Ofsaytı mı enflasyonu mu daha kolay anlıyorsunuz?

İki seçeneğiniz olsa, hayatın renklerinden; “pembe-mor-sarı” mı, yoksa en fazla lacivert ve griye evrilen “siyah ile beyaz” arasında mı gider gelirdiniz? Birincisi ne kadar karın doyurmuyormuş gibi görünüyorsa ikincisi de o kadar olmazsa olmaz gibi duruyor, değil mi. Ofsayt mı enflasyon mu, eğitim mi ihracat mı, konkordato mu kadın-çocuk mu, insan hakları mı cari açık mı, hayvanlar-doğa mı kalkınma endeksi mi… Aslında etle tırnak gibi hepsi ama nedense biz bölmüşüz işte. Krize ekonomi demişiz hayatın renklerine de adammm sende! Keşke tüm renkler armoni içinde olsaydı.

İnadına inadına farklı iş yapanları bulmayı iş edindim. Buyurun biri daha; Doç. Dr. Itır Erhart toplumsal cinsiyet, insan hakları, spor ve medya konularında ders veriyor. Birbirinden enteresan konular olabilir, hiçbirini diğerinden daha hafif yapmıyor; hatta varlığı tartışmalı olmayan şeyin dersi mi olur diye düşünebilirsiniz, boşuna demiyorum inadına renk diye…

Erhart’ı, Adım Adım Hareketi’yle tanıdım. Adım Adım başarılı bir sosyal inisiyatif oldu. Şimdi bir başkasına imza atmış. Şaşırıyor muyuz? Hayır! Bir Sivil Toplum Kuruluşu olarak Açık Açık.

Açık Açık Derneği, dernek ve vakıflara bağışta dünyada sondan 18’inci olan Türkiye’de, bağışçılığın gelişmesi için şeffaf ve hesap verebilirliğe önem veren ve bağışçı haklarını kabul eden sivil toplum kuruluşlarının seslerini duyuracağı bir platform olarak kurulmuş. Bağışçılar, Açık Açık aracılığı ile bağış yapmak istediği Sivil Toplum Kuruluşlarını tek bir platformda buluyor ve karşılaştırma yaparak bilinçli bağış yapabiliyor.

Bu söyleşinin özü moral bozmadan, yılmadan ve tükenmeden sürdürülebilir bir şekilde inandığımız konuların peşinde koşmak. Yetmez, onları profesyonel yaşamımızın parçası yapmak. Hobi edinmek değil, hobileri iş edinmek.

İşiniz zor olmalı.

Ama bir yandan da keyifli. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı, Türkiye’nin Toplumsal Cinsiyet Endeksi’nde çok sonlarda yer aldığını düşünürsek nasıl bir “tık” yukarı çıkabiliriz, neler yapabiliriz… Aslında uzun bir yol haritamız var, öğrencilerle tartışmak, genel resmin kendi gördüklerinden çok farklı olduğunu konuşmak heyecan verici oluyor. Ben toplumsal cinsiyet ve medya dersi veriyorum. Daha çok medya temsillerine bakıyoruz mesela reklamlarda, filmlerde, billboardlarda temsili tartışıyoruz. İletişim, sosyoloji ve psikoloji öğrencileri ağırlıklı bu derslere katılıyor. Hukuktan da geliyorlar, ilgili mühendisler de gelebiliyor.

Toplumsal cinsiyette Türkiye uluslararası tüm kriterler baz alındığında son sıralarda oluyor.

Sondan 5-10 arası gidip geliyor.

Bir kadın olarak acıklı bir durum. Dersini veriyor olmak da zor olsa gerek.

Çok güzel çabalar da var. Sivil toplum ayağında, kamu kuruluşlarında var… Öğrencilerin geliştirdikleri Erktolia diye çok güzel bir site var. erktolia.org toplumsal cinsiyet ihlallerinin yapıldığı, cinsiyet eşitsizliğinin görüldüğü örneğin reklamları ya da ürünleri buluyor. Mesela Kinder çikolata; eskiden beyaz kırmızı renklerdeyken bir süredir kız çocukları ve oğlan çocukları için mavi pembe iki ayrı ürün ürettiler. İçerisindeki oyuncaklar da cinsiyetçi; yani kız çocukları için olanda bebekler erkeklerinkinde gemiler var…  Erktolia buna dikkat çekmek için kampanya başlattı: oyuncağın, çikolatanın cinsiyeti olmaz!  Bu kampanyayı yüksek sesle sosyal medyada paylaşıyor, ürün ya da o ajans özür dileyene ya da reklamı kaldırana kadar da orada tutuyor.

Ne oldu?

Kinder şimdilik duruyor ama kaldırılan çok fazla ürün oldu. Geçenlerde Doğadan’ın bir çay reklamı “kadınlar ne ister, hem ayakkabı ister, hem çanta ister, zayıf olmak ister ama çikolata da yemek ister” gibi benzer bir kampanyaydı. Reklam kaldırıldı. Bu site konulara dikkat çekiyor ve çok güzel bir çaba, çok faydalı olduğunu düşünüyorum.

Medya burada büyük sorumluluk sahibi. Araştırmalarınız olduğunu biliyorum, medya farkındalık yaratmak ve sosyal sorumlu davranmada nasıl kendine gelir?

Gazetecilerin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalığının olması çok önemli.

Ne demek, eğitim mi?

Evet eğitim, çok önemli! Bir gazeteci arkadaşla konuştuğunuzda, “neden böyle bir haber yaptın?” diye sorduğumuzda, diyelim bir şiddet olayından bahsediyor ve şiddet görmüş insanı konumlandırış biçimi ve kullandığı dil örneğin, “… sabahın üçünde eve geldiği için öldürdüm, boşanmak istedi ben de bıçakladım…” Manşete böyle cümleler taşıdığımızda şiddete uğrayan kişi sorumluymuş gibi anlaşılıyor.

Kültürel ruhumuzda yerleşik demek ki, onlarla büyüyünce de gazeteci belki samimiyetle ama umarsızca yazısına eklemlendirebiliyor.

Evet, mini etek giymenin, boşanmak istemenin, gecenin bir saati eve gelmenin yanlış bir şey olduğu ya da erkek bunu yapabilir ama kadın yapamaz ve veya bunu yaparsan karşı taraf da şiddet gösterebilir… gibi neredeyse meşrulaştırıcı bir durum. Eğitim verilmezse ya da mesleğe yeni başlayanlarla çalışmalar yapılmazsa kötü niyet olmasa da bu dil yeniden üretiliyor.

Eskiden daha kolay sorunlarımız vardı. Unutmayalım bu sorunu gazeteciler için konuşmak başka, kontrolsüz vatandaş gazeteciliği için konuşmak bambaşka. Giderek daha zor yol alabiliyor musunuz?

Sosyal medya herkesin içerik üretebildiği bir alan. Gazeteciler söz konusu olduğunda en azından editoryal bir değişiklik, düzeltme önerilebiliyor ya da gazeteci arkadaşlara çeşitli konularda toplumsal cinsiyet eşitliği, insan hakları konularında eğitim verilebiliyor, görsellerle ilgili paylaşım yapılabiliyor. Sosyal medyada bunu yapmak mümkün değil, çünkü o şiddet anını bile görüntüleyip olduğu gibi yayıyor. Şimdi vatandaş yapıyor.

Neden?

Baskı var ya üzerimizde, her an sosyal medyada ilgi görecek bir içerik paylaşmak zorunluluğu.

Yeni bir çalışmanız var, konu çalışan kadınlar. Nasıl bir çalışma?

Türkiye’de çalışan kadın oranı hala çok düşük ve endekslerde çok geride olmamızın genel nedenlerinden biri. Çalışan kadın yaklaşık yüzde 29. Tabii toplumsal cinsiyet rolleri önemli. Çocukluktan itibaren ailede, okulda, kitaplarda, dizilerde öğretilen kadının esas ve öncelikli işinin  annelik olduğu. Evi çekip çevirmesi, yemek, çocuğun veli toplantısı gibi. Siz üniversiteye de gitseniz mesleğiniz de olsa, kadın sürekli bir ikilem yaşıyor. Belli bir yere gelmek istiyor, kariyer hedefleri var… fakat acaba evi hele çocuğu varsa çocuğu ihmal mi ediyorum diye bir arada kalmış bir durum söz konusu. Ben de işte bu alanda bir çalışma yapıyorum. Medyada yer bulan görselleri araştırdım. Genelde konvansiyonel ve internet haberlerinde arada kalmışlığı gösteren fotoğraflar ya da çizimler var.

‘Kadınlar ofsayttan anlar mı?’ Itır hanım, sizin güzel bir saptamanız var, paylaşır mısınız?

Çocukluktan beri futbol taraftarı olarak yetişmiş biriyim. Erkek kardeşim var, biz Beşiktaşlı bir ailede doğduk ve çocukluğumuzdan beri ikimiz aynı şekilde maça götürüldük. Beşiktaş kongre üyesi olduk. Bizim için taraftarlık ya da Beşiktaşlı olmak kadın ya da erkek meselesi olmadı. Fakat sosyal bilimci olarak şöyle baktım, tribünde ben bir kadın olarak cinsiyetçi tezahüratlara eşlik ediyorum… bunu niye yapıyorum diye bir farkındalık anı yaşadım. Orada fark ettim ki kadın olarak erkek olarak tanımlanmış bir alan, stadyumda oraya ait olma stratejim o benim! Orada dışlanacağım çünkü beklenen bu. Futbolla ilgileniyorsanız ofsaytı da anlarsınız… Birkaç makale yazdım. Araştırma yaparken örneğin ekşi sözlükte “kadınlar ofsayttan anlar mı?” ya da “kız arkadaşınıza ofsaytı nasıl anlatırsınız?” diye uzun uzun uzun yazılarla karşılaştım… Toplumsal cinsiyet üretiliyor. Diyor ki, ‘Mesela kuyruktasın bir ayakkabı dükkanındasın bir ayakkabı var önündeki kadın da aynı ayakkabıyı istiyor orada da kasiyer var.’ Sözde kadınların anlayacağı dilden anlatmaya çalışıyor… Bir kadına ofsaytı anlatmak bir erkeğe şöyle bir yemeği anlatmak kadar zordur, çünkü beyinleri farklıdır falan gibi neredeyse biyolojiye dayandıran roller üretiliyor.

Adım Adım hareketindeki adımlarınızdan söz eder misiniz?

Adım adım şu anda 45 bin kişi. 45 bin koşucu, her alandan 76 tane dernek ve vakıf var. Örneğin Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği de aramızda, kadın erkek eşitliği üzerinde çalışan dernek vakıflar da…  Neyse derdiniz, toplumsal olarak sizi çok üzen konu neyse, örneğin çöpüne sahip çık vakfı da var! Kanser tedavisi gören birinin tedavisinde ki zorluk mu…  Adım Adım bünyesinde her konuda destek verebileceğimiz kaynak yaratabileceğiniz bunu da koşarak yapabileceğiniz bir dernek var.

 

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir