Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nin 2010 yılı hedeflerine ulaşabilmesi için toplam istihdamımızın yaklaşık yüzde 50, kadın istihdamımızın ise yüzde 150 artırılması gerekiyor. Bu, 8 milyon kadına iş demek.
Bugünkü yazımın kahramanı, yukarıdaki araştırmanın kahramanı gibi bir kadın. Önemli bir farkla… O, iş kapısı açılacak kadınlar grubuna hiç girmedi. Hayata tepeden başladı. İşi hazırdı. Köklü ve zengin bir aileye doğdu, iyi okullara gitti. Kariyer planıyla büyüdü. En üst düzeydeki ilk Türk kadın yönetici oldu. Nedense o tepeden inip, çok çalışmayı tercih etti. Bir sürü hayal kurdu. Peşinden koştu. Her koşulda hayal kurulabileceğini gösterdiği için bugün misafirim. Ömründen uzun hayalleri olan kadın, Suna Kıraç. Vehbi Koç’un en küçük çocuğu.
Onunla röportaj yapmak imkansızı başarmak gibi bir şeydi. Bir gazeteci için önemli işler arasındaydı. Ben en az dört yıl uğraştım. Aralıklarla yılmadan aradım. Neden röportaj istediğimi anlattım durdum. Araya hatırı sayılır kişler koydum. Hiç ses çıkmadı. O sustu, ben aradım.
Bir gün Suna Hanım aradı. Telefonda net bir şekilde röportaj talebimi kabul ettiğini söyledi. Tarih ve saat verdikten sonra, “Neden sizinle görüşmeye karar verdiğimi biliyor musunuz” diye sordu ve beklemeden kendisi yanıtladı; “Çünkü tam dört yıldır, ısrarcı, sabırlı, sürekli ve istikrarlı bir şekilde görüşme talep ediyor, talebinizi yineliyorsunuz.“
Suna Kıraç şehir efsanesi gibiydi… Ne kadar sert olduğu… Ne kadar akıllı olduğu… Ne kadar başka olduğu… Hepsi ve daha bir sürü ‘ne kadar’ın doğru olduğunu onunla tanışınca gözlemledim.
Söylenenler gibi, ama söylenenlerden çok farklı ve daha çok ne kadar’ları vardı… Ben bu şehir efsanesini kendime çok yakın buldum. Ne istediysem sordum, o ne istediyse ona yanıt verdi. Bilgiyi esirgemedi, hiçbir sorum onu tedirgin etmedi, hiçbir sorunun yanıtında tereddüt göstermedi…
Röportaj bittiğinde benimle harcadığı zamandan memnun kaldığını gözlemledim. İyi bir işti diye düşündüğünü sanıyorum. Söyleşiyi zamanında toparladık, onun isteyip de söylemediği bir şey kalmadı. Söyleşi bittiğinde öğle saatleriydi ben teşekkür edip ayrılmak üzereyken “Haydi birlikte yemek yiyelim” dedi. Teşekkür ettim, biliyorum ki vakit nakit. “Nasıl olsa yemek için zaman harcamayacak mıyız, gidelim” dedi.
Kısa yemek, verimli geçti. Anladığım kadarıyla her dakikası böyleydi. Koç Holding üst düzeyi masamızı ziyaret etti durdu. Herkes bir şey sordu. Çoğunun danıştığı konu günlük işlerle ilgiliydi. Ben Suna Hanım’ın yalnızca üst düzey işlerle ilgilendiğini düşünmüştüm, yanıldığımı anladım. Demek kafamda patron olunca sırça köşkte oturmalısın diye resim çizmişim.
Ben, o gün, satır arasında pek çok şey öğrendim. Örneğin, dünyanın en güçlü insanı olabilirsiniz, ama o güç, zenginliğinizin ya da “babasının kızı” ilişkiniz nedeniyle edinilmişse, saygınlık bonus olarak gelmiyor. Bu röportajda bilginin güç olduğunu gördüm. Gücün, işin detaylarında gizlendiğine şahit oldum. Detayların, sürekli öğrenmek demek olduğunu farkettim. Ve tabii hayaller. Herkesin hayal kurabileceğini farkettim.
Suna Kıraç’ın “Ömrümden Uzun İdeallerim Var!” başlıklı kitabı anı kategorisinde olabilir, bence yönetim ve insan kaynakları kitabı tadında. Bir insan kaynakları gazetesinde yazdığımın bilincindeyim, bu yüzden insan kaynakları yöneticilerine okumalarını şiddetle öneriyorum. Aslında iş dünyasına adım atmak üzere olan gençlerin okumasında fayda görüyorum. Türkiye’de karar veren noktalarda kadın yöneticilerin sayıca az olmasından şikayet ediyoruz. Bu koltukları dolduracak güçlü kadınlara ihtiyaç olduğunu söylüyoruz. Doğru… güçlü ve sabırlı kadınların sayısı ne yazık ki bir elin parmaklarını geçmiyor. Bir de tabii, ideal peşinde koşanlara, hayal kurmasını sevenlere tavsiye ederim. Yalnız olmadığınızı anlamanız için iyi bir fırsat.
Kitabın beni etkileyen bölümlerinden biri sosyal sorumluluk çalışmaları. Türkiye’de toplumsal sosyal sorumluluğu çoğunluğun gereksiz bir meşguliyet olarak algıladığını, pek çoklarının bir reklam vesilesi olarak değerlendirdiğini ya da “desinler” diyebilmek için bulunmaz fırsat olarak yapıştıklarını gördüm.
Türkiye’de bu işin yel değirmenleriyle savaşmak olduğunu, el attığım sosyal sorumluluk çalışmalarında yaşıyorum. Moralimin bozulduğu zamanlar, öfkeden çılgına döndüğüm dakikalar oldu, olmakta… Hayal kurarak üstesinden gelmeye gayret ediyorum.
Biz bu ülkede faydanın yalnızca insanın kendisiyle sınırlanması gerektiğini düşüncesiyle büyütüldüğümüz için, yanımızdaki bir kişinin hayatını kurtardığımızda, aslında kendi hayatımızı zenginleştireceğimizi düşünemiyoruz. Biz hayal kurmasını, hayalle yaşamasını bilmiyoruz.
Bakın Suna Kıraç neden Eğitim Gönüllüsü olmuş, yani neden hayal kurmuş;
“Çünkü bu ülkede yaşamak ve mücadele etmekte kararlıyım.
Eleştirenlerden değil, eleştirilenlerden olma arzusundayım.
Konuşanlardan değil, iş yapanlardan olmaya karar verdim…”
Haydi gelin bir hayal de biz kuralım, bir hedef koyalım: 2010 yılına kadar kadın istihdamını yüzde 150 artırmak için 8 milyon kadına iş yaratmak. Destek verirseniz olabilir. Bu ülke bu şekilde kurtulabilir. Ben inanıyorum.