En son ne zaman spor yaptınız? Sağlıklı besleniyor musunuz? Kendinize dikkat ediyor musunuz? Bu sorulara verdiğiniz yanıta inanıyor musunuz? Kendinize dürüst davranıyor musunuz?
- En son ne zaman spor yaptınız?
- Sağlıklı besleniyor musunuz?
- Kendinize dikkat ediyor musunuz?
- Bu sorulara verdiğiniz yanıta inanıyor musunuz?
- Kendinize dürüst davranıyor musunuz?
Ben yukarıdaki soruları kendime de sordum. Sınıfta kaldığım söylenebilir. Daha başka soruları da çok rahatlıkla birbirinin peşi sıra ekleyebilirim. Onların yanıtları da çok parlak olmayacağı için zahmet etmiyorum.
Hoş geldin Vicdan!
Çevremde gördüğüm kilolu insan sayısında artış var. Kadınlar daha kilolu, erkekler daha kilolu, çocuklar daha kilolu. Çevremdeki gördüğüm insanlar her zamankinden daha şikâyetçi. Hayattan şikâyetçi, kilodan şikâyetçi, yemekten, içmekten şikâyetçi.
Balon gibi şişmiş insanların olabileceğini ilk kez çocuk yaşlarda ABD’ye gittiğimde görmüştüm. Dev insanlardı onlar! Kadın, erkek, çocuk… Kolları bacakları sosis gibi… Parmağımın ucuyla dokunmak istediğimi anımsıyorum. Patlar mı diye merak etmiştim… Sanırım o günlerde geliştirdiğim bir tuhaf düşünce; bu insanlar uçak koltuğuna sığar mı, doktor koltuğuna oturabilir mi?
Daha sonraki yıllarda gördüğüm aşırı kilolu insanların daha düşük eğitim ve daha düşük gelir grubuna mensup olduklarını algıladım. Bu iş bilinç işiydi…
Buraya kadar işin bir yüzü, ancak iş hayatı geliştikçe başka bir yüzle daha karşılaşmaya başladım. Zamansızlıktan bozulan sağlıklar. Zaman yetersizliğinden kötü beslenme, zaman yetersizliğinden kaynaklanan şuursuzluk… Bu kategorinin milliyeti yok. Her ülkede var.
Son yıllarda işin daha farklı boyutlarını da görür oldum. Bu farklı boyutta Türkiye daha fazla yer bulmaya başladığı gibi, tuhaflık çocuklarımızı etkiler oldu. Çocuklarımız balon gibi şişmeye başladı.
Geçmişte ABD’de gördüklerim, balon gibiydiler. Böyle oldukları yetmezmiş gibi, ağızları dolu, ellerinde yiyeceklerle dolaşır, bir sağa bir sola yalpalaya yalpalaya yürürlerdi. Hallerinden nedense memnun görünürlerdi. Hiçbir şeyi umursamaz, daracık şeyler giyer sokağa çıkarlardı. Oysa bizim kültürümüzde insanlar öyle her şeyi giymezdi. Önemli olan yakıştırmaktı, moda ikinci planda kalırdı! Bizde ayıp örtmek çok önemliydi. (Bir dirhem et bin ayıp örter diyen büyüklerimiz obezitenin ne olduğunu bilmiyordu.)
Doğru, bunun adı konmamıştı. ABD’de dev insanlar yaşar deyip geçiyorduk. Ne çocuk kafamla ben, ne yanımdaki büyükler bu işin bir hastalık olduğunu bilmiyorduk. Şişmanlığa hastalık gözüyle bakmak yeni moda. O zaman kibarca “boğazından kes ver” derlerdi.
Meğer o günün balon insanları geleceğin hastalarıymış. Bugün elime aldığım her yayında beni iki büyük tehlikeye karşı uyaran yazılar okur oldum; Obezite ve hareketsizlik. Sözde gelişmiş kültürlerin hastalığı.
Dünya sağlık örgütü fiziksel aktivite eksikliğinin her yıl 1.9 milyon kişinin ölümüne yol açtığını söylüyor. Makul fiziksel bir aktivite için günde yarım saat, form korumak için bir saat ve fazla kilolardan kurtulmak için 90 dakika tavsiye ediliyor. Amerikalıların 1977 ile 1995 yılları arası yürüyerek bir yerlere gitme oranı yüzde 40’a inmiş. Amerikalılar günde 5000 adım atıyormuş.
Şu Amerikalılar olmasa, kimse hiçbir şey ölçmeyecek. Güleyim mi ağlayayım mı bilmiyorum. Ama zaman zaman iyi ki var bu adamlar demekten geri tutamıyorum kendimi. Bizde şu kadar kişi obez, bu kadar kişi spor yapmadığı için ölecek, hastalanacak gibi rakamlara ben rastlamadım. Bizim ölçecek başka sorunlarımız var, buna sıra gelmediği ortada. Amerika’daki insanların üçte biri obez ve dörtte biri de hiç egzersiz yapmadıklarını itiraf ediyor.
Avrupa’da da durum parlak değil. Avrupa kıtasında yapılan bir araştırmada Avrupalıların spor yapmamasının nedeninin zamansızlık olduğu ortaya çıkmış. Avrupa Birliği vatandaşlarının yüzde 38’i en azından haftada bir spor yaptıklarını, yüzde 40’ı da hiç yapmadıklarını söylüyor. Birlik içinde sporun s’sini bilmeyenler Portekizliler. En iyileri Finlandiyalılar…
Eski enerji dengeleri etkisini yitirdi. Zaten gelişen dünyadaki obezite sorunu da bunun en büyük göstergesi. Geçtiğimiz on yılda basın ve sağlık uzmanları genellikle gıda alımının üzerinde durdular. Çok fazla yağ ve karbonhidrat tükettiğimiz vurgulandı. Ama gıda alımının sonuçları kadar gıdayı yakmanın da sonuçları problemli. Sağlıklı olmak için yeteri kadar kalori harcamıyoruz ve vücudumuzu hareket ettirmiyoruz. Fiziksel aktiviteye ihtiyacımız olduğunu unuttuk. Formda olmakla ilgili kaygılarımız sadece dış görünüşle alakalı değil. Fazla kilolu olmak dışında obezite kalp krizi, şeker hastalığı, yüksek kan basıncı gibi problemlere yol açıyor.
Çocuklara dikkat edin. Obezite çocuk yaşta başlıyor.
Türkiye’de okul öncesi, ilköğretim ve orta öğretim gören öğrenci sayısı 12 milyonu geçiyor. Okul öncesi çocukların yüzde 16’sında beslenme bozukluğu mevcut. Bu çocukların yüzde 14-25’i yaşıtlarına göre zayıf ve kısa. Okul çağı çocuklarının yüzde 17-35’den fazlasında anemi (kansızlık) görülüyor. Öğrencilerin beslenme alışkanlıkları incelendiğinde yüzde 60-85’inin sabah kahvaltı yapmadığı gözlenmiş. Bu çocukların yüzde 25-43’ü simit, gofret, çikolata, sandviç gibi besinleri tüketiyor.
Şişman ya da sıska çocuklarımız bizim. Onlara sahip çıkmamız gerekiyor. Aşağıda okuyacaklarınız diyetisyen Selahattin Dönmez’in gözlemleri;
“Çocuklarda şişmanlık gün geçtikçe artıyor. Çin, Almanya ve İngiltere’de yüzde 55, Rusya’da yüzde 50 oranında hafif şişman çocuk var. ABD’de her beş yılda bir çocuklarda şişmanlık görülme sıklığı yüzde beş artıyor. Türkiye’de şişman çocuklarla ilgili bir bilimsel veri yok. 1984 yılında yapılmış beslenme araştırması bulunuyor. Yapılan bazı endemik çalışmalara göre Türkiye’de şişman çocuk oranı yüzde 30-45. Uzmanlar rakamın daha büyük olduğunu söylüyor. Şişmanlığın iki nedeni var; birisi çevresel faktörlerden kaynaklanan, yemek yeme davranış bozukluğu ve fiziksel aktivite azlığına bağlı olan etmen, diğeri de özel nedenlerden kaynaklanan etmenler. Şişmanlığın yüzde 60’ından fazlası yemek yeme davranışı bozukluğundan kaynaklanıyor. Çocuklarda şişmanlığın artmasındaki temel nedenlerden birisi, sayısı artan özel okullarda çocuklara enerji düzeyi yüksek, daha çok damak zevklerine hitap eden ve yetersiz besin içeren yemeklerin verilmesi. Bir öğünde hamburger, patates tava ve kola veriliyor. Bunun yerine az yağlı etten yapılmış hamburger, bir kase yoğurt ve bir elma verilebilir. Bilgisayarla haşır neşir olan çocukların fiziksel aktivitelerinin azalmasına bağlı olarak enerji harcamalarında azalma, aile tarafından yemek yemesi için çocuğa yapılan baskı, çocuğa ödül olarak pizza yedirme, bebeklik döneminde ek besinlere geç başlama ve yeterli sürede anne sütü vermeme gibi birçok etken çocuklardaki şişmanlığın en önemli nedeni. Çocuklarda şişmanlık açısından en riskli dönem 6-11 yaş grubu. Bu yaş grubunda şişman olan bir çocuk ömür boyu şişman kalır. Bir de kız çocuklarında 11-16 yaş riskli bir dönem. Hem kız hem de erkek çocuklarda 6-11 yaş, yağ hücrelerinin temellerinin atıldığı dönemdir.”
Önce kendimizi, şimdi çocuklarımızı bozuyoruz. Hepimiz içinde yaşadığımız ağır koşulları suçlamaya bayılıyoruz. Ama nereye kadar suçlayabileceğimizi göremiyorum. Sanırım, “aman canım gelir geçer”, “verirsin gider”, “su içsem yarıyor”, zamanım yok spor yapamıyorum” gibi kulaktan dolma ve dilimize yer etmiş cümlelerden kurtularak başlamak gerek.
Değişik bir yazı konusu olduğunun farkındayım. İtiraf edeyim ki, sizin dikkatinizi farklı bir noktaya çekerken ben de kendi yaşamımla yüzleşmeye çalıştım. Söylenenlerin hepsini keşke yapıyor olsaydım, keşke kendi yazdıklarımın hepsine kendim uyuyor olsaydım. Dilerseniz birlikte hatırlayalım, birbirimizi kontrol edelim, sonuçta hepimiz bu ülkenin insan kaynağı değil miyiz?