Prof. Şule Alan, ekonomist, finansçı ve davranış bilimcisi. Türkiye coğrafyasında eğitim odaklı önemli saha araştırmaları yapıyor. Aldığı sonuçlar toplumsal ezberimizi bozacak nitelikte. Özetlemek gerekirse; özel bir engeli yoksa, neredeyse hiçbir çocuk düşük IQ’yla doğmuyor. Çocukların IQ’sunu aşağı çeken en önemli unsur ebeveynler. IQ kadar önemli olan yetkinliklerimiz var ki, asıl uçurum bu yetkinliklere sahip olanlarla olmayanlar arasında. Bunlar, sabır, azim, merak, empati. IQ sistematik şekilde yukarı çekilebiliyor. Başarı, çocuklarda garantili, yetişkinlerde şüpheli
Şule Alan, doktorasını Kanada’da yaptı, ardından İngiltere Cambridge’e yerleşti. Arada Koç Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürdü. Yeniden İngiltere’ye dönerek Essex Üniversitesi kadrosuna katıldı. Yarı zamanlı Bilkent Üniversitesi’nde de eğitim veriyor. Çalışmalarını Avrupa Birliği fonları desteklediği için Brexit nedeniyle Mayıs itibarıyla Floransa’da Avrupa Birliği Üniversitesi’nde sürdürecek. Türkiye’de gerçekleştirdiği saha çalışmalarından ortaya çıkan bulgu, bilgi, öngörü ve yorumları küresel çalışmalarda kullanılıyor. Alan, uzmanlığıyla referans alınan bir Türk akademisyen.
Çalışmalarınız çok etkileyici. Eğitimde projenizin sonuçlarını almaya başladınız, tam olarak projenin kapsamı nedir?
Proje 2012’de Koç Üniversitesi’ndeyken bir bankanın kurumsal sosyal sorumluluk adına yaptığı sponsorlukla başladı. Bilim insanı olarak buradaki hipotez ki, sadece Türkiye’yi değil bütün dünyayı rahatsız eden bir eğitimsel bulgu, sosyoekonomik olarak avantajlı olmayan ailelerin çocukları, çok erken yaştan itibaren sosyoekonomik durumu iyi olan ailelerin çocuklarıyla kıyaslandıklarında, dezavantajlı duruma geçiyorlar.
Doğuştan şanssız çocuklar mı demek istiyorsunuz?
Doğuştan şanssız çocuklar diyebiliriz ama bu çocukların IQ’ları, şanslı çocukların IQ’larından farklı değil.
Ekonomik olarak şansız ailelerin çocukları mı şanssız doğuyor?
Dezavantajlı diyelim. Bunlar eğitimi düşük, maddi durumu zayıf, çok çocuklu aileler. Bir çocuk anne karnına geldiğinde, annenin eğitimi 3-4 yaşından itibaren bu çocuğun nereye gideceği konusunda açık kanıt gösteriyor.
O zaman, eğitimsiz annenin çocuğu hayata dezavantajlı mı başlıyor?
Evet. Dezavantajlı doğuyor.
Küresel bir sorundan söz ettiğimizi söyleyebilir miyim, Türkiye’deki sorun kadınların yüksek oranda eğitimsiz olmasından mı kaynaklanıyor?…
Tabii, benim araştırmayı Türkiye’de yapmamım nedenleri var; birisi Türk olmam. Burada çalışmayı seviyorum. Bilime, eğitim konusunda katkı sunacağını düşündüğüm konular var. Bunları da Türkiye’de yapmayı tercih ediyorum, sahamı, öğretmenlerimi tanıyorum.
Çocuk doğuyor, 3 yaşından itibaren IQ’su belli bir noktaya oturuyor. Yüksek sosyoekonomik gruba ait bir çocuğun, düşük sosyoekonomik gruba ait çocuktan çok farklı bir IQ’su yok. IQ’ları sahada ölçüyoruz. Peki, nedir bir çocuğu başarısız yapan diye sorduğumuzda, IQ dışı yetenekler işin içine giriyor.
Nedir onlar?
IQ dışı belli başlı yetenekler var. Bunların başarıyla ilişkisini çok net ortaya koyduk. Bir tanesi sabır yetisi. Sabır, bir şeyin üzerinde oturup iki dakika konsantre olabilmektir. Bunu yapabilen çocuk oturamayan çocuktan büyük bir avantajı kapmış demektir. Bu da aileden gelir. İkincisi azimdediğimiz yetenek. Hayatımızın her döneminde bir şey yapmaya kalktığımızda bir karşı geri dönüş alırız. Ona başarısızlık deriz, bazıları ufak, bazıları büyük olur. Buna karşı bir yapı geliştirebilmek ikinci yetenektir ki, azim dediğimiz şeydir.
Azim genlerimizde mi yoksa öğretilen kodlar arasında mı?
Ben genetik olduğuna inanmayan bir bilimciyim. Onun genetik olduğuna inanmayan, tamamıyla çevresel faktörlerle şekillenen bir yetenek olduğuna inanan bir insanım. Belki bir kısmı genetik olabilir ki, bunu ayırmak çok kolay bir şey değil. Türkiye sahasında sabrın da azmin de genetik olmadığını kanıtladık. Öğretmenleri, milli eğitimin müfredatlarını destekleyecek şekilde müfredat hazırlayarak “azmi” ve “sabrı” sınıfta geliştirme üzere eğittik. Öğretmenler sınıflarda uyguladılar.
Azim ya da konsantrasyon ki, sizin ifadenizle “sabır” kader kısmet değil anlaşılan.
Genetik olamaz. Eğer öğretmen değiştirebiliyorsa genetik olamaz.
Başka ne sayabilirsiniz?
Bu iki yeteneği gösterdik ve uluslararası platformlarda yayınladık. Uluslararası olarak ilk kez yapılmış bir çalışma. Çalışmalarımı Türkiye’de gerçekleştiriyorum ama sadece Türkiye’yi ilgilendiren konular değil. Türkiye’de yaptık dünyada yayınladı. Örneğin “azim” konusunu Dünya Bankası desteğiyle Makedonya’da uyguluyoruz.
Davranış nerede işin içine giriyor?
Azim bir davranış şeklidir. İki çocuğu yan yana koyun, ikisinin de önüne başarısızlığı koyun birisi devam eder birisi etmez. Aynı IQ’daki iki çocuktan devam eden çok iyi sonuçlara ulaşacaktır. İstanbul’da yaptığımız çalışmada azim eğitimi verdiğimiz çocuklar, matematik test skorları yüzde 20’den daha fazla olan çocuklar. O çocukları izliyoruz. Müfredata yerleştirilen davranış eğitimi, öğretmeni eğiterek sosyoekonomik aralık dediğimiz dezavantajı avantaj haline getirebiliyor. O çocukları öğretmen yoluyla davranış eğitimi vererek öbür çocuklara yaklaştırabiliriz. Hatta daha iyi bile yapabiliriz.
Çalışmanız ne kadar yeni? Yalnızca 2 yeti üzerinden mi ilerliyorsunuz?
Bu iki yeti yayınlandı. Mesela azim çalışmasında gördük ki, kız çocuklarında rekabetçiliği artırdı. Bizim için bu çok güzel bir çalışmaydı. Azim ve sabır çalışmamız yayınlanmış olsa da emekli olana dek götüreceğim büyük bir proje. Şu an yeni çalıştığım yetiler var; merakve empati. Merak ve empatiyle sahadayız.
Yani bugüne kadar IQ’ya gereksiz konsantre olduk, eğer çocukta başka fiziksel bir problem yoksa, tek önemli unsur olmadığını söylüyorsunuz…
Şimdi diyeceksiniz ki, bir insan empatik ise neden başarılı olsun? Bu noktada kurumsal dünyaya giriyoruz; yeni oluşan şirketlere, yeni kültür yapılarına bakın, hangi şirketler başarılı diye baktığınızda, sosyal iletişimi iyi olan firmaların öne çıktığını görüyorsunuz.
Empati kurup ihtiyacı görebilen, hizmet ve ürünü buna göre geliştirebilenden mi söz ediyorsunuz?
Evet, aynen. Aslında bu da kadınların başarısının altını çizen bir konu. Sahada kadınların daha iyi yaptığını görüyoruz. Ölçümlerimizde de öyle görünüyor. Kadınların daha iyi perspektif alabildiğini görüyoruz, o yüzden dünyada kadınların organizasyonların içine girmesinin nedenlerinden birisi sosyal yetilerin kadınlarda gelişmiş olması.
Davranışın ekonomi ile ilişkisini birkaç cümlede nasıl ifade edersiniz?
Ekonomi mikro davranışların bir bütünüdür. Mesela vergi politikasını değiştireceksiniz, önce bilmeniz gereken şey bu vergi politikasına insanların reaksiyonunun ne olacağıdır. Vergileri şu bölgede yükselteceğim ya da düşüreceğim dediğinizde öncelikle bu insanların reaksiyonları ne olacak bilmelisiniz ki, istediğiniz randımanı alıp alamayacağınızı görün. Bunları ekonomi bilimi içerisinde, eğitimde, faiz politikalarında, enflasyon politikalarında, dış politikalarda yapıyoruz. Biz “kanıt bazlı politika yapmak” diyoruz. Ben şu anda eğitime uyguluyorum, dış politikaya, ticaret ve vergi politikalarına da uygulanır.
Makedonya’da uygulanmaya başladığını söylediniz.
Azim çalışması. Orada hükümet kendi sahasında şu anda deneme aşamasında. Dünya Bankası hibesiyle yapıldığı için devlet destekli bir proje. Eşitsizlikte Romanlarla problemleri var. Roman nüfusu yüksek, çocuklar okula gelmiyor, eğitime bağlılıkları yok. Dünya Bankası, bana “okula bağlılığı artırıcı davranış müdahalelerini nasıl yaparız?” diye sordu. Onlara azimle ilgili güzel bir program hazırladık, daha doğrusu ana çalışmayı o bağlamda revize ettim. Burada laboratuvardan çıktı orada lanse ediyoruz.
Türkiye’de kullanılıyor mu ya da hayata geçirilebilecek öğeleri var mı çalışmanızın?
Hayata geçirilebilecek çok öğesi var ama şu anda genel bir politika olmuş değil. Konuşuyoruz. Bunlar hızlı olabilecek şeyler değil. Empati, merak, azim konusunda yaptıklarımızın hepsi iletişim aşamasında. Nasıl birleştirir, öğretmen eğitiminin bir parçası haline getirir, müfredatın içine sokarız diye çalışıyoruz. Bakın ayrı bir müfredat konusu olarak değil; azimli ve sabırlı olalım gibi bir konu değil!… Matematiği nasıl öğretiriz, merakı dürtükleyerek fen dersini nasıl öğretiriz. Şu anda rapor hazırlıyorum.
İnsanoğlunun, her zaman geliştirilebilecek tarafları, davranışları olduğunu ortaya koyuyorsunuz.
Evet. Ben inanıyorum, bu konuda iyimser bir insanım. IQ’ya bağlılığın son derece zararlı bir şey olduğuna inanıyorum.
Bütün bildiklerimizi silkelemiş oluyorsunuz.
İlkokuldan, ortaokuldan itibaren nasıl eğitim gördüğümüzü hatırlarsınız. Şu çocuk zeki, bu çocuk zeki değil diye bir ayırımla büyüdük. En basitinden kızlar matematikte iyi değil, sözelde iyidir, erkekler matematikte zekidir dendiğini kaç defa duyduk? Ben bundan daha zarar verici bir şey düşünemiyorum. Aynı şekilde çocuğa çok zeki demekle, çocuğa zeki değil demek aynı şey. Çocuğa o yaftayı yapıştırmak yanlış.
Davranışlar ne kadar sürede değişebilir?
Hangi davranışla ilgilendiğinize bağlı. Ben merakın uzun sürdüğünü düşünüyorum. Azimde bunu çok kısa yapabildik.
Kısa ne demek?
Bir dönem. Hatta bir akademik yıl diyeyim. Bir akademik yılda randıman aldık. Bu davranış eğitimlerini bir akademik yıla sığdırarak. Bunu bütün sene boyunca uyguladılar ve hala matematik testlerinde bu çocuklar, kontrolde tuttuğumuz çocuklardan yüzde 20 fazla gidiyorlar. Bir senelik bir çalışmaydı bu. Merakta farklı. Ben merakın hepimizde olan bir şey olduğunu zannediyorum. Merakı biz öldürüyoruz.
Merak neden önemli, söyler misiniz?
Son zamanlarda beynimiz ile ilgili öğrendiğimiz bazı gerçekler var. Davranış bilimleri, aslında beyin bilimcilerle beraber çalışan bir disiplin. Beyin fonksiyonları ile ilgili gerçekleri nasıl öğreniyoruz, insanların beynini açıp bir yeri dürterek öğrenemiyoruz. Aslında bunları beyni kazada zarar görmüş insanlardan öğreniyoruz. Öyle bir nokta zarar görmüş ki, hasta değişik davranış sergiliyor. Oradan, bölgenin nereyi yönettiğini anlıyoruz. MR çekerken bireyin önüne ilgilendiği konuyu koyduğunuzda beynin belli bir noktası aktive olmaya başlıyor. Bir insana bir şey öğretmek istiyorsanız, merak uyandırarak öğrettiğinizde, o bilgi uzun dönem hafızaya yerleşme ihtimali yüksek bir bilgi oluyor.
Meraklı ve merakı olmayan insan diye bir ayırım yapmışsınız.
Evet. Merakı bir defa eğitimlerle ve ailelerle öldürmememiz gerekiyor. Aileler nasıl öldürüyor; Çocuk soru soruyor; “…bilmiyorum, onu yapma bunu yap, orada dur, oraya gitme…” gibi yanıtlar veriyoruz. Türk annesinin çocuğa bakma tarzı komut vermektir. Türk annesi, Avrupalı anneden daha fazla komut verir. Merakı öldürmeye orada başlıyoruz. Çocuk oraya gidiyor, çünkü merak ediyor, öğrenmek istiyor. Eğitimde de bu şekilde devam ediyor. Soru sormayın, oturun, test çözün… diyoruz. Ama çocuğa öğretemediğiniz bir şeyi, örneğin komedi yoluyla ya da büyük bir sır perdesiymiş gibi anlattığınızda ki, pedagojik olarak bunları denedik, çocuk o bilgiyi uzun dönem hafızaya yüklüyor ve bilgi sahibi oluyor. Bilgi sahibi olan insan özelliği, meraktır. Bilgi sahibi insan daha çok bilgi edinmek ister. Üretken bir sarmal haline dönüşür.
80 milyonuz. Söylediklerinizin çoğu yetişkin nüfusta yok. Belki de ekonomik sıkıntımızın nedeni bu. Bu yetiler yaş ilerleyince geliştirilebilirler mi, yetişkinler kayıp mı?
Bu konuda aslında Nobel ödüllü bir profesörün çalışması var: James Hackman, kendisiyle iletişimdeyiz. Çok net rakamlarla gösteriyoruz, herhangi bir davranış değişikliği müdahalesi yapmak istediğinizde randıman küçük yaşta geliyor. Örneğin, Makedonya’daki çocuklar lise çocukları. Oradaki randımanın yaş nedeniyle Türkiye’dekinden daha düşük olacağına eminim. Bizim çocuklarımız 9-10 yaşlarındaydı. Yaş ilerledikçe geri dönüş almak zorlaşıyor, yatırımınızın karşılığı azalıyor. Çocuğa yaptığınız yatırımın karşılığı daha yüksek oluyor. Çocuğu etkileyebiliyorsunuz. Çocuk, kafasında henüz yanlılıklar oluşmamış bir yaratık. Çocuğu pozitif de negatif de etkileyebilirsiniz. Umutsuzluğa kapılmayacağız. Bu çocuklarımızı yetiştirmeye çalışacağız ve sabırlı olacağız.
Geri kalan nüfus için yapılası bir şey var mı?
Yapılacak şeyler var. Randıman çok yüksek olmayabilir ama mesela kadınlar için yapılabilecek şeyler var. Biz okullarda bu çalışmaları yaparken, azim ya da merak eğitimi verirken aileleri okullara davet ediyoruz. Veli toplantısı gibi düşünün. Merak konusunda konuşma yapıyorum. Eğer annenin o komutunu düşürebiliyorsam anneye de çocuğa da faydası olduğunu düşünüyorum. Anneyi de babayı da bilinçlendirmeye çalışmalıyız.
Anne, babadan daha mı kritik?
Çok belirleyici. Verilerde eğitimli annenin etkisi çok yüksek görülüyor. Ülkemizde ilgi açısından, yatırım açısından anne, ana ebeveyn olarak görülüyor. Yüksek sosyoekonomik grupta anne ve baba eşitler. Çok düşük sosyoekonomik grupta baba, anne kadar yetkin ve çocuğun eğitimi ve gelişiminde etkin değil. Kadının eğitilmesi, babanın bile olayın içine katılması konusunda umutluyum. Büyük randıman alamayabilirsiniz ama gelişme yaratılabilir. Çocuklar annelerini babalarını çok iyi eğitiyorlar.
Ekonomik kalkınma, davranışları değiştirerek mümkün olabilir mi, Türkiye için umut var mı?
Kesinlikle. Türkiye çok açık bir ülke. Doğru davranış şekillerine eğitimle varabilirsek, başarıya götüren bazı anahtar davranışlarda ilerleme kaydedebilirsek, (bunlar; merak, azim, sabır, empati) perspektifte kalabilmek Türkiye için mümkün olur.
Çalışmanızı meslek gruplarına göre yaptınız mı, örneğin politikacılar ya da iş insanları üzerinde.
Bunlar bilinmeyen şeyler. Sadece Türkiye’de değil dünyada bilinmeyen şeyler. Bunlarla ilgili çalışmalarımız başlıyor. Türkiye’de politikacılarımızda da kanıtaolan ilgi, kanıtla politikayı yapma isteği başladı. Bir insanın kanıttan etkilenmemesi mümkün değil. Politikacılarda istek var.
Sözel kültürden verisel somutluğa geçebilir miyiz?
Evet. “Ben hissediyorum”dan çıkıyoruz. Firmalar önce çıkıyor. Bu böyledir… Devletler sonra öne çıkar, ama çıkar. Biz de o noktaya doğru gidiyoruz. O yüzden mutluyum. Partner olarak çalıştığım hem devlette hem özel sektörde insanlar çok ilgili ve meraklı, kanıt görmek istiyor ve kanıt gördüklerinde memnun oluyorlar.