Anlatılmaz yaşanır (!) tam da böyle bir dönemdeyiz. Elbet tarih yazacak yazmasına da, içinde yaşarken kelimeler kifayetsiz kalıyor. “Olasılıksız” denilen her şeyin, olasılık dahilinde olduğunu idrak etmek nefesimizi kaçırıyor.
Bugünleri anlatmak için bol bol yazmak tabii ki mümkün. Yazmasanız olmaz, yokmuş gibi davranmak yakışmaz… Geçmişte, bugünleri yazanlar imdadıma yetişti. Bir kere daha sayfaları karıştırmak, kafamı karıştırırken toparladı: tarih tekerrürden ibaret. Bu kadar teknoloji, bu kadar gelişme ve onlarca yıl önce yazılanlardan ileriye gidememek, ne acı!
SİYAH KUĞU
Yakın geçmişten başlayayım; Nassim Taleb, Lübnan doğumlu yazar, istatistikçi, risk analisti. Olasılık, rastlantısallık ve belirsizlik konularında yazdıklarıyla tanınıyor. New York Üniversitesi’nde Risk Mühendisliği Profesörü. 2013-14 ve 15 yıllarında dünyadaki “En Etkili 100 Fikir Lideri”nden biri olarak seçildi.
‘Siyah Kuğu’ en tanınmış eseri. Adından olsa gerek, şaşırtıyor. ‘Siyah Kuğu’ diye tabir edilen şeylerin ya da olayların üç ortak özelliği var. Birincisi, geçmişte olabilirliğine işaret edecek hiçbir belirti olmadığı için sıra dışı olmaları. İkincisi, olağanüstü etki gücüne sahip olmaları. Üçüncüsü, beklenmese de, meydana geldiğinde, o ana kadar anlamlandırılamayanlara ilişkin sebep sonuçların anlaşılabilmesi.
Etrafınıza bakın siyasette, ekonomide, bilimde iz bırakan olayların neredeyse hepsi ‘Siyah Kuğu’. Taleb, hayatını riskleri hesaplayarak kazanan insanlara çok önemli bir bakış açısı sunuyor: borsacılar. Oysa hepimiz hayatımızı riskleri hesap ederek kazanıyoruz.
KÖRLÜK
İstatistik profesörü bize, detaylara takıldığımızı ve önümüzü göremediğimizi anlatıyor. Taleb’e göre hayat, birçok çarpıcı olayın birikimi ve etkilerinin toplamı.
11 Eylül terör saldırılarını, 2004’te Pasifik’te yaşanan tsunamiyi öngörebilirdik diyor. Bu denli hasar yaratmamış olacaklarını ileri sürüyor. Ve ekliyor: “Bildiğin şey canını yakmaz”. Haklı ama bize uymuyor. Örneğin depremi bilen ve bekleyen ve her depremde acıyla sarsılan Türk toplumuna Siyah Kuğu’yu anlatmak bunun için zor. Donald Trump’ın Başkan olabileceği de öngörülemedi. Seçim yarışına dayanmaz dendi, dayandı. Cumhuriyetçilerin adayı olmaz dendi, oldu… Başkan olamaz dendi, oldu. Birçok ülkede Trump’ın bahis piyasasını çökerttiği söyleniyor.
BÜYÜK BİRADER
Ünlü yazar George Orwell’in asıl adı Eric Arthur Blair. 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen kalemlerinden biri. Sosyal adaletsizliğe karşı farkındalık ve totaliterizme karşı duruşuyla dikkat çekti. Çok genç yaşta öldü. İyi bir eğitimi vardı, dönemin İngiliz sömürgesi Burma’da polis teşkilatında görev yaptı. Şahit olduğu acımasız uygulamalar, emperyalizme karşı geliştirdiği fikirlerine katkıda bulundu.
Büyük Birader yani “Big Brother”, Orwell’in ‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ adlı romanında yer alan kurgusal karakterlerden biri. Ülkenin adı Okyanusya. Romana göre ileri safhada totaliter rejimle yönetilir. İktidar partisinin kendi çıkarları uğruna halkı üzerinde büyük baskı kurduğu Okyanusya’nın gizemli diktatörü herkesi göz hapsinde tutar. Tele-ekranlar ülkenin her yerini kaplar. Açık alanlarda sürekli “Büyük Birader seni izliyor” duyuruları yapılır. Propaganda yönetim tarzıdır.
Orwell’in ve onun gibi fütüristlerin yaklaşımı daha sonra büyük gişe yapan pek çok filme konu oldu. Açlık Oyunları bunlardan biri. O kadar gişe yaptı ki, neredeyse diziye döndü… Şu sıralar vizyonda olan Snowden filmi aslında yıllar yıllar önce Orwell tarafından öngörülmüştü. “Big brother is watching you” dünyanın her yerinde ağızlara pelesenk olan bir kavram.
CESUR YENİ DÜNYA
Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya adlı eserini İngiltere’de yaşarken kaleme aldı. Beşinci romanı. Zaten tanınmış bir hiciv ustası olan Huxley, bu romanda ilk ütopya denemesine soyunuyor.
“Brave New World” romanın özgün adı. Hikaye Londra’da 26. yüzyılda geçiyor. Toplumun dokusunun değiştirilmesi konu ediliyor. Acımasız yöntemleri var; örneğin uykuda eğitim yapılıyor, üreme teknolojileriyle genler ve yapı değişiyor ve daha fazlası…
Bu dünya dışarıdan bakıldığında sakin ve huzurlu, çünkü değiştirilmiş. Kavga yok gürültü yok savaş yok! Yoksulluk da yok. Herkesin yiyeceği var. Açlık unutulmuş. Herkes eşit, teknoloji çok ileride, herkes mutlak mutlu… Bu arada, değerler de yok. Aile yok, kültürel çeşitlilik yok, sanat, edebiyat, felsefe de yok… Sağlık hizmetleri tam. Neredeyse ütopya. Ve ama…
ÜTOPYA
Biraz da Thomas More’un (1478-1535) ütopyasından söz edeyim. More, İngiltere Kralı 8. Henry’nin Danışmanı. Danışmanlık görevini istemez ama zorla yaptırılır. Ve yıllar sonra Kral tarafından idam edilir. Onu ipe götüren sivri fikirleri değildir, Kral’ın Anne Boleyn’le evlenmesini onaylamaz. Kral bu kararından hoşlanmaz ve kafası gider. More’u analiz edenlerin bir kısmı sosyalist bir ülkeyi hayal ettiğini söylerler, değil aslında. Dönemin İngiltere’sine başkaldırmaktadır. Gelir dağılımındaki eşitsizlikleri eleştirmiş, İngiliz emperyalizmine duyduğu tepkiden Ütopya’yı yazmış. More’un yaşadığı dönemde Kral Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi. Kral için her şey feda edilebilirdi. Kral, canı isterse ülkenin tüm varlığına el koyabilir, hapse atar ölüm fermanı imzalayabilirdi…
More’un Utopia’sı bir tarım ülkesi; vatandaş çiftçi, günde 6 saat çalışıyor. Yöneticiler seçimle iş başına geliyor. Herkes tek tip giyiyor, aynı yemekhanede yiyor. Kadın erkek ilişkileri ciddi, evlilik kutsal. Üretim herkese adil dağılıyor, zenginlik ihtiyaç kadar kullanılıyor. Para yok. Altın ve gümüş değersiz madenler. Suç işleyenler köle yapılıyor, cezaları ağır işlerde çalışmak, ayrıca altın-gümüş takılar takılıp toplum içinde dolaştırılıp utandırılmak. Toplum savaşmaktan uzak durur, can güvenliği önemsenir. Utopia’da yasa yoktur, çünkü ihtiyaç yoktur. Yargıçlar bulunur, avukatlar yoktur.
OBAMA
Bir önceki ABD Başkanı Barack Obama’nın görevi bırakmadan kısa süre önce verdiği röportajlardan birinden söz ederek noktalamak istiyorum. Wired dergisi Kasım sayısında MIT Media Lab Başkanı ve aynı zamanda bir girişimci olan Joi Ito’yla söyleşen Başkan, yapay zeka konusunun detaylarına giriyor. Yapay zeka teknolojisinin insanlığa katkısı, vatandaşların bu teknoloji nedeniyle işsiz kalma kaygılarına ve ulusal güvenlik endişelerine değiniyor.
Bu söyleşi, ABD’nin topu topu 2-3 ay önceki gündemini yansıtıyor. Hayli entelektüel ve teknolojik. Bunun gibi diğer röportajlarda da küresel ısınma, insanlık halleri vb. gündemde. Bu kadar kısa zaman içinde tanınmayacak bir noktaya gelinebiliyormuş meğer. Olasılıksız değil hiçbir şey.
Obama ile Trump farkı… Yapay Zeka’nın detaylarından söz eden, ulaşılan teknolojinin istenmeyen kişilerin kontrolüne geçmemesi için fikir yürütüyor; diğeri, Meksika sınırına betondan duvar örmeyi gündemine alıyor. Biri bu duvardan insanlar geçerse, havayoluyla mülteciler ülkeye girerse zarar verir boyutunda… diğeri, en büyük korkusunun sınır tanımayan epidemikler, farklı virüsler ve gen teknolojisi olduğunu ifade ediyor. Biri eğitimsiz ve mesleksiz Amerikalıları işe yerleştirmek için sanayi yapılanmasına ve inşaat/beton çağına geri dönmekten, diğeri yapay zeka nedeniyle kaybolacak işlerin envanterini verip asıl tehlikenin sofistike işlerin bir bölümünün de ortadan kalkması olasılığını gündeme getiriyor. Ve bu sorunun evrensel olduğunu küresel çalışmanın kaçınılmaz olduğunu söylüyor.
Teknik olarak aynı dili konuşuyorlar. ABD şaşkın, Siyah Kuğu’yla tanıştı. Sanıyorlar ki ansızın geldi. Oysa, 11 Eylül kadar bekleniyordu. Bize bakmaları bile yeterdi. Küçümsediler. Obama ve ekibi büyük körlük yaşadı. Sanırım 2 dönem Başkan olan tek siyah lider olarak tarih yazacak. Ancak tarih, 4+4 yılda yaptıklarının, 4+4 ay bile geçmeden nasıl değiştiğini de yazacak.
Atatürk’ü anımsatmak ve anımsamak istiyorum. Heykelini çay bardağıyla değiştirmek isteyecek kadar ileri gidenler ve toplum mühendisliğiyle hafızalardan silmeye çalışanlara karşın hala ayakta durması ve tarihsel olarak ışık tutması açısından unutulmaması gereken şahane bir lider.