Sizce öğrenmek öğrenilebilir mi?
Git anam işine!.. Eski köye yeni adet mi getiriyorsun yine… Saçma sapan konuşup duruyorsun, yetmezmiş gibi yazıyorsun. Gönderiyoruz çocukları öğreniyorlar işte. Çarpma, bölme…
Sizce biz öğrenmeyi öğrenebilir miyiz? Popülist bir yanıt verilebilir; “Hayır iş işten geçmiş… Bizden ne köy ne kasaba olur” der çıkarım işin içinden ve kimse de beni suçlayamaz. “Kumaşa bak” derim yoksa! Ama…
Geçtiğimiz hafta Beyaz Nokta Gelişim Vakfı tarafından “Gençlerin Öğrenebilirliklerini Harekete Geçirme” başlıklı bir konferans düzenlendi. Bu konferansın sunumunun bir bölümünü üstlendim. Öğrenmeyi öğrenmenin ne olduğunu bilenler ile öğrenmeyi öğrenebilenlerin katıldığı bir konferanstı… Öğrenmeyi reddedenler ile öğrenmenin öğrenebileceğini ihtimal vermeyenler yoktu.
Vakıf Başkanı eski bakanlardan Tınaz Titiz, Türk toplumunun kendi ayakları üzerinde durabilme becerisinin düşük olduğunu söyledi: “Muhtaç insanlar” diye tanımladı bizi. Hemen ilave etti “durum kalıtsal değil, öğrenilmiş bir davranış”. Titiz’e göre nedeni aile, toplum ve okul üçgeni tarafından yetiştirilen çocukların “öğretilme bağımlısı” olmaları. Sorun çözme yeteneğimizi artırmamız gerekiyor. Titiz, insan vücudunun bağışıklık sistemini sorun çözme yeteneğine benzetiyor; “Ezber, sorun çözme yeteneğini zayıflatan en önemli hastalıktır. Yaratıcılığı yok eder. Futbol maçlarındaki tezahüratlarımız bile taklit” diyor.
“Yirmi birinci yüzyılın cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, öğrenmeyi öğrenmeyenler olacaktır” diyor Alvin Toffler. Ünlü düşünür/gelecek bilimci Toffler’in öğrenmeyi öğrenmek üzerine ortaya attığı konsepti barındıran “Future Shock” adlı kitabı ilk baskısını 1970’lerin başında yapmıştı. Öğrenmeyi öğrenmek kavramı özetle, eğitim sisteminden ne beklememiz gerektiğini şöyle ortaya koyuyor; sistem, çocuklara bilgiyi nereden bulacağını, nasıl düzenleyeceğini, gerektiğinde nasıl kategorilere ayıracağını, hangi bilgiye inanacağını, bilgiyi nasıl kontrol edeceğini, somutla soyut arasındaki dengeyi nasıl sağlayacağını, ileri ve geri adımları nasıl atacağını; sorunlara bakarken, çözümleri ararken farklı düşünebilmeyi, alternatif üretebilmeyi, kendi kendisine öğretebilmeyi öğretmeli.
Öğrenmeyi öğrenebilmek temelde eğitim kavramı. Eğitim sistemimizin öğrenmeyi öğrenmek kavramını kucaklayacağına dair umut beslemek istesem de gerçekçi olmadığını biliyorum. Hani şu okullar olmasaydı… Belki! Bence bu konsepti popüler yapmak istiyorsak iş dünyasının destek vermesi gerekiyor. Ben başlıyorum…
Düşünsenize öğrenmeyi öğrenen gençleri işe aldığınızı. Yeni ve belirsiz işlere uyum sağlama becerisi ve isteği olan gençleri… Elde olan bilgilerin tekrar şekillendirilip yeni işte uygulamaktan korkmayanlarla çalıştığınızı düşünebiliyor musunuz… Düşünüp, sonuçlar çıkartıp, ilgili bilgilere sahip olmak ya da onlara ulaşmaya bilebilen gençlerin olduğunu… Sizi şaşırtan gençlerle birlikte çalıştığınızı. Size yetişmeye çalışan değil, sizin yetişmek için nefes nefese kaldığınız bir insan kaynaklarına sahip olduğunuzu hayal etsenize! Oysa biliyorum ki, karşınıza çıkan pek çok aday önüne gelen sorun karşısında eğer baştan “Ben bunu yapamam ki…” demiyorsa, bir süre uğraşıp “olmuyor” diye geri bildirim veriyor. Yine biliyorum ki, gün boyu yaşanan diyaloglardaki kilit kelimeler: “… olmuyor, bu yapılamaz, “Hayır” dediler, mümkün değildi, ben yapamadım, bilmiyordum, nereden bulacağım, kimden alayım, unutmuşum…”
Nasıl gençler yetirdik biz? Bizi kim yetiştirdi, nasıl kıydınız bize… Oysa öğrenmeyi öğrenmenin bir tanımı da aynen şöyle, “öğrenme hakkında yapılan bir keşif süreci”. Keşif, macera demek, heyecan demek, yenilik demek ve eğlence demek… Bu topraklarda öğrenmekle eğlence, öğrenmekle heyecan, öğrenmekle keşfetmek yan yana gelmiyor. Neden?
Okul bittiği anda eğitime son vermek yaygın rastlanan bir durum. Gelişmiş toplumlarla gelişemeyenleri ayıran temel özelliklerden biri olabilir mi acaba? Çocuklarımıza verebileceğimiz güzel şeylerin sınırı mutlaka maddi olanaklarımızla yakından alakalı. Maddeden bağımsız olarak öğrenmeyi öğrenebilmelerini hediye edebilir miyiz?… Örneğin öğrenmeyi, çocuğa satın aldığınız yeni telofonun son teknolojik numaralarını öğretmekten bağımsız düşünmeyi deneyebilir miydiniz… Çünkü o değil. Olsaydı, işsiz gencinden, inşaat işçisine, ev kadınından çocuğuna kadar yaygın telefon ağına sahip tekno halkımızın bugün başka bir yerde olması gerekmez miydi?
Sizi bilmem ama kendime dönüp baktığımda öğrenmeyi öğrenmemekte direnenlere karşı sabrımın hızla tükendiğini görebiliyorum. “En büyük sıkıntın, acı çektiğin konu ne?” deseler… Eskiden yanıt vermek için pek çok orijinal şey bulabilirdim. Bugün yukarıdaki sorunun, sağlık ve can kaybı dışında bir tek karşılığı var; ezber ve sıradanlık!
Gelin bir milad koyalım ve küçüklerin, büyüdüklerinde bizler gibi olmamaları için uğraşalım. Öğrenmekten ekstra yük getirir mi diye korkan, “ben kanaatkar bir insanım” diyerek klişelere sığınan, çok bildiğini sanan ama bilmeyen, sorunların üstesinden çözmek yerine sövmekle gelinebileceğini sanan bizler gibi olmasınlar…