Abdurrahman Yıldırım, gazeteci, ekonomist, yazar, yorumcu. Yıldırım, pek çok iş insanı için ekonomi ve piyasalarının pusulasına nereden bakmalıyım sorusunun yanıtı. Sürdürülebilir bir gazeteci.
Aşağıda okuyacağınız Güncel Türk Ekonomisi 101 Dersi gerçekçi bir ekonomi söyleşisi kurguladık. Ne yazık ki, sağdan bakınca da soldan bakınca da tünelde ışık göremedik. Siz görebilirseniz, lütfen yazın.
İçerikten ipuçları; Günlük ekonomik aktivitelerimizde 1, bilemediniz 2 yıllık nefesimiz kaldı. Reform hemen şimdi!
Türk ekonomisinin can damarı reel sektör, ama sorunumuz da orada… demode reel sektörün acil ayıklanıp reforma tabii tutulması gerek. 60-70 yıldır ilerleme kaydedemiyoruz. Büyümek için üretim şeklimizi ve kafamızı değiştirmemiz gerek.
Herkes servetini, biri gelir üzerine konar diye saklıyor. Kimse param var diyemiyor. Üretim yapsa vergi rekortmeni olduğunu söylemeye korkuyor.
Para yok diye yatırım yok sananlar yanılıyor, asıl güven yok diye yatırım yok. Güvensizlik öylesine tavan yaptı ki, tasarruflar arttı.
Tarımı küçümsedik, sanayii beceremedik, inşaatçı olduk. Beşeri sermayemiz yani insan kaynağımıza yatırım yapmadık, dünya ile uyumsuz… Türkiye’yi terk edenler ile yaşamdan elini eteğini çekenler ülkesi olduk.
YAPRAK ÖZER: Büyük resme bakmak daha aydınlatıcı olabilir mi? Tercihini nasıl yaparsın?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Doğrudur. Türk ekonomisini artık yorumlamak, analiz etmek, gelişmelerin ne yönde olduğunu kestirebilmek için dünyayı analiz etmek, küresel gelişmeleri anlamak gerekiyor. Türkiye dış ticaret yoluyla önemli ölçüde dünyaya açıldı, entegre oldu.
YAPRAK ÖZER: Bir vakitler mi demeliyiz?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Bir vakitlerde başladı ama şu anda baktığınız zaman ithalat milli gelirin yüzde 30’u, ihracat yüzde 20’si. Yani Türkiye’de üretilen bir malı artık ihraç etmek durumundasın ya da Türkiye’de bir malı üretmek için dışardan bunun ara malını, hammaddesini ithal etmek durumundasın. Bu, ticaret ve üretim kanalıyla yurt dışına entegrasyonumuz ama aynı zamanda ve daha fazla bağımlı olduğumuz alan finansal taraf. Türkiye 1989 yılında finansal sistemini serbestleştirdi. Sermaye hareketlerini serbest bıraktı. Türkiye sermaye fakiri bir ülke dolayısıyla yabancı sermaye Türkiye’ye geldi. Zaman zaman 150 milyar doları da aşan kısa vadeli sermaye stoğu oluştu. Doğrudan yabancı sermaye yani fabrika ve reel yatırım olarak, toplamı 200 milyar doları geçti. Verilen kredileri de dahil ederseniz, devletten devlete ya da özel sektöre olan krediler, bunun da miktarı yaklaşık 400-450 milyar dolara vardı. Toplama baktığınız zaman 600-700 milyar dolarlık entegrasyondan, söz ediyoruz. Yani işin içerisinde verilen krediler var, ticari kredileri de sayabiliriz. İki, kısa vadeli sermaye ya da sıcak para diyeceğimiz 100-150 milyar dolar ki, zamana göre değişiyor ve Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye, kurulan fabrikalar. Değişen değerlere göre 200 milyar dolar civarında bir rakam ediyor.
YAPRAK ÖZER: İstemesen de küreselsin.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Evet, küreselsin. Türkiye’de önemli ölçüde ve yaygın bir şekilde, ciddi oranda bir yabancı sermaye var. 500 büyük sanayinin yaklaşık üçte biri yabancı sermayeli. Sanayiden bahsediyoruz. Bankacılık sektörünün yüzde 45’i yabancı sermayeli. Sigorta sektörünün yüzde 70’i yabancı sermayeli. Otomotiv sektörünün yarısından fazlası yabancı sermayeli. Dolayısıyla dünyayı analiz etmek aslında Türkiye ekonomisinin yarıdan fazlasını analiz etmek gibi bir şey oluyor.
YAPRAK ÖZER: Finansal okuryazarlık terimini küresel okuryazarlığa adapte edecek olsam ve sorsam; küresel olsak da küresel dünyayı okuyabiliyor muyuz?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Okuyoruz. Sandığımızdan fazla. Medya sektöründe bazen duyuyoruz işte finansal okuryazarlık düşük. Tamam, düşük olan kesimler çok, zaten o kesimlerde finansal okuryazarlığın olması söz konusu değil. Çünkü zaten parası, tasarrufu yok. Tasarrufu çok az. Böyle insanların finansal okuryazar olması söz konusu değil. Bir şirket ortaklığı yok. Yani finansal okuryazarlık bir finans, bir para, bir sermaye, tasarrufla olur. Problem bu, tasarrufların düşüklüğü. Ama asıl o dışarıyla entegre olan işte dışardan borç alan, dışardan kaynak temin eden, yurt dışına mal satan, Türkiye’de yatırım yapan, yatırım yaparken dışardan teknoloji ithal eden kısaca ekonomi içerisindeki insanların finansal okuryazarlığı bence yüksek.
YAPRAK ÖZER: Küresel okuryazarlık?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Küresel anlamda yüksek. Ben bunu Türkiye borsasındaki yatırımcılardan da ölçüyorum ve görüyorum ki, Amerika’daki borsa yatırımcılarıyla boy ölçüşecek düzeyde bilgi birikimine sahipler.
YAPRAK ÖZER: O zaman neden bizim durumumuz problematik? Neden bu problemleri yaşıyoruz?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Bu gelişmişlik düzeyi ile ilgili. Finansal okuryazarlığımız yüksek çünkü biz çok uzun yıllar çok yüksek enflasyon sürecinden geldik. Bu hem yüksek hem oynak enflasyona karşı tasarrufları ve parayı nasıl koruyacağımızın mücadelesini verdik. Reflekslerini geliştirdik. Bir de Türkiye’de para, sermaye kıt ve kıt olan şeye hücum fazla. Bu hücum kimden? Atıyorum devletten, kamu kesiminden, talep demiyorum, hücum. Sermayenin ve servetin, birikimlerin kıt olduğu yerde paraya hücum oluyor. Başta devlet gerek vergi gerek vergi dışı şeylerle bu işi yapıyor. Ama onun dışında mafya da dadanıyor. Yani oraya kadar varan çeşitli şeyler var. Geçmişte kalkınmamışız dolayısıyla şimdi hem alt yapı yatırımları yapacaksınız hem normal günlük hayatınızı sürdüreceksiniz. Bunlarda hakikaten çok fazla sermaye gerektiren şeyler.
YAPRAK ÖZER: Gerçekten sermaye kıtlığı mı var yoksa sermayenin gün yüzüne çıkmama durumu mu var?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: İkisi de var. Sermaye kıt, dolayısıyla çok değerli. Kimse sermayesini ortaya çıkartmak istemiyor. Hem yüksek vergiden dolayı hem kendini koruma amaçlı. Gün olur devran döner, güç değişir bu parayı benim elimden alır, paramın üzerine konar korkusu var. Dolayısıyla böyle bir çerçevede biraz ortamdan farklı olarak sermaye biriktirmek, servet biriktirmek, servetli insan gözükmek herkesin senin kapına yığılmasına yol açar. Şu anda ortam buna müsait değil. Belki gelişmişliğimizin bir aşamasında sermaye kendini daha görünür kılacak, görünmekten korkmayacak, çekinmeyecek, vergisini de verecek ve para kazanmak, kar etmek ayıp olmayacak, ayıp sayılmayacak. Çünkü böyle bir toplumda yaşıyoruz. Fazla kar etmek hakikaten sanki ayıp bir şey. Aslında zarar etmek ayıp ve topluma yük, kar etmek değil. 500 büyük sanayi şirketi içinde, son yıllarda isminin açıklanmasını istemeyen sayısı artıyor. Neredeyse üçte bire varmış. Yani 30 tane değil, 100 tane şirket olmuş, 106 tane şirket ya da grup olmuş, ismimi açıklama diyor. Para kazanıyorsun, ciro yapıyorsun, bir katkıda bulunuyorsun gayet tabii kürsüye çıkıp ben buradayım demen lazım ama beni gizle diyorsun. Allah razı olsun hiç değilse ankete katılıyorlar dolayısıyla bir veri üretiyorlar. Bunu diyeceğiz artık.
YAPRAK ÖZER: Peki, yatırım nasıl yapılabilir? Servetlerini gizledikleri için yatırım yapmıyorlar gibi bir sarmal mı var?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Şöyle söyleyeyim, yatırım yapmak geleceğe güvenden başlar. Yani yatırımı kim yapacaksa Türkiye’nin geleceğine ve Türkiye’de kar edebileceğine inanması lazım. O yatırımı yaparken bir para yatıracak, elini taşın altına koyacak, zaman harcayacak, bir sürü riski göze alacak, buradan kar edebileceğini düşünebilmesi lazım. Kar edebileceğine güvenmesi lazım.
YAPRAK ÖZER: Güvensizlik mi daha yüksek yoksa parasızlık mı?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Parasızlık da bir faktör ama güvensizlik bence daha yüksek. Türkiye’deki şartlara, ortama, kamu düzenine, toplumsal düzene güven az. Dolayısıyla saklama eğilimi daha yüksek. İnsanlar kar edince, karını göstermek istemiyor. Niye? Vergini vermedin mi? Verdiysen niye saklıyorsun? Saklamaman lazım. Ama dediğim gibi toplumsal baskı var. Bir anda kapında sülaleni görebilirsin. Para istemek üzere, iş istemek üzere zaten herkes gelir. Bu aşamaları biz daha yeni geçiriyoruz ama dediğim gibi yatırım yapacak alan ve çoğu zamanda yatırım yapacak konjonktür uygun olmayabiliyor.
YAPRAK ÖZER: Ne zaman uygun olur?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Ekonominin büyüme zamanları.
YAPRAK ÖZER: Peki, ekonomi büyür mü?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Bir yerden bir hareket başlaması lazım. O hareketin eninde sonunda yurt içi talebi harekete geçirmesi lazım. Yurt içi talep olması lazım ki bir şirket burada yatırım yapsın ve yurt içine bir mal satsın. Tamamen ihracat amaçlı kurulan ya da yapılan yatırımlar da olabilir. Ama bunlar sınırlı çünkü ihracatın milli gelir içindeki payı hala yüzde 20. Dolayısıyla beşte bir. Yani siz yatırımcısınız beşin hepsine hitap etmeniz başka, beşin birine hitap etmeniz başka. Alanınızı iyice daraltıyorsunuz. Türkiye’de yapılan yatırımların çok büyük bir bölümü yurt içine mal satmayı hedefler. Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcılarında birinci hedefi ihraç etmek değil Türkiye içerisine mal satmak. Çünkü Türkiye pazarı büyük ve geniş bir pazar. Böyle olunca önce bir yurt içi talebin hareketlenmesi, bu hareketin beklenmesi lazım. Mevcut fabrika kapasitelerinin de kullanılması lazım. Türkiye’de kapasitenin sınırı yüzde 80. Kapasite 80 ve üzerine çıktıktan sonra geleceğe yönelik tüketimin süreceği düşünülüyor ise yatırımlar başlar, yapılır.
YAPRAK ÖZER: Görebiliyor muyuz?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Şu anda göremiyoruz. Çünkü kapasite kullanımları yüzde 75’te, büyüme sıfırın altında ve yakın gelecekte böyle güçlü bir canlanma, yurt içi talepte hızlı bir büyüme öngörülemiyor. Şu anda yatırımlar ekonomiyi en fazla aşağıya çeken kalem, yüzde 22 daralmış. Yılın ikinci çeyreği de yüzde 22 daralmış, son dört çeyrekte ardı ardına daralmaya devam ediyor.
YAPRAK ÖZER: Yani, görecek daha kötü günler var.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Elbette. Bu yatırımların bir anda böyle -22 den +22 ye çıkması beklenemez. Önce bu yüzde 75’lik kapasitenin doldurulması yüzde 80’lere çıkması lazım ki, sanayide yatırımlar başlasın. Onu oraya getirecek hamle de tüketimden başlar. Tabii ihracat da destek olur ama, bence yine şu dönemde konjonktür olarak ihracata çok elverişli değil. Çünkü Avrupa Birliği bölgesi de büyüme olarak zayıfladı. Yüzde 1,9 tahmin edilirken geçmiş yıllarda yüzde 2 üzerinde büyüme gerçekleşmişti. Bu seneki büyüme yüzde 1,1’e düştü. İhracatı azaltacak bir faktör ve ihracatımızın yarıdan biraz fazlası o bölgeye yapılıyor.
YAPRAK ÖZER: Sermayedardaki parasını saklama durumu aynı şekilde tüketicide de var mı? Yoksa orada bıçak kemiğe dayandı mı? Harcamamanın sebebi kötü günler için tutayım mı yoksa çoktan bitti mi?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Harcamamanın ana sebebinden birisi gelirin olmaması. Diyelim ki işte son bir yılda, mayıs ayı itibarıyla 1.100.000 civarında yeni işsiz işsizlik sınıfına dahil olmuş. İşini kaybetmiş. İşini kaybeden insan gelirini de kaybediyor. Tüketimden doğal olarak düşüyor. Yapılan zamlarla insanların alım gücü düşüyor. Maaşlar, ücretler artmıyor. Ticaret kesiminde bu kadar kar yok. Dolayısıyla bunlar da tüketimi azaltıyor, kısmaya başlıyor. Kötü günlerde insanlar daha da kötü beklentiler nedeniyle tasarruflarını arttırma eğilimine giriyor. Tasarruflarda bir artış var.
YAPRAK ÖZER: Var mı? Ne kadar?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Enteresan şekilde bu yılın 1. ve 2. çeyreğinde tasarrufların milli gelire oranı 2 puan kadar artmış. Yüzde 26’lardan yüzde 28’lere çıkmış. Yani milli gelirin yüzde 2’si düzeyinde. Bu yılın başına kadar azalıyordu. Geçen yılın son çeyreğini hatırlayın. Geçen yılın son çeyreğinde daraldık, daralmaya başladık. Demek ki geçen yılın ağustos ayında yenilen kur şoku, faiz şoku ve büyüme konusundaki tehditten sonra tüketici, yatırımcı, tasarruf sahibi, halk gelecekten korktuğu için tasarruf etmeye başladı, tüketimini kısmaya yastık altına para koymaya başladı ki, rakamlara yansıması bu yılı buldu. Yani böyle bir eğilim de var. Bunlar konjonktürel dediğimiz şeyler. Bu bir süre devam eder. Bir süre sonra bazı gelişmeler sonucu değişir. Ekonomiyi Anadolu’da toprağın nadasa bırakılmasına benzetebiliriz. Toprağı her sene 2-3 kez ekip biçemezsin. Biçersin ama 1 sene, 2 sene nadas, toprağın bir kendini yenilemesi gerekir. Genel ekonomi de böyle bir şey. Tüketici aşırı tüketmiştir, bütün gücünü kullanmıştır, bütün o vergi avantajlarını kullanmıştır, alım yapmıştır dolayısıyla artık daha fazla tüketmiyordur, otomobil gibi, beyaz eşya gibi, konut gibi. Durdu işte, onu yaşıyoruz. Belli bir zaman durunca talep birikmeye başlayacak. Nüfusu artan bir ülkeyiz zaten alım isteği uyanmaya başlar. Gelişmelerde pozitif olmaya başlayınca yeniden…
YAPRAK ÖZER: Pozitif gelişme ne zaman başlar?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Sayın Cumhurbaşkanının 2020 yılına ait büyümede mutlaka yüzde 5 hedefini zorlayacağız açıklaması var. Demek siyasi yönden Sayın Cumhurbaşkanı kendisi için avantajlı olan şeyin büyüme olduğunu gördü ve bunun gereğini yapmaya karar verdi. Ama gerçekleşmenin bu yönde olup olmayacağını göreceğiz. Bence yüzde 5 büyüme elbette sağlanabilir ama bunun faturası da olabilir.
YAPRAK ÖZER: Ne gibi?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: 2017’de bir büyüme sağladık, 2018’in ikinci yarısında bu büyümenin bedelini ödemeye başladık. Cari açığımız büyüdü, finansman ihtiyacımız büyüdü, enflasyon arttı.
YAPRAK ÖZER: O büyümeyi galiba yanlış yerlerde aradık; sanayide büyümek yerine inşaatta büyümek gibi.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: İnşaatla büyümenin sonucu bu. İnşaat sektörüne destek olmanın da bir sonucu. Kaynakları yanlış yerlere koymanın sonucu.
YAPRAK ÖZER: Bu sefer büyümenin kaynakları ne olacak?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Bunu göreceğiz. Bu karar daha yeni açıklandı.
YAPRAK ÖZER: Sinyaller ne? Gene inşaat mı? Ticaret mi? Al – sat mı? Çünkü onlar galiba bizi bir yere götürmeyecek.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Sağlıklı olan üretime yönelmek. Bu üretim hem sanayi üretimi hem tarım üretimi. Hizmetlerde sağlıklı olan da döviz kazanıcı hizmetler. Yani turizm, sağlık turizmi ve diğer turizm şekilleri ve döviz kandırıcı diğer hizmetler.
YAPRAK ÖZER: Gerisi fasa fiso değil mi? Ama öyle şu anda.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Gerisi şöyle, kendi içimizde alışveriş ve sonuçta cari açığa ve kaynakları bu alanlara yatırmaya yönelik girişim oluyor.
YAPRAK ÖZER: Yüzde 5 büyümeyi sağlamak hizmette döviz getirmesi kaydıyla, bunun dışında tarıma dönüşle, sanayide üretimi arttırarak olabilir herhalde.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Evet, üretim arttırarak ama üretimin içeriğini de değiştirerek, daha fazla ihracata yönelterek, daha fazla teknolojik üretim yaparak bunu yapmamız lazım. Mevcut üretimde artık fazla kat edeceğimiz bir yol yok. Tamam, yurt içine mal verebiliyoruz, yurt içi talep artarsa onu karşılayabiliriz ama yurt dışında bu ürünlere talep bu kadar. İhracatımızı artırmanın yollarına bakmamız lazım, onun için ve yeni pazarlara girmek için yeni üretimler ortaya koymamız lazım.
YAPRAK ÖZER: Küresel okuryazarlığı bunun için sormuştum.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Reel ekonomik faaliyetler anlamında okuryazarlık diyorsanız bu konuda evet, zayıfız. Neden derseniz, biz Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçtik. Osmanlı Devleti döneminde bu tür ekonomik faaliyetler yabancı azınlıkların elindeydi. Türkler çiftçilik ve askerlik yapıyordu. Cumhuriyetle beraber azınlıkların Türkiye’den çekilmesinin bir sonucu olarak Türkler de ekonomik faaliyetlere girmeye ve yeni öğrenmeye başladı.
YAPRAK ÖZER: Artık pek de yeni sayılmayız.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: 90 küsur, 100 yıla geldik ama başka uluslar belki 1000 yıldır öğreniyor, biriktiriyor, ilişki biriktiriyor, dünyada aileleri tanıyor, ticaret yaptıkları ailelerden kız almışlar, vermişler, artık akraba olmuşlar. Türkiye’de böyle bir iş dünyası henüz yeni yeni kuruluyor. Yani yurt dışı ile kız alıp, vermiş, akrabalık bağları kurmuş, bir evi yurt dışında, bir evi burada ilişkiler olmuş.
YAPRAK ÖZER: Niye ille de kızı veriyor?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Şart değil ama dediğim gibi diğer gelişmiş uluslar o kadar iç içe girmiş ki, her türlü gelişmeden birbirleriyle anında haberleşebiliyor, haberdar olabiliyor. Ya da her şeyden haberi olan bir devlet mekanizması olması lazım ki geride kalmayalım. Kalıyoruz.
YAPRAK ÖZER: Şu kız alma, verme konusunu telafi etsek. Okumuyoruz, bilmiyoruz, görmüyoruz, hakikaten kısa kısa toparlamaya çalışıyoruz desem daha doğru olmaz mı?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Olur. Doğru, haklısınız. Maalesef uzun bir zamandır Türkiye ilerleyemiyor. Ne zaman dersen belki son 60-70 yıl. Böylesine uzun zaman. Bir dünya vatandaşı ve dünya girişimcisi yetiştirecek bir eğitim düzenimiz yok, eğitim sistemimiz yok. Eğitimcilerimiz de maalesef dünya ölçeğinde yetişmiş değil. Eğitimi, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kalıplarıyla sürdürmeye çalışıyoruz, ondan da önemli ölçüde ödün verdik diyelim. Dünya değişmiş, dünyanın ihtiyaçları değişmiş, ekonomi çok önemli ölçüde değişmiş ama bizim sistem geçmişte kalmış. Beşeri sermayemiz dünya ile uyumlu değil ya da çok az kısmı uyumlu. Böyle olunca gelişmemiz de bu kadar.
YAPRAK ÖZER: Türkiye, Arjantin olur mu? Mantar gibi büyüyen küresel popülizm sanki ciddi bir zemin hazırlıyor. Zaten bizde de popülist politikalar hâkim. Buradaki görüşlerini nasıl toparlarsın?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Bence olmaz. Böyle diyelim. 2001 krizinde Türkiye’de de kriz vardı, Arjantin’de de vardı. Arjantin o krizden çıkmayı bir türlü beceremedi. Türkiye çıktı. Zaman zaman Arjantin ile anılıyoruz ama çok farklı toplum yapısındayız. Coğrafyamız da çok farklı. Arjantin dünyanın bir ucunda. Türkiye’nin Ortadoğu’da 8 tane komşusu var. Sürekli canlı, diri ve güçlü olmak zorunda aksi takdirde etraftakiler Türkiye’yi yok edebilir.
YAPRAK ÖZER: Üretemiyoruz. Yanlış sektörlerde büyümeyi deniyoruz. Eğitimimiz kötü. Nüfusun yarısı çıtanın çok çok altında.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Ama dinamizmimiz fazla.
YAPRAK ÖZER: Nedir o dinamizm?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: O dinamizm yokluktan gelen dinamizm diyelim. Yok. Doğal kaynağımız yok. Arjantin’de verimli tarım alanları, verimli hayvancılık, yap yapabildiğin kadar. Düşmanın az, seninle uğraşan az. Bizim çevremize bakalım, Türkiye ile ne kadar çok insan uğraşıyor. O yüzden diri olmak zorundasın. Madenciliğin yok, petrolün yok, yaratmak zorundasın. Turizmden vazgeçemezsin. İhracattan vazgeçemezsin.
YAPRAK ÖZER: Ama hiçbirinde de bir şey yapmıyoruz.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Az bir gevşeyeyim, popülizm yapayım, tamam yapabilirsin, siyasetçi için en kolay yoldur ama bütçe açık verecek. 1-2 sene verdin sonra krizi boylarsın. Dolayısıyla da orada da Türkiye’nin elini tutan kısıtlar var. Böyle düşününce Türkiye, Arjantin gibi olmaz, ihtimali son derece düşük. Dış borcu bir kere erteleyebilirsin ama Arjantin gibi çok yakın tarihte bir daha erteleyemezsin. Sana borç vermezler. Burası Türkiye dolayısıyla Arjantin gibi iki de bir borç erteleme, popülizm yapma gibi bir lükse sahip değiliz. Sahip olsak diyebilirdim ki, olabiliriz.
YAPRAK ÖZER: 1, 2, 3… Biz bu çekirgenin kaçıncı etabındayız?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Bizim sorunumuz reel sektör, üretim kesimi. Üretim kesimi çok demode. Bizim o kesimi reform edememiş olmamız. 1980’li yıllarda dışa açılma programı çerçevesinde o sektöre bir yenilik geldi, ihracat falan yapmaya başladık, sermayeleri güçlendi, 2000’e kadar geldik… 2000’de bankacılık krizi ve bir de devlet borç krizi yaşadık. Her şey borç ile çevriliyordu. 2001 yılında devletin kamu kesiminin sorunlarını hallettik. Kredi, borçlanma ve vergi mekanizmasıyla düzelttik. Bankacılık sistemini güçlendirdik, sahiplerini önemli ölçüde değiştirdik, 22 bankayı kapattık ve milli gelirin dörtte bir düzeyinde fatura çıktı, bunu da ödedik.
YAPRAK ÖZER: Acı çektik.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Evet, çok acı çektik. Güçlü bir bankacılık ile ve güçlü bir kamusal yapıyla 2017-2018’e kadar geldik. Ama biz 2001’de reel sektörü yapılandırma fırsatı bulamadık. Çünkü bulamadan krizden çıktık. Yapmak da istemedik herhalde çünkü zor bir şeydi. Dolayısıyla inşaat da bunun üzerine geldi, inşaat sektörü ile yürüme, ekonomiyi canlı tutma ile bu tarafı iyice ihmal ettik. Şimdi sorunumuz hakikaten reel sektör. Reel sektörü eğer biz yeniden yapılandırmayı başarabilirsek, konsolide edebilirsek, ayıklayabilirsek, mevcut yapılar güçlendirebilirsek.
YAPRAK ÖZER: Ayıklamadan kastınız ne?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Sakat varsa bunların ayıklanması lazım.
YAPRAK ÖZER: Varsa değil var yani.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Evet, var. Şirketleri aşırı borçluluktan kurtarabilirsek ki, bu ancak ödemekle mümkün olur, şu anda şirketler borç ödüyor. Yurt dışına borç ödüyor, bankalara borç ödüyor çünkü krediler büyümüyor. Dolayısıyla ödemeye devam edecekler. Bu reel sektörü yeniden organize edip ayağa kaldırdığımız zaman Türkiye önümüzdeki 15-20 yıl daha ekonomide sorunsuz yoluna devam edebilir. Yapamazsak zaten ilerleyemeyiz, geriye doğru gideriz. Çünkü reel sektör ekonominin ana gövdesidir.
YAPRAK ÖZER: Tünelin ucundaki ışığı ne zaman görürüz? Sermaye piyasaları iyi değil, sanayi iyi değil, turizmde istediğimiz geliri elde etmek mümkün değil, reel sektör batak, inşaat Aman Allah, tünelde ışık var mı, yok mu?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Tünelde ışık yok, gözükmüyor, işaretini alamıyoruz. Ama siyaseten ülkenin yöneticileri değişebilir. Değiştiği zaman bu değişimi, bu reformları yapmak daha kolaylaşır. Çünkü yeni iktidar yeniden işe soyunur, yeni bir oyun kurar, yeni bir hikaye yazar ve yoluna böyle devam eder. Ama mevcut durum daha kötüleştiği zaman mevcut iktidar da ne yapacak? Mecburen bu reformları, bu konsolidasyonu ayağa kaldırma işini yapacak. Demek ki şu anda kendini çok mecbur hissetmiyor. Bakıyorum 2001 krizi olmasaydı herhalde biz bankaları lav etmeyecektik. Ne zaman ki kriz oldu…
YAPRAK ÖZER: Kendini mecbur hissetmiyorsa ne kadar pay var?
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Bilemiyorum. Böyle devam ederse 1-2 sene var. Çünkü yurt içi talep azalmaya devam edecek, işsizlik çoğalmaya devam edecek, büyüyemeyeceğiz, seçmen tepki verecek ve bu seferde iktidar seçimi nasıl kazanmam lazım diye düşünecek. Türkiye’de seçim yapılacaksa iktidarda kalmak için seçimi kazanmak gereklidir. O zaman iktidar sahipleri diyecek ki bu şekilde devam edemiyoruz, o zaman değiştirelim. En azından reel sektörü yeniden yapılandırma anlamında bıçak kemiğe dayanmadı, onu anlıyorum. Ama bu demek değil ki bir şeyler yapılmıyor. Mesela borç yeniden yapılandırmasının hukuki mekanizması kuruldu. Şimdi bankalarla şirketler bir araya gelecek ve yapılandırma uygulanacak. İnşaat sektörü ve enerji sektörü için de bir mekanizma ortaya atıldı ama fiilen ortaya çıkmış bir yapı henüz yok, bir hızlanma yok. Belki Sayın Erdoğan’ın bir açılımı söz konusu olacak. Hem siyasi açılım, bir kere parti yapısında, hükümet yapısında ve yönetim yapısında önemli değişiklikleri içerebilir. Hem de bu hukuk reformu, yargı reformu gibi siyasal anlamda bir açılım ve belki buna bir af dâhil olabilir, kısmi af ve muhalefet partilerinin desteğini de almak isteyebilir, alması gerekebilir. Böyle bir açılım olduktan sonra belki bu ekonomik reformları da hızlandırmak mümkün olabilir.
YAPRAK ÖZER: 1-2 yıl içerisinde hala nefesimiz varsa…
ABDURRAHMAN YILDIRIM: 1-2 yıl geç olur. Bu işler için geç olur. Bu reformları yapar ise, bu açılım mesela bu sene ya da gelecek yılın başında yapılır ise bu sefer gelecek yıl toparlamaya başlayabiliriz.
YAPRAK ÖZER: Son çeyreğe girdik. Şirketlerde telefon çalmıyor, talep gelmiyor, ödemeler olmuyor, insanlar boş giriyor boş çıkıyor. Bir de hayatın bu gerçeği var. Kapasa kapayamıyor. Hiç olmazsa kanamayı durduracak. Onun için göründüğü gibi değil. Sanki bir film setinin ön yüzü bir de arkası var.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Bu herhalde toplumun yarısının kendisini dışlanmış hissetmesinden ve dışlanmasından kaynaklanan bir durum olsa gerek. Ben uzun yıllar siyaseti, ekonomiyi, toplumu izledim. Yapısal anlamda bu kadar radikal tüketim, eğlence, davranış değişikliği, iş yapma biçiminin bu kadar değiştiği bir dönem görmedim. Kendisini dışlanmış hisseden taraf kendini tamamen geri çekmiş durumda. Gençler yurt dışına gidiyor. Bazıları da yurt dışına taşınıyor ve biraz yurt içi, biraz yurt dışı idare ediyor. Kimisi de tamamen iş yapmayı bırakmış işini nakde çevirmenin peşinde, satmanın peşinde. Artık sırtında yük istemiyor. Yükü sırtından atmanın uğraşında ve gözleminde. Bu tabii uzun yıllar üretime, sanayiye, tarıma önem vermemenin, onu bir numaralı öncelik haline getirmemenin bir sonucudur. O heyecanla üretiyorduk. Türkiye’nin hikâyesine bakarsan ortaya şu çıkar; tarımla büyüyemeyiz. Biz tarım toplumuyduk. Tarımla büyüyemeyiz, sanayi ile büyüyeceğiz. Sanayi ile kalkınırız. Buna inandık. Sanayiye teşvikler verdik. Herkes sanayiciliğe soyundu. Dolayısıyla sanayi bugünlere bu şekilde geldi. Ama bir aşamaya geldikten sonra yönetim dedi ki, biz inşaatla büyüyeceğiz. Dedik de sanayiyi ihmal ettik, ikinci plana ittik. Sorunlarıyla ilgilenmedik ve bugünkü duruma geldik. İnşaatla büyümek Türk insanının kafasına çok inandırıcı ve heyecan yaratıcı gelmiyor. Sanayi ile büyümek Türk insanının kafasında var, herkesin kafasında var. Üretelim… ne üretelim? Sanayi üretimi, tamam, sanayileşerek. Biz sanayileşme heyecanı ile tarımı unuttuk. Çok yanlış yaptık. Hâlbuki tarım da bir üretimdir. En iyi tarımsal arazilerin üzerine, en verimli toprakların üzerine sanayi tesislerini kurduk, şehirleri kurduk, binaları kurduk. Çok çok yanlış yaptık. Sanayiyi de, şehirleri de en verimli topraklar üzerine kurmak zorunda değildik.
YAPRAK ÖZER: Aynen, değildik.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Daha az verimli olan alanlarda, hafif dağlık arazilerde kurabilirdik. Bunu yapmadık. Ama yapmadığımız gibi, dediğim gibi biz tarımdan geliyorduk, kalkınma yolunda, çağdaş uygarlığı erişme yolunda sanayileşmeyi bulduk ve buna inandık. Bence bu konuda da önemli ölçüde yol aldık. Ama geldik sonunda inşaatla karşı karşıya kaldık. Para inşaattan kazanıldı. Herkes inşaatçı oldu. İnşaatçı olmayanlar da malını, mülkünü, fabrikasını inşaat alanına çevirme, apartman dikme, iş ve alışveriş merkezi yapma peşine düştü. Maalesef bu tercihi de son 10-15 yıldır yaptık. Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada sanayi ve tarım da dâhil olmak üzere buna teknolojiyi de eklersek hatta bütün bunların yanına beşeri sermaye olarak eğitimi de eklememiz lazım, yeniden çok daha büyük ölçüde hamle yapmamız lazım. Üretime dönmemiz lazım. Yoksa bu enflasyondan da kurtulamayız. Verimlilik artışı da sağlayamayız. Rekabet gücümüzü de arttıramayız. Dünyada da rekabet gücümüzü zaten arttıramadık. Rekabet edilebilirlik endeksinde ilerleyemedik. Şu anda dünyada 60. sıralardayız. 40’lı sıralara kadar ilerledik sonra tekrar geriledik. Hâlbuki Türkiye ekonomisi dünyada 17.-18. büyük ekonomi. Nüfus bakımından da 17.-18. büyüklükte. Dolayısıyla bu büyüklüğe yakışır şekilde olması gereken rekabet gücü ilk 20 içerisinde olmamız lazım. Hâlbuki 60. sıralardayız, çok gerilerdeyiz.
YAPRAK ÖZER: Ne diyeceğimi bilmiyorum. Nokta koymayı düşünüyorum. Bir gazeteci tadında, tadı çok güzel bir ekonomi dersi oldu. Neden? Çünkü gazeteci olmandan kaynaklanan örneklerle konuyu anlatman, ondan sonra o 360 derecenin içerisinde bir sıra takip etmen bence hakikaten ibretlik izlenmesi gereken bir şey.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Teşekkür ederim.
YAPRAK ÖZER: Keşke ağzından bal damlasaydı diyorum.
ABDURRAHMAN YILDIRIM: Keşke. Hakikaten konuşma biraz gerçekçi oldu.
Söyleşiyi youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.