Hayatımızı “evet” ile “hayır” arasına sıkıştırdık. Dünyamız daraldı, izin verdik. Bütün renkleri aldılar, bir beyaz bir siyah bıraktılar bize razı olduk. Ölmek kalmak, var olmak yok olmak, konuşmak susmak, gitmek kalmak, yapmak vazgeçmek. İki seçenek. Ya biri ya diğeri…
Hayattan rengi alırsan
Geriye ne kalır? Hayattan rengi insandan ruhu alırsın. Geriye ruhsuz insanımsı şeyler kalır. Utanıyorum yazmaya ama Zombi gibi dolaşıyoruz. Ruhu alınmış, kanla beslenen yaratıklar gibi. Kendinden olana bir şey yapmayan ya da yapamayan, ama diğerinin kanını emerek tutunan…
Yazmak zor, iş yapmak zor, performans göstermek zor, ders çalışmak zor. Başarı imkansız gibi… Kimse aklını veremiyor. İş için randevu almak istemiyor canınız, çünkü kimse iş konuşamıyor. Projeler bekliyor. Ödemeler zaten yapılmıyor. Üretim durdu. Dostlar alışverişte görsün faaliyetleri devam. Hal hatır sormak dahi sıkıcı, cevap aynı; “nasıl olsun…” Herkesin bir korkusu, risk haritası var. Yaşam mayınlı tarlaya döndü.
Her şey riskli
Aman dikkat edelim, dur söyleme kalsın, yok öyle düşünmeyelim, acaba ne derler… İtiraf edin günlük dilinizin ve işittiklerinizin çoğu bu kısa cümlelerin bir öyle bir böyle yazılmış hali değil mi? Dünyada da risk kol geziyor. Post Modern Soğuk Savaş Dönemi’ne koşarken, Dünya Ekonomik Forumu’nun risk haritasındaki 2017 trendleri çevre, sosyal, jeopolitik, teknoloji başlıkları altında. Detayı şöyle; olağanüstü iklim değişiklikleri, çok büyük ölçüde istenmeyen göç hareketi, doğal facialar, büyük çaplı terör olayı, çok büyük data skandalı yani bilgi güvenliği. Özetle sonunda kitlesel ölüm olasılığı bulunan olaylar risk kapsamında.
Hayal yerine ümit ediyoruz
Dünya Ekonomik Forumu’nun risk tanımı ve işaret ettiği riskli alanlar bizim için riskten öte adeta hayatın gerçeği, iç içe yaşadığımız günlük vak’a bunlar. “Gık” demiyoruz. Var olan risk haritalarını demode buluyorum, kutu dışına çıkamıyorlar. Çıksalar ne görecekler diye soracak olursanız; kitle halinde ruh ölümü riskini fark edecekler. Dünyanın en büyük riski ruhunu teslim etmek. Bugün bize yarın onlara…
Yaşanan ıstırabın temeli hayal kuramamak. Hayallerin çalınmasından kaynaklanıyor. Bir günde de olabiliyor, yavaş yavaş fark etmeden, fark ettirmeden… Biliyor musunuz somut bir veri; Türkiye hayal kurmaktan korkuyor. Unutmuş. Hayal kuracak bilgisi de yok, cahil bırakılmış. Ülkemizde, hayatın DNA’sına göre hayal kuranların oranı yüzde 15. Hayal kurmayı bilmiyoruz hayal etmiyoruz yalnızca ümit ediyoruz. Kader, hüzün ve umut sarmalında kaybolmuş görünüyoruz.
Hayallerimiz, ruhumuz, renklerimiz
Bundan kısa bir süre önce Intel firması desteğinde ve sahipliğinde FutureBright tarafından yapılmış bir araştırmanın sonuçlarını paylaşıyorum sizinle. Bu araştırma bulgularını daha önce okumuş olabilirsiniz, lütfen bir daha okuyun! Referanduma 48 saatten az kala yine okuyun, ki, ruhun çığlığını fark edin. Doğaldır ki, Intel firması konuyu girişimcilik ve iş dünyasıyla ilişkilendirerek kurgulamış. Amaç girişim ekosistemi ve teknoloji ekseninde toplumu anlamak. İşin bu kısmı da çok çarpıcı ya; sonuç bizim bildiklerimizin ve söylemlerimizin tam tersi; girişimci olmayı aklımızdan bile geçirmiyoruz. Her 10 kişiden yalnızca ikisi girişimcilik gibi bir şey düşünmüş. Bu kısmı ayrı bir tartışma konusu, hayallere geri dönelim biz.
Araştırma son zamanlarda gördüğüm en ilginç veri demeti ve girişimcilikten fazlasını veriyor. Ben fazlasıyla yorumladım. Önemli bir riske işaret ediyor. Hayallerimiz, ruhumuz, renklerimiz, kayboluyorlar. Yani biz tükeniyoruz. Kitlesel ruh teslimiyeti. Bundan daha acı ne olabilir?
Hayal etmek ne demek?
Araştırma sonuçlarına göre; İstediğimiz şeylerin gerçekleşmesini istemek (%22), mutlu olmak, mutlu hissetmek (%15), gelecekle ilgili düşünmek plan yapmak (%13), imkansızı, sahip olmadıklarını istemek (%10), iş sahibi olmak (%7), iç dünyamın yansıması-hedefe ulaşmak-düşünmek-para-zenginlik (bunlar ayrı ayrı kalemler olarak %4)… İşte bizim hayal kurmaktan anladığımız kabaca böyle.
En büyük hayalimiz meslek sahibi olmak, kendimizi güvenceye almak (%48). İkinci en büyük hayalimiz maddi güvence ve yaşam standardımızı yükseltmek (%24). Üçüncü en büyük tatmin, gelecek odaklı hayallerimiz (%24). Kurduğumuz hayallere bakın. Temel haklarımızı hayal eder olmuşuz: eğitim, güvenlik, medeni yaşam standardı. Vatandaş olarak haklarımız.
Öğretmen doktor futbolcu
Daha derine inelim, üniversite kazanmayı, öğretmen ya da doktor ve futbolcu olmayı hayal eden çocuk ve gençlerimiz var. Tıp, temel doktorluktan vazgeçeli çok oldu. Tıp, kimyayla, genetikle, antropolojiyle, bilim ve teknolojiyle evlendi. Bu alanda çalışanlara ne diyeceğimizi şaşırır olduk. Futbol ise hep aynı, toplumsal değerler zinciri içinde sınıf atlayamıyor. Öğretmenlerimize gelince hayalleri süsleseler de atayamıyoruz, atasak da eğitimin gerisindeler. Peki neden hayalleri süslüyorlar: çocuk ve gençlerin gördüğü tek şey bu. Okula gidebiliyorsa, öğretmen görüyor. Özgürleşmek için öğretmen olmayı hayal ediyor. Hasta olunca doktora gidiyor, gördüğü ikinci kişi. Başka meslek bilmiyor. “Ben de doktor olayım”, diyor. Arda Turan ya da Ronaldo, tabii ki hayallerini süslüyor çünkü zenginliğin ve güzel kızların bileti!
Aziz Sancar yok
Aziz Sancar olmak istiyorum diyen çıkmamış araştırmaya katılanlar arasında. Elon Musk çok az. Mark Zuckerberg demiş bilenler (%7), rahmetli Steve Jobs (%9). Milli girişimcimiz Nevzat Aydın (%10)… Ve en büyük kitlenin hayallerini süsleyen kimse yok (%29). Sporcu, sanatçı, hukukçu, mühendis olmayı hayal etmek yerlerde sürünüyor. Ama polis olmayı hayal etmek onlardan bir tık yukarıda. Manevi hayalleri olanların kümelendiği yerler ise çocuk ve veya torun sahibi olmak.
Nüfusumuz genç, hayallerimiz yaşlı
Çocukken bile hayal kurmuyoruz. Bu araştırmaya katılanların %49’u çocukken hayal kurduğunu söylemiş. Çocukluk bitiyor hayaller de ölüyor. Kadınlar erkeklerden, bekarlar evlilerden daha fazla hayal kuruyor. Verilen yanıtlardan anlaşılan o ki, hayal kurmak bağımsızlıktan geçiyor ve sonuç olarak biz Türkler kendimizi özgür hissetmiyoruz. Bağımsızlığının evlilikten geçtiğini düşünenlerin oranı kayda değer. Baba esaretinden koca esaretine yolculuk! Biz birinin boyunduruğuna girmeyi, onun bizim için düşünmesini, karar vermesini özgürlük sanıyor olmamalıyız. Olsa olsa bu bir tembellik, konfor düşkünlüğü ve cehalettir. Ve korku!
Yetişkin Türk hayalden korkuyor
Neden korktuğumuzu nasıl dile getirdiğimizi biliyor musunuz peki: “hayal kurmak için çok kararlı olmak gerek, stresli bir süreç, çok çalışmak gerek, geçim derdi olmaması gerek…”. Hayal kurmak zengin işi çünkü hayal kurmak için önce para diyenler %49. Hayal kurmak için özgürlük gerek diyenler %24, şans lazım diyenler %15 ve fırsat verilse yapacağını söyleyenler %15. Dışımız insan içimiz çürümüş. Dünya üzerinde, “Özgürlük ver bana hayal kuracağım” diyen tek canlı türü olduğumuzu görüyorum. Neden hayal kurmadığımız sorusuna bulduğumuz kılıf yaratıcı. Türk, kendisini, duygusal, eğlenceli, uyumlu ve iyimser görüyor. Hayal gerçekleştirmek için azimli, girişken, cesur, yaratıcı ve şanslı olması gerektiği için hayale dalmıyor.
Hayal kurmak öğretilebilir
Ne olur silkelenelim. Biliyoruz ki, eğitim arttıkça hayal kurmak artıyor. Hayaller planlara, planlar hedeflere dönüşüyor. Eğitim sayesinde özgürleşiyoruz. Özgürleştikçe hayallere yelken açıyoruz. Eğitimle artan hayaller girişime dönüşüyor. Girişimler ekonominin temelini güçlendiriyor. Ama bizim gençlerimiz bir fikri olduğunda kimseyle paylaşamıyor, belki biraz arkadaşına açılıyor, sonra babaya söylüyor. Kendisine seni ne cesaretlendirir diye sorulduğunda bir numara “özgüven” diyor! Oysa, eğitimle özgüveni gelecek. Devam ediyor; “…tecrübem olsaydı, ailem arkamda dursaydı, para kazanma isteğim ve bir de çevrem olsaydı…” Girişimci olacakmış! Bu arada girişimci kitleden yalnızca gençleri, teknolojiyi girişim için fırsat sanıyoruz. Girişimcilerin hayal ettikleri alanlar çok kısıtlı. Sanılıyor ki iletişim teknolojileri ve e-ticaret bu işin olmazsa olmazı.
Hayattan rengi alırsan geriye hiçbir şey kalmaz. Hayal kurmaktan korkmayalım, başkalarının hayallerine malzeme olmayalım.