiden sonra ilerleyecek. Ama tabii Türkiye’deki temel mesele -dünyada bu kadar değil biliyorum- o masaya oturacak yetkinlikte PR’cılar gerekiyor. Çünkü pazarlama bilmesi lazım ekonomi bilmesi lazım finans bilmesi lazım…
Yaprak Özer: Ergun Bey Türkiye’deki PR’cıların çoğu gazetecilikten ayrılanlar değiller mi?
Ergun Gümrah: Evet…
Yaprak Özer: PR’cı yetiştirebildik mi? Yani değişikliklere uygun PR’cı…
Ergun Gümrah: Bence şöyle… Gazetecilikten yetişme çok iyi PR’cılar var… Reklamdan gelen çok iyi PR’cılar var… Yönetim kurulu masasına oturan arkadaşlar var. Bunların çoğu şirket sahibi zaten… Ve altlarında onların vasfında olacak arkadaşların sayısı çok değil… Tabii bu da o kurumların derinliğiyle ilgili bir şey… Ekonomiye dönelim, ülkemizde derinliği 500 milyon USD olan reklam pastası bulunduğunu da unutmayalım.
Yaprak Özer: PR sektörü küçüldü mü?
Ergun Gümrah: Hayır küçülmedi. PR, krizde küçülmez, bu kriz PR’a yaramıştır. PR’cıların ne kadar değerli bir şey yaptıkları ortaya çıktı.
Yaprak Özer: Dikkatimi çekiyor büyük – çok uluslu ya da evrensel diyebileceğimiz kurumlar yerel bile olsalar içerideki yapılanmayı daha farklı disiplinlerden kişileri de oraya çekerek toparlamayı tercih ediyorlar. Buna ne diyorsunuz? Neden meslekten birilerini tercih etmiyorlar?
Ergun Gümrah: Siz de hatırlarsınız, gazetecilikte tartışırdık; “gazeteciliği sadece gazeteciler yapsın…” Gazeteciliği iyi bir avukat da iyi yapabilir.
Yaprak Özer: Hala böyle mi düşünüyorsunuz?
Ergun Gümrah: Hala böyle düşünüyorum ama gazetecilik nosyonunu alması lazım. Yani gazetecilik nosyonunu almamış bir kişi… Gazeteyi gazeteciler yapar ama herhangi bir uzmanlık alanında-şeyde de bahsettiğiniz gibi- o işin uzmanları da kullanılmalıdır. Bizde de mesela bir sosyolog kullanılabilir. PR’cılar da aynı şekilde… Bir avukat – doktor kullanabiliyoruz, o uzmanlığı reddetmemek lazım. Dirsek temasında çalışmalı onları iletişim disiplini dışında kullanmaya başlarsanız o zaman işler sıkıntılı… Gazetecilik veya PR, uzmanları kullanırken ana disiplininden ve o disiplinin etik değerlerinden vazgeçmemeli.
Yaprak Özer: Gelecekte tematik kanal ve tematik yayınların şansı olacak mı?
Ergun Gümrah: Bir reklam pastası var ve bu reklam pastasından beslenen mecralar var. Televizyon, internet, gazete, açık hava… Şimdi böyle baktığınızda Türkiye’de olan televizyon sayısı bu reklam pastasıyla beslenemez. Türkiye’deki televizyonların yüzde 90’ı bir türlü siyasi erkin sağladığı işte maden inşaat vs. falandan alınan sermaye ile destekleniyor.
Yaprak Özer: Peki bunu aşabilmek için gelir modellerini çeşitlendirmek ve farklılaştırmak hiç mi mümkün olmaz yani?
Ergun Gümrah: Bilemiyorum.
Yaprak Özer: İlle de Basın İlan Kurumu’ndan gelen ilanlara mahkum olmak ya da başka bir gelirini oraya mı koyması gerekiyor?
Ergun Gümrah: Yani çok zor, çok zor…
Yaprak Özer: Gelir modeli konusunda yapılacak bir şey yok mu?
Ergun Gümrah: Ben gelir modeli konusunda çok becerikli bir adam değilim. Şöyle söyleyeyim… Benim çekmecemde üç tane bağımsız gazete projesi var bugüne kadar yapıp da yırttığımız… Yani bunların en sonuncusunu 91’de yaptım herhalde… Arkadaşlarla oturduk defalarca biz bağımsız bir gazeteyi nasıl yaparız… Bir kere biz Türkiye’de bağımsız gazeteyi yaşatamayız. Bugüne kadar çok örneği var… Basılı bir gazeteyi yaşatamıyoruz maalesef… Şimdi şu anda 3-4 tane dijital gazete dijital yayın var… Bunlar gerçekten dişleriyle ve tırnaklarıyla bir noktaya geldiler ve bir noktada da kendilerini tutuyorlar. Ama bu ülke maalesef bu kadarını besleyebiliyor işte… Açık Radyo bakın… 20 -25 sene mi oldu… T24 çok iyi bir model… Medyascope… İsmet Berkan yine bir model üzerinde çalışıyor. İşte bunlar bu kadarla kalabiliyor. Ümidimiz bunu nasıl büyütebiliriz… Bu biraz toplumsal…
Yaprak Özer: Çok büyümeye gerek var mı sorusunu sorarak sona doğru getirmek istiyorum. Bundan çıkarılacak dersler yok mu acaba?
Ergun Gümrah: Valla çok ders var tabii ki… Ama güçlü bir medya acaba siyaset üzerinde etkisi olur mu paradigması kafamızdan gitmediği için… Böyle düşünüyorum. En azından ben böyle düşünüyorum…
Kafamızda şöyle bir şey var… Medyayı ele geçirirsek iktidarı da ele geçiririz. Bu paradigmayı kafamızdan atamıyoruz. Ama ben şunu biliyorum ki Türkiye’de gazetelerin iktidarın en fazla karşısında olduğu dönemler iktidarlar seçim kazandılar. Bunu defalarca gördük… Demek ki belki de çok büyük gazeteler çok büyük medya grupları gerekmiyor haklı olabilirsiniz. Bunun üzerine kafa patlatmamız lazım. Ama bir taraftan da küçük küçük medya gruplarının küçük küçük medyumların halkın fikrinin değişmesinde ne kadar katkısı olabileceği konusunda da endişelerim var.
Ben iletişimin gücüne çok inanıyorum. Yani iyi bir iletişim kurduğunuzda o her zaman bir karşılık bulacaktır ve iyi bir iletişimci dünyayı daha iyi bir yer yapmak yolunda bir tuğla koyacaktır.