Selda Terek; bilişim, finans, sağlık ve eğitim sektörlerinde oldukça başarılı profesyonel bir yaşam sürmüş, 25 yıllık iş tecrübesini yazar ve girişimci bir iş insanı olarak ayrıca renklendirmiş, görebileceğiniz en canlı, enerjik, sevimli ve güzel kadınlardan biri. Sanıyorum ve anlıyorum ki, yaptığı her işi sevmiş, ama en çok sağlık alanında tutkuyla üretmiş. Yazar kimliğini bunların dışında ve üstünde tutuyorum tabii… Ben kendisiyle yazar kimliğini sağlıkla buluşturduğum bir söyleşi yaptım. Birleşimi siz düşünün, belki de videoyu seyretmenizin tam zamanı. Nasıl tarif etsem, karşımda patlayınca içinden gökkuşağı çıkacakmış gibi duran bir kadın buldum. Dikkatinizi çekmiş olabilir, ‘Son Toksine Kadar Kendine İyi Bak’ diye bir kitap var piyasada. Yazarlarından birisi Selda Terek. Kocaman bir kitap. Benim buluşma noktam da işte bu çalışma… Etkilendiğim iki konu oldu, ilki ‘holistik sağlık’, ikincisi toksinler… Aşağıda Terek’le yaptığım söyleşiyi yazılı metin olarak da bulacaksınız. Tabii ki söyleşi youtube kanalımda izlemenizi bekliyor.
İlk sorum niye bütüncül sağlık (holistik sağlık)? Biz bugüne kadar bunu bilmiyor muyduk ya da bilmediğimiz neyi gösteriyorsunuz bize?
Güzel soru. ‘Nasılsınız Yaprak Hanım?’ diye sorsam ben size…
İyiyim derim. Olsam da olmasam da…
İyiyim dersiniz çünkü burada bir röportaj anındayız, şu anda çok fazla geriye dönüp düşünme olasılığınız yok ama çok samimi bir arkadaşınız size telefon edip dese ki,‘Yaprak, nasılsın?’ inanın şunu yaparsınız; çok hızlı bir şekilde bedeninizi sorgularsınız, sonra duygularınızı ve zihninizi sorgularsınız, yani iyiyim cevabı aslında o kadar kolay çıkmıyor. Hani bana belki şu anda ‘İyiyim, çok teşekkür ederim, siz nasılsınız?’ diyebilirsiniz ama iyiyim cevabının altında sorguladığımız üç kaynak var; bedenimiz, zihnimiz, duygularımız. Dolayısıyla bütüncül sağlık ya da holistik sağlık olarak adlandırdığımız şey bu. Biz bütüncül bir yaklaşımdan bahsediyoruz, eğer bir iyilik hali, bir sağlık halinden söz edeceksek tek bir tanesi yetersiz. Holistik sağlık diye çıkmak istedik kitabımızda, çünkü bunları birbirinden ayırt etmek mümkün değil. Biri diğerinin hem sebebi, hem sonucu. Psikosomatik lafını duymuşsundur. Psikolojik kökenli bedensel hastalıklar… İşte aşk acısı çekersiniz ya da bir stres kaynağıyla karşı karşıya kaldığınızda örneğin midenize vurur. Ya da tam tersi başınız ağrır bunlar psikolojik kökeni olan ve bedende kendisini gösteren semptomlardır. Yani o başınızın ağrımasının sebebi belki de fizyoloji ile hiç alakalı değil, psikolojik sebeplerden olabilir. Dolayısıyla şimdi biz aslında dönüp baktığımız zaman neyi tedavi edeceğiz? Bu o kadar derin bir konu ki… Şöyle bir soru sormanızı beklerim; ‘Başı ağrıyan birisi kime gitsin?’
Bravo, adresimiz neresi olmalı, hasta olduğumuzda?
Bu kitabın bir farkı var, biz Ersin Pamuksüzer ile yola çıktık – ki, kendisi telekomünikasyon sektöründen gelmiş çok değerli bir kişidir—Ben de bilişim sektörü, sağlık sektörü falan derken bizim tıp kökenimiz yok. Şu saygısızlığı yapmayı asla istemem, çok uzun senelerini tıp konusuna vakfetmiş insanlar var. Kaldı ki, bunlardan modern tıp, yani doktor olup, üzerine ihtisasını yapmış kişiler asıl burada söz sahibi olan kişilerdir. Biz bunu hangi yetkiye dayanarak yazdık derseniz… Biz sağlığın satıcısı değil, kullanıcısı olarak kendi üzerimizde denediğimiz, sonuç aldığımız, başarıya ulaştığımız bir yaklaşım anlatıyoruz. Asla bunu kabul etmek zorunda değilsiniz ama kulak vermenizde fayda olduğunu düşünüyorum. Şimdi yeryüzünde yaşayan dört tip sağlık insanı var diye düşündük. Bunlardan bir tanesi tıp doktorları. Eğitimlerini alıyorlar, literatür takip ediyorlar… İki, alternatif tıpçılar var. Bunlar kanıtlanmamış, belki literatüre girmemiş şeyler ama sadece plasebo etkisi bile yapsa bazı yöntemler, inanın işe yarıyor. Tecrübe şifacıları var. İki bin senelik Çin-Tibet tıbbından bahsediyorum. İnanılmaz bir tecrübe yatıyor onların altında. Otacılar var; bunları es geçemeyiz. Kültürümüzde de var. Dördüncü yaralı şifacılar… Mitolojiden esinlendik.
Peki, neden holistik sağlık bugünün konusu oldu… Çalışanların herhalde çok derdi var. Stres, o, şu, bu…
Şimdi aslında holistik sağlık bugünün konusu değil. Bugün biraz daha farkındalığını yaşadığımız bir konu. Yani insan, canlı vücudu bu dünyada olageldiğinden beri aslında hiçbir zaman ne duygulardan ayırılabilir, ne zihnin içinde dolanan o tilkilerden ayırılabilir, ne de bedensel olarak kendimizi bundan ayrı tutabiliriz. Bunun için, bugün çok popüler bir kelime holistik, eskiden de özenilmesi gereken bir şeydi.
Bahsettiğim dört tip yaklaşım var ya… Siz bir tıp doktoruna gittiğiniz zaman mesela başınız ağrıyor, kulak-burun-boğazcıya gittiniz. Daha çok kendi alanı ile ilgili tetkiklerde bulunacak. Yani kulağınıza bakacak, gözünüze bakacak, üst solunum yollarınıza bakacak. Ve kendi uzmanlık alanıyla ilgili ya bir ilaç ya da bir öneride bulunacak.
Şunu söylemeye çalışıyorum şimdi uzmanlaşmak ve holistik… Her ikisinin de aslında bir insanın vizyonunda olması gerekiyor. Nedir, hakikaten sizin sorununuzu çözecek olan şey işte kulaktan kaynaklanan bir şey ise aslında çok doğru bir yerdesiniz ama daha geniş açıdan bakılması gereken bir durum ise o doktorun size “ bir nöroloğa ya da belki bir psikiyatriye görünmeniz gerekiyor çünkü bunun kaynağı psikolojik de olabilir’ diyebilmesi gerekir.
Vücudumuzun bize verdiği sinyaller aslında semptomlar. Yani ne demek istiyorum; baş ağrısı, ateş yükselmesi, tansiyonun çıkması, kolesterolün artması, bunlar ne biliyor musunuz aslında? Bunlar vücudun korunma mekanizmaları. Bir şeyim var benim diyor. Gittiğiniz doktor size sadece ateş düşürücü bir ilaç verirse semptomu gidererek sorunu çözmüş olmuyor. Ya da mesela kolesterol. Kolesterol aslında damarları korumak için damarın etrafına kaplanan bir koruma mekanizması.
Kitapta temizlenmek gibi enteresan yaklaşım var, vücudumuza yaptığımız kötülüklerden mi söz ediyorsunuz diye merak ettim.
Şimdi biz diyoruz ki bizi hayatta ölüme götüren üç ana faktör var. Ve inanın ölüme götüren şey ile yaşlanmaya ve hastalanmaya götüren şey de aynı. Bunlardan bir tanesi sürekli kirleniyoruz. Kirlenmek şu; hem fiziksel hem duygusal hem zihinsel olarak üzerimize gelen şeylerin bazılarını atamıyoruz. Mesela yemeklerden bahsedelim. Yediğimiz her şey bize faydalı değil. Faydasını alıyoruz sonra belli bir kısmını atmamız gerekiyor. Fakat vücutta her zaman bir şeyler kalıyor. O kalan şeyler vücutta toksinleri meydana getiriyor. Biliyorsunuz yaşamımız için gerekli oksijen aslında bizim serbest radikallerimizi oluşturan kaynaktır aynı zamanda. İçinde oksijen atomu içeren fakat en dış yörüngelerinden bir elektron kaybetmiş moleküllerden bahsediyorum. Bu moleküller dış çeperinden elektron kaybettiği zaman çok agresif, sersem, kötü niyetli düşmanlar haline dönüşüyor ve birlikte olduğu komşularının elektronlarına saldırıyorlar. Vahşiler. Benim hücre yapımı bozuyorlar. Hücre yapısı bozulması ne demek? Kolajen dokumun günün birinde yok olması demek, saçımın ağarması, dişimin dökülmesi, vücudumdaki kalsiyum, magnezyum depolarına saldırması, onları kullanması demek.
Bunlar yaşlılıkla, yaş almayla alakalı şeyler.
Yaş alırken vücudumuzda kalan toksinlerle alakalı. Siz yüzde yüz arınabilseniz toksinlerden bunların etkisi o kadar az olacak ki, yani yaşlanmayacaksınız bile hastalanmayacaksınız. Çizgileriniz daha az oluşacak çünkü kolajen deriniz yerinde kalacak. Şimdi ne dedim ölüme götüren üç şey var. Biri kirlenmek, yani geliyor serbest radikaller bizim işte toksinleri oluşturuyorlar ve bunlar vücudumuzda birtakım kalıcı hastalıklara sebep olacak kadar birikirlerse çeşitli sorunlara yol açıyorlar. Obeziteden trigliserid yükselmesine, insülin direncinden yaşlanmaya, diş dökülmesinden kemik erimesine kadar saydığım sayamadığım bir sürü faktörün altında bu kirlenme yatıyor. Çünkü çok basit bir şey söyleyeyim size yaşlılarımızın, hani böyle kalçalarını düşüp kırdığını çok duyarız değil mi?
Neden? Çünkü vücuttaki kalsiyum depoları azalmıştır, kemikler zayıflamıştır. Peki, kalsiyum neden azalıyor vücutta? Çünkü o toksinler var ya o serbest radikaller, benim düşmanlarım var ya onlar gidiyor vücuttaki depolara saldırıyorlar. Magnezyum depoma saldırdıkları zaman ayağıma kramplar giriyor yatarken. Yaşlılar düşünce kemiklerini kırarlar ya da düşmeden kırıyorlar. Biz eğer dışardan antioksidan alırsak vücudumuzdaki serbest radikaller bizim hücrelerimizle uğraşmıyor. Gidip antioksidana yapışıyor. Birçok sebzenin içinde var. Yeşillerin, morların turuncuların içinde var. Bunlar zaten çok uzak olduğumuz şeyler değil.
Yani gidip ilaç alın demiyorsunuz.
İlaç da alabilirsiniz. Takviye takviyedir. Yani ilaç almayın demiyorum. Mutlaka alın da demiyorum. İyi beslenin, çeşitli beslenin diyorum. Mesela her kendini seven insanın bence bir aktar dostu olmalı. Bitkisel çaylar, baharatlar. Antioksidan değeri çok yüksek şeyler söyleyeyim , ‘Aaa zaten ben bunları kullanıyorum.’ diyeceksiniz. Sumak, tarçın, zerdeçal, zencefil vesaire…
Ben bunları daha bilinçli uyguluyorum eskisine nazaran. Ben elli yaşındayım ve koşarak merdiven çıkabiliyorum, saçımda beyaz yok. Yani bu biraz genetik, biraz da uyguladığım yöntemler. Ben ne yapıyorum? Daha az zararlı şeyler yapmaya çalışıyorum. Mesela bence sigara çok kötü bir şey. Sigara içilmemesi gerekir direk toksin. Üzerinde yazıyor zaten. Ama günde bir tane Türk kahvemle içiyorum. İtiraf… Bu iyi bir şey değil. Bana verdiği psikolojik hazdan kendimi mahrum bırakmam da iyi değil. İki taneye çıkıyor ise eğer o zaman ben kendime iyilik yapmıyorum.
Peki, hadi size izin verdik. Başka ne yapıyorsunuz?
Spor, hareket, uyku… Şimdi benim ihtiyacım olan uyku ile sizin ihtiyacınız olan uyku farklı olabilir. Ama ortalama yedi buçuk sekiz saat uyku çok güzel bir uyku. Ben daha az uyuyabiliyorum altı-altı buçuk saat– Üç saat uyuyup çok sağlıklı olan da var ama ne yapıyorlar? “Power nap” diyorlar ona… Arada kestirmeler. Bir çeşit meditasyon.
Şimdi parantezimi kapatayım. Bizi ölüme götüren üç faktör demiştim, bir tanesi toksinlerin fazlalılığı, ikincisi yetersiz beslenme, ne kadar beslenirsek beslenelim o yüzde yüz ihtiyacımız olan gıdayı dışardan alamıyoruz. Yani bizim, atıyorum kafadan, on miligram magnezyuma ihtiyacımız var ise dokuz miligram alıyorsak bir miligram için biz yetersiz beslenmiş oluyoruz. Takviye alacağız falan ama dediğim gibi ne yaparsanız yapın, yaşlanacaksınız. Eğer takviye gıdalar alırsanız sadece frene basmış olursunuz, geciktirirsiniz.
Ve üç, kapatıyorum.
Stresin sürekliliği. Stresten arınmamız mümkün değil, biz İstanbul’da yaşıyoruz, trafik mesela en baş stres kaynağımız. Stres gereken bir şey. Yani doğanın bize verdiği bir güç. “Kaç-kurtul modu” diyoruz biz buna Yani eskiden doğada kaplanla karşılaştığınız zaman bütün enerjimin bacaklara kollara gitmesi gibi. O sırada başka bir şey düşünemiyor vücut. Ya da kendini iyileştirmeye vakit harcamıyor. Bütün gücünü oraya topluyor. Sürekli bu modda yaşamak ise ölüme götüren bir şey.