Orda bir köy var uzakta. O köy bizim köyümüz… Orda bir ev var uzakta, o ev bizim evimiz… Orda bir çocuk var uzakta, o çocuk bizim çocuğumuz… Aslında sokakta çok çocuk var, hepsi aç susuz, onlar bizim çocuğumuz. Aslında orda burada bir sürü çocuk var, çalışan, çalıştırılan… Onlar bizim çocuğumuz.
Gözüm trafik ışığına takılmış, gidiyorum. Önümdeki arabalar ilerledikçe, içimden neden biraz daha hızlı olamadıklarını düşünüyorum.
Gözüm trafik ışığına takılmış, gidiyorum. Önümdeki arabalar ilerledikçe, içimden neden biraz daha hızlı olamadıklarını düşünüyorum. Bir iki otomobil kaldığında yeniden kırmızı yanacak diye korkuyorum. Bekleyeceğim süre, bir ya da iki dakika… Ama olur mu? Sonra toplantıma geç kalırım.
Hızlanmaya çalışıyorum. Sanki bir iki dakikanın büyük bir önemi varmış gibi.
Nedense toplantılar çok önemlidir. Kaçırılırsa dünya durur sanırız.
Ben bu hissi çok sık yaşanlardan biriyim. Aslına bakacak olursanız, toplantılara başında verdiğim önem ile sonunda verdiğim önem arasında, genellikle baştaki duygularımın aleyhine büyük bir açık olur…
Tahmin ettiğim gibi kırmızı yandı. Tam bana iki araba kala. Hep böyle olur.
Ben durdum.
Birden etraftan bir sürü çocuk bitti. Ellerinde cam silecekleri ve pet sular arabaya doğru yaklaşıyorlar. Elimle, “Yapma istemiyorum” diye işaret ettim. Çünkü arabanın camını çamura bulayacak şimdi. Bazılarına gözüm öylesine aşina ki… Şu anda bu satırları yazarken bile yüzleri gözümün önünde. Bu çocuklar bazen korkuturlar beni. Aynen sizi korkuttukları gibi…
Bazen başıma bir şey gelir mi korkusunu yaşarım. Çoğu zaman onun gözlerinin içindeki korku beni korkutur. Küçücük olmasına karşın çok büyük bakar o çocuklar. Hayata dair çok az deneyimleri olması gerekirken sırtlarında taşıdıkları onca yükle, çocuk yüzlerinde derin çizgiler vardır.
Çoğu zaman yüzlerindeki ifadeyi izlerim, incelerim. Kendi aralarındaki konuşmayı, el hareketlerini… Grup oluyorlar. Değişik iş yapanlar farklı gruplar oluşturuyorlar…
Yaklaşanlardan birine işaret ettim, istemiyorum dedim. Beni ciddiye aldı. Başka arabanın camlarını silmek üzere uzaklaştı. Zaten saniyeler söz konusu. Elini çabuk tutması gerekiyor. Ben istemiyorsam, itiraz etmeyen birilerini bulması gerek.
Selpakçılarla Silecekçiler
Öncü silecek ekibi, kendilerine yeni hedef bulup uzaklaşınca arkadan selpak ekibi belirdi. Silecek ekibi biraz daha büyük çocuklardan oluşuyor. Boyları da yaşları da daha büyük. Böylece camlara daha rahat uzanıyorlar.
Selpak ve sakız satanlar ise küçük ekip. Minikler çil yavrusu gibi dağıldı. Her biri bir şoför camının kenarında yalvaran bakışlarla selpak satmak istiyor.
Benim şansıma düşen ise pek bir minik bir şeydi. Geldi. Yalvarmıyor. Kedi gibi miyavlamıyor. Yalnızca gözümün içine bakıp, “Alır mısın?” dedi. Ama söylemesini görmelisiniz; “Al” diyor.
Benim arabam hep selpak ve sakızla doludur. Çünkü ben bu çocuklara karşı koyamam bir türlü.
Saçlarını bir ya da iki numaraya vurmuşlar. Eline küçük bir torba tutuşturmuşlar.
“Selpak al” diyor.
“Peki, alırım” dedim.
“Nasılsın” diye sordum.
Cevap yok.
“Kaç yaşındasın?”
Cevap yok.
Torbadan minik ellerine sığabilecek kadar çıkardı.
“Al” dedi.
Kaça dedim.
“150 bin” dedi.
Çantamda 500 bin buldum.
Bir tane… İki tane… Üç tane selpak aldım.
Parayı verdim.
Gitmiyor.
“Olmadı” dedi.
“Neden, tanesi 150 değil mi? Bak sana 500 verdim üç tane aldım” dedim.
“Olmaz bu paraya iki tane vereceksin dediler.”
İmdadına büyük çocuklar yetişti.
“Abla o parayı bilmiyor, alış fiyatı 150 bin” dediler.
Daha para hesabı yapmasını bilmiyor. Parayı bile tanımıyor. Üç tane selpak vermişler, sat demişler satıyor.
Ama ailesini geçindirmesi gerektiğini biliyor.
Yaşı en fazla 5, bilemediniz 6…
Onun kazancından ne olacak… Çocuğu doğurup sokaklara atmak marifet mi?
Şekilde görüldüğü gibi değil! Ama atan çok.
“Tamam” dedim. Nasıl da kötü hissettim kendimi. Selpakın birini hemen geri verdim. Işık yeşil yandı. Yeni para çıkarmama izin vermiyorlar. Arkamdakiler sabırsız. Kim bilir, kimin nerede ne toplantısı var.
Bizim minik nasıl ciddi anlatamam.
“Tamam mı şimdi, oldu mu?” diye sordum
“Tamam şimdi oldu” dedi.
“Peki, teşekkür ederim” dedim. Döndü gitti.
Bir daha bu miniğe rastlamadım, ama eminim paraları artık tanıyordur. Acemiliğini atmıştır.
Dilenciye Para Vermeli Mi?
Sizi bilmem ama bir zamanlar sokaktaki dilencilerden bir şey almamak, onlara para vermemek gerektiğini düşünürdüm. Artık neyin doğru neyin eğri olduğunu bilmiyorum.
Mantığımı değil vicdanımı dinlemeye karar verdim.
Kim isteyerek dilenir söylesenize…
Kim ağzını burnunu yamultarak başkasından yardım ister. Kendisine acıyarak bakacaklarını bilerek.
Kim yardım ister, horlanacağını bilerek. İhtiyacı olmasa kim yardım ister.
O küçücük yüzlere, kocaman korku dolu bakışlara, kirli ellere baktıkça… Bunlar benim çocuğum da olabilirdi diye düşünüyorum.
Ne farkı var?
Kim çocuğunu çalıştırmak ister?…
Biliyorum pek çoğunuz benimle aynı fikirde değilsiniz. Allah’ın cezası pek çok anne baba var. Vicdansız. Ama bir o kadar da zorunlu olduğu için bunu yapan var.
Nasıl ayıracağım onları birbirinden? Bana mı kaldı ayırmak? Eline verdiğimiz üç kuruşla belki de dayak yemekten kurtarıyorum çocuğu. Ayrıca düşünmek istemiyorum o paranın kime gittiğini. O çocuk o an bir an öncekinden daha mutlu ya, önemli olan bu.
Çocuk Anne Ve Çocukları
Hava sıcak. Beşiktaş’ın göbeği. Trafik ana baba günü. Trafik ışıklarına dura kalka ulaşıyorsunuz. Biraz ileride bir polis. Onlar olunca, nedense trafik biraz daha çabuk karışıyor. Polisle aramda orta yerde kaldırıma oturmuş bir kadın ve iki çocuk. Aslında üç çocuk demeliyim. Çünkü kadın, onlardan biraz büyük. “Çocuk kadın” ve iki küçük çocuğu…
Aylardır yıkanmadıkları belli. Çocukların yüzü gözü kapkara. İkisi de çıplak sayılır. Hava sıcak olduğu için değil, üzerlerindekiler yırtıldığı için. Gözlerimi onlardan alamıyorum. Tuhaf bir resim.
Ben böyle güzel çocuklar görmedim. Böyle güzel bir anne ve iki çocuk. Böyle sefil ve mutlu bir tablo.
Çocuk anne ve iki küçük çocuk önlerinde küçük bir beyaz plastik kap. İçinde bir tür yiyecek var. Yaşı 4-5 gibi olan elini daldırıp bir şey alıyor. Ne olduğunu anlamadım. Aslında kabın içindeki şey bulamaç gibi. Parmaklarını çatal/kaşık gibi kullanıyor. Aynı kaba anne de elini sokuyor, parmağına aldığı yiyeceği, taş çatlasa 18 -20 aylık bebeğe veriyor.
Bebek birkaç adım sağa, birkaç adım sola yalpalaya yalpalaya yürüyor. Nasıl minnoş bir şey. Görmeniz gerek. Annesi de onun yürüyüşüne bakıyor. Sonra çocuğu ensesinden kaptığı gibi bağrına basıyor, yanaklarından öpüyor, onu kokluyor, yüzünde güller açıyor. O kara yüzleri gülüyor.
Belli ki mola vermişler. Kadın birazdan küçüğü kalçasının kenarına koyup bir eliyle onu tutacak diğer eliyle arabalardan para isteyecek. Diğer çocuğa farklı şeritlerdeki arabalara gitmesini söyleyecek. O da orada dilenecek. Belki akşam eve giderken, tabii evleri varsa, yiyecek bir şeyler alacaklar. Tabii ellerindeki paraya evin erkeği el koymazsa…
Karısını Dövemeyince Çocukları Dövüyor
Hepinizin okuduğunu varsayıyorum. Annenin, babalarına terk ettiği biri 5 diğeri 7 yaşında çocukların başına geleni. Baba çocuğun omuz kemiğini kırmış. Döve döve öldürecekmiş az kalsın.
Derler ya öldürmeyen Allah öldürmüyor.
Çocukları sokakta şaşkın buldular. Izdırap içinde…
Ne o… Baba sinirli! Karısı yok, çaresiz çocukları dövüyor. Onu kim dövsün.
Gazetelerde çarşaf çarşaf fotoğrafları çıkınca, çocukların annesi ortaya çıktı. Evi terk etmiş. Çünkü koca aslında onu dövüyormuş. O çocukları döveceğini sanmamış. Ama demek ki onun yokluğunda baba çocukları dövmeye başlamış…
Döven babaya mı kızacaksın, terk eden anneye mi, bilmiyorum…
Bebeğe Anne Aranıyor
Geçen hafta annem aradı. Temizliğe gelen yardımcının bir tanıdığı varmış. Yeni doğum yapmış genç bir kadın. Aklından biraz zoru var diyorlarmış… Pek akıllı bir şey değil galiba… Yedi çocuklu bir adama kaçmış. Hamile kalınca adam bunu kapının önüne koymuş. Zaten daha önce bir kez evlenmiş ve bu evlilikten bir çocuğu varmış.
Vaktiyle annesi ile üvey babasının yanına sığınmış. Büyük çocuğu onlar büyütüyormuş. Ama anneanne, ikinci bir çocuk istemem, çocuğu verecek bir yer bul diye tutturmuş. Kadın ortada, bebek daha birkaç günlük, o da ortada. Anneanne kendince haklı, çok fakirler, zaten bir taneye bakıyorlar, bir ikinciye bakacak güçleri yok.
Yeni doğmuş çocuk isteyen birini arıyorlarmış.
Can pazarı.
Mahalleli karar vermiş bu çocuğu biz büyütelim diye… Mahallenin çocuğu olsun.
Nasıl olacak?
Bir bebek, yarım akıllı bir kadın, fakirlik …
Sosyal İşler Müdürlüğü’nün telefonlarını bulup verdim. Arayabilecekleri kişinin ismini de…
Çocuk düşleyen bir sürü kadın var. Onların çocuğu olmuyor, çocuk yapmaya ehliyeti olmadığı gibi çocuk yapacak ekonomik gücü olmayanlar var, onlar da bir sürü çocuk doğuruyor.
Hayat ne yazık ki dengeli değil.
Dengeyi ne mahalleli ne de bireyler olarak bizler sağlayabiliriz. Bu tür bir denge resmi makamlar tarafından sağlanmak zorunda.
Çalışan 773 Bin Çocuk
Kayıt dışı istihdam, çocuk işçiliği ve yabancı kaçak işçilik işgücü piyasasının en önemli sorunlarından.
Çalışan çocuk sayısı 773 bin, geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 24.7 azaldığı görülüyor.
Kayıtlar ne kadar doğru söylüyor?
Resmi rakamlar Türkiye gerçeğinin ne kadarını temsil ediyor, bilmiyorum.
Hepsini temsil etmediğini biliyorum. Türkiye’de pek çok bilinmeyen varken, çocuklarımıza ilişkin bildiklerimiz
bilmemiz gerekenlerin çok altında kalıyor.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün Dünya Çalışma Örgütü ile birlikte hazırladığı rapor, tarih olarak 1999 yılını gösteriyor.
Buna göre; Türkiye’de okula giden çocukların yaklaşık yüzde 3o’u çalışıyor. Okula gitmeyen çocukların ortalama yüzde 50’den fazlası çalışıyor. Bunların yüzde 30’a yakını ev işlerinde, geri kalanı da ekonomik işlerde çalıştırılıyor. Ekonomik işlerde çalışan çocukların yüzde 57.6’sı tarım sektöründe, yüzde 21.8’i sanayide, yüzde 10.2’si ticarette ve yüzde 10.4’ü hizmetlerde istihdam ediliyor.
Ekonomik işlerde çalışan çocukların yüzde 58.8’i ücretsiz aile işçisi. Yüzde 39.4’ü ücretli, yevmiyeli.
Çocuklara neden çalıştıkları sorulmuş. Değişik yanıtlar vermişler. Yanıtlar dil bilgisi açısından farklı, anlam açısından birbirinin aynı: “Mecbur olduğum; mecbur bırakıldığım için…”
Neden Okula Gitmiyorlar
Türkiye’de okula gitmeyen çocukların, okula gitmeme nedenlerine bakıldığında şöyle bir tablo çıkıyor;
Yüzde 23.7 okul masrafları yüksek olduğu için gidemiyor.
Yüzde 30.8 okula ilgi duymadığı için gitmiyor.
Yüzde 76 ailesine ya da ev işlerine yardım etmek zorunda olduğu için okula gitmiyor.
Yüzde 9.7 uygun okul olmadığı için gitmiyor.
Yüzde 7 ailesi izin vermediği için gidemiyor. Geriye kalanlar da açıklanamayanlara giriyor.
Çalıştırdığımız çocuklarımızın haftada kaç saat çalıştıklarını merak ediyor musunuz?
Kentlerde haftada 51 saat, kırsalda haftada 30,5 saat.
Peki, kaç para kazanıyorlar dersiniz?
Araştırmaya göre, ekonomik işlerde çalışıp gelir getiren çocukların bu faaliyetlerinden dolayı elde ettikleri aylık kazanç ortalaması 55 milyon 143 bin TL. Bu araştırmanın yapıldığı sırada aylık kazanç ortalaması 117 Amerikan Dolarıydı.
Bozdur bozdur harca!
Çocuklara sahip çıkalım.
Biraz yukarıda anlattığım bebek o yarım akıllı genç kadının değil, aynı zamanda bizim de bebeğimiz.
Yüzü gözü kapkara çocuklar o “çocuk anne”nin değil yalnızca, bizim de…
Ne yapabiliriz diye düşünüyor olabilirsiniz…
Hangi birine yetişeceğim diyebilirsiniz.
Siz de haklısınız. Bir tek doğru telefon, bir tek doğru adres vermek… Onlarla ilgili konuşmak, yazmak, çevrenizdeki bilinçsiz anne adaylarını bilinçlendirmek…
Size bakan bir çift güzel çocuk gözüne, gülerek karşılık vermek. Zaman zaman “nasılsın” diye sormak. Bu bile yetebilir.
Biliyor musunuz, büyük olasılıkla o çocuğa kimse “Nasılsın” diye sormuyor. Sormayacak. Ona bir tek soru soruluyor, “Bugün kaç para kazandın?”