Sinema, Akademi, Siyaset…

Ediz Hun, tesadüfen başlayarak yakışıklı jön olarak damga vurduğu sinemaya, bir süre sonra gerçek bir balyoz darbesiyle vurup zinciri kırdı. Tamamen farklı bir alanda sıfırdan başlayıp eğitim aldı, akademik kariyer yaptı: Çevre… Bir süre sonra da siyaset sahnesinde göründü. Bir dönem milletvekillik yaptı.  Benim anlatmama gerek yok, kendisi kariyer yolculuğunu sizlerle aşağıda paylaşıyor.

 

Yaprak Özer: Sinemaya “tesadüfen girdiğiniz serüven” diyebilir miyim?

Ediz Hun: Başlangıçta bir serüven. Sonradan ciddi bir meslek halinde yürüttüğüm bir sanat dalı olarak devam etti. Şimdiki ifadesiyle rastlantı. 1963’te babam Büyükada’da bir ev yapmıştı, çok hoş sohbet bir insandı. Annem felsefe öğretmeni, babam makine mühendisi. Tek çocuğum. Ben de Almanya’dan, üniversitenin sömestre tatilinden istifade ederek geldim. Tesadüf olarak çıktı ortaya, Acar Film’in genel yönetmeni Sabahattin Sürmeli dedi ki “Ediz, her ne kadar okuyorsan da Almanya’da, burada ihtiyaç var, istersen bir dene. İşte Ayhan Işık var, kara gözlü, kara kaşlı… Göksel Arsoy var mavi gözlü sarışın… Ben tam manasıyla onları tanımıyorum. Sen de istersen bir şansını dene.” Mecmualar var; Ses, Artist, Perde mecmuaları…

Yaprak Özer: Film yıldızı olmak nasıl algılanıyor çevrede? Ailenizin yaklaşımı nasıl oldu? Oğlumuz artist olacak diye karşı mı çıktılar, yoksa size destek mi oldular?

Ediz Hun: Çok serbest bıraktılar. Bana güveniyorlardı. Dolayısıyla beni serbest bıraktılar. Ben esasında kazanacağım düşüncesiyle hiç başlamadım, bu fikirle girmedim bu yarışmaya.

Yaprak Özer: Ne olduğunu tahmin edebildiniz mi?

Ediz Hun: Ben orada arkadaş edinirim diye girdim. Kız arkadaşlar, erkek arkadaşlarım olur diye girdim. Fakat tesadüfen birinci seçildim.

Yaprak Özer: Kim vardı sizin grupta tanıdık isim?

Ediz Hun: Hülya vardı, Ajda vardı. Ajda’yla ben seçildik birinci. Kapak yıldızı deniyordu o zaman. Çetin Emeç de rahmetli yazı işleri müdürüydü Ses mecmuasının. Bu şekilde ilk film, Genç Kızlar, 1 Kasım 1963’te çekildi. Bilgim milgim hiçbir şeyim yok, heyecanlı 22 yaşında bir delikanlıyım. Ne yapabilirsiniz?

Yaprak Özer: Ne yaptınız?

Ediz Hun: Çok heyecanlandım. Kalbim dışarıdan hissediliyordu.

Yaprak Özer: Filmi izlediğinizde tepkiniz neydi?

Ediz Hun: Kendimi de tam manasıyla tanıyamadım filmi seyrettiğim zaman. Çünkü hiç tecrübesi olmayan bir insan olarak, ne kadar başarılı olmaya çalıştımsa da yani kasılıyor insan heyecandan. Yalnız beden değil, yüz de kasılıyor. Garip görüntüler vermeye başlamışım. Fakat film çok iyi iş yaptı. Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit bir arada oynadı. Genç Kızlar’da ben hocayım, edebiyat öğretmeni. Bedia Muvahhit de okulun müdiresi, “Oo Edizciğim, hoş geldin yavrum, nasılsın, iyi misin güzelim” falan diye odaya aldılar beni. 60 tane kız beni görünce gülmeye başladı.

Yaprak Özer: İşte istediğiniz ortam.

Ediz Hun: Zaten utangaç insanım, 22 yaşında bir delikanlı. 60 kız görüp de gülmeye başlayınca benim o halime, dedim ki şu anda bırakıp gitsem nasıl olur, ne olur?

Yaprak Özer: Düşündünüz değil mi? İnsanın aklından geçmez değil yani?

Ediz Hun: Çok düşündüm. İnsan çekiniyor, çok gencim. Fakat sonradan ikinci film, üçüncü film derken…

Yaprak Özer:Kaç film çevirdiniz?

Ediz Hun: 130’u aştık 1975’lere kadar.

Yaprak Özer: Son filminizi ne zaman çektiniz?

Ediz Hun: Son film “Garip Kuş”, “100 Liraya Evlenilmez”. Tabii daha sonra dizi filmlerim oldu. Norveç’ten dönüşte de Reşat Nuri’nin Acımak adlı dizisini TRT’ye yaptık. Çok dizilerim de var o zamanlar.

Yaprak Özer: Siz neden geriye dönmediniz?

Ediz Hun: Dönülebilir de neticede ben profesyonel bir sanatçıyım. Bugün de profesyonelim. Mesela Anadolu Kartalları diye bir film çekildi yazın, orada da Türk Hava Kuvvetleri komutanını oynadım. Ben iyi bir senaryo, şerefli bir rol, halkın beğeneceği, uyum gücünü gösterebilecek bir rol olduğunda her zaman çalışırım. Ben çalışmıyor değilim ama Türkiye’de senaryolar çok kısır.

Yaprak Özer: Ben de bunu sormak istiyorum. Hollywood’da bir aktör çok farklı rollere bürünebiliyor. Birinde çok kötü bir insanı oynayabiliyor, diğerinde iyi. Ama siz hep çok iyi karakterleri canlandırdınız, çok temiz ve  efendi. Neden?

Ediz Hun: Başrol oyuncusu hep iyi karakteri canlandırmak zorundadır.

Yaprak Özer: Bu söylediğiniz geçmiş film endüstrisinde diyebilir miyiz, bakıyorum mesela casus da olabiliyor, cani de olabiliyor.

Ediz Hun: Tabi Anthony Hopkins birçok kötü adamı başrol olarak çalıştı. Ama o sinema farklı bir sinema. Biz Türkiye’ye hitap ediyoruz.

Yaprak Özer: Bizim sinemamızda bir takım roller yapışıyor üzerinize. Siz kötü bir rol oynadınız mı?

Ediz Hun: Oynamadım. Oynarsam da toplum tarafından beğenilmez. Oyunculuğun ötesinde rolün hüviyeti önem taşır. Marcello Mastroianni, 30’undan sonra kütüphane memuruyken keşfedilmiş bir adam. Tanınmamış olduğu için ilk başta değişik roller oynayabilir. Ama ben başından itibaren sizin söylediğiniz gibi iyi rollerde olduğum için öyle benimsendim. Mesela Amerikan sinemasına da baktığınız zaman, Gregory Peck var mesela, Rock Hudson var. Bunlar hep iyi rollerde oynamış.

Yaprak Özer: Yine dönem oyuncuları onlar da…

Ediz Hun: Çünkü ben tanınıyorum. Yüz olarak tanınıyorum, filmlerim belli. Dolayısıyla da şartlanma oluyor.

Yaprak Özer: Aklınızda kalan, şunu da yapabilirdim, komedi, korku olabilirdi… gibi dediğiniz bir şey var mı?

Ediz Hun: Çok komedi filmim var. Bugünkü komedi anlayışı değil ama. Türkiye’de çekilen bugünkü komedi, komedi değil bana göre.

Yaprak Özer: Nedir?

Ediz Hun: Durum komedisi. Durum komedisi, durumdan kaynaklanan komedidir. Böyle kelimelerle bazı kötü davranışlarla oluşan komedi değil o. Şu anda Türkiye’de çekilen şey komedi değil bana göre, ne olduğunu burada telaffuz etmiyorum.

Yaprak Özer: Peki, buradan hareketle genel Türk sinemasıyla ilgili görüşlerinizi de almak isterim. Son dönemde hayli başarılı bulanların sayısı yüksek…

Ediz Hun: Başarı kişiye göre değişir.

Yaprak Özer: Siz ne düşünüyorsunuz?

Ediz Hun: Mutlaka yetişmiş insanlarımız var, yönetmen olarak. Kamera arkası teknik ekip olarak, kamera önleri de çok genç yetenekli. İsim vermem lütfen sormayın ama yetişmiş gençler var. Bence başarılı olmak için sinemada bir üçüncü göze sahip olmanız lazım. Bu üçüncü göz, seyirci gözüdür. Kendinizi çalışırken izleyebileceksiniz, o imkana sahip olacaksınız. İkincisi, duygusal bir insan olacaksınız. Gözleriniz dolabiliyor mu, çok büyük bir sevinçle gözlerini doldurabiliyor musunuz? Veya bir acıda gözünüzden yaşlar akabiliyor mu? Hisli bir insan mısınız? Teknik yapınız var mı, zeka seviyeniz ona uygun mu bütün bu karakterler diyebileceğimiz olgular bir araya geldiğinde siz sanatçı oluyorsunuz. Ben oyuncu kelimesinden hiç hoşlanmam. Sinema bir sanattır, biz de o sanatı icra eden insanlarız. Eski sinemayla, şimdiki sinemayı da kıyaslamıyorum. Devir değişti, bütün dünya değişti, Türkiye de değişti, değişim devam ediyor. Bu evrimsel bir süreç.

Yaprak Özer: Nasıl hazırlanıyorsunuz rollerinize?

Ediz Hun: Ben çok ciddiye alırım.

Yaprak Özer: Aslında dışarıdan bakıldığında ışıklar altında çok güzel bir dünyaymış gibi duran, bizim mesleklerimizin hepsi öyle aslında, ekran arkasındaki meşakkat, her karakter için çok uzun süre hazırlanmak, onun psikolojisini üzerinize giymek durumundasınız.

Ediz Hun: Eğer küçücük bir ismimiz varsa Türkiye’de, işte bu hazırlığın, bu çalışmaların neticesinde oluşmuştur. Öyle hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmez. Çok yoğun bir çalışma yaptık. Ben çoğu kez, evimde bütün senaryoyu sahne sahne ezberledim. Bize sekans dediğimiz numaralar verilirdi, o numaralar ertesi gün çekilecek sahneleri içerirdi. Onları gider ezberlerdim. Çok ciddi çalışırdım.

Yaprak Özer: Rollere adapte olabilmek için başkalarıyla saha çalışması yaptığınız oldu mu?

Ediz Hun: Çok egzersiz yaptım. Bir örnek vereyim; İkinci Dünya Harbi’nden sonra Hollywood sineması aşk filmleriyle yeniden sevgi yumağı örmeye çalıştı. Bunun için de gazeteye ilanlar verdiler, erkekler hanımlar davet ettiler. Bunları aldılar bir üç ay kursa tabi tuttular. Kiminin dişi bozuksa onu tamir ettiler, kiminin kulağı farklıysa onu düzeltti, burnu düzeltti. Forme ettiler fizik olarak. Kültür olarak, görgü olarak da beden dili nasıl kullanılır, nasıl bakılır, sinema tekniklerini öğrettiler. James Stewart, belki izleyenler hatırlamayabilirler, İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika’da pilottu, Çin Hindi’nde savaştı.

Yaprak Özer: Sizlere böyle imkanlar tanındı mı?

Ediz Hun: Hayır, sen yaparsın dediler. Sırtımızı okşadılar.

Yaprak Özer: Para yok pul yok belki, imkan yok öyle mi?

Ediz Hun: Yok, para var. Pul var mı bilmiyorum ama para var.

Yaprak Özer: Son yıllarda Türk sineması atağa kalktı deniyor. Buna katılabilirsiniz, katılmayabilirsiniz. 2011’in en çok izlenen üç yapımını belirlemişler. Birincisi “Eyvah Eyvah 2”, ikincisi “Aşk Tesadüfleri Sever”, üçüncüsü “Kurtlar Vadisi: Filistin” olmuş. Baktığımızda hepsi popüler filmler. Yabancılarda da “Karayip Korsanları” olmuş. Ne anlatıyor bu sıralama size?

Ediz Hun: Toplumun değiştiğini anlatıyor. Görüşler değişti, duygular farklı bir yönde seyretmeye başladı. Fazla detaya girmek istemiyorum ama mutlaka iyi şeyler, iyi niyetli arkadaşlarımız tarafından gerçekleştirilmektedir. Söylediğim gibi gençlerimizde de çok yetenekli arkadaşlarımız var, sanat hiç kimsenin tekelinde değildir. Bir beş yaşında çocuk çıkar, 70 yaşındaki bir adamın oyununu bir anda silebilir.

Yaprak Özer: Bu arada sinema adına güzel gelişmeler var, sendika, örgütlenmek gibi. Faydası olabilecek mi?

Ediz Hun: Faydası olmasını temenni ediyoruz. Bilhassa telif haklarıyla ilgili çalışmalar var. Çünkü belirli bir sene öncesini kabullenmiyorlar. Oysa Türk sinemasının vücut bulduğu seneler 60lı 70’li yıllar. Önemli olan, sinemada çalışanların bu işten nemalanabilmelerini sağlamak.

Yaprak Özer: Çok arkadaşınız  zor durumda, değil mi? Geçmişte şöhreti yakaladı ama hayatında o istikrarı sağlayamadı. Sizin gibi ayakta kalanlar bir elin parmaklarını geçmiyor değil mi? Neydi sizin farkınız?

Ediz Hun: Hiçbir farkım yok. Ben de normal bir insanım. İyi bir rol olduğu zaman şimdi de çalışıyorum ama seyirci beni beğenebilir düşüncesi hakim olduğunda çalışıyorum.

Yaprak Özer: Peki güvenebildiniz mi sinemaya o dönemde? Hakikaten sıkıntı çekmeden hayatıma devam edebilirim ışığı görmüş müydünüz?

Ediz Hun: Üzücü bir soru ama doğru bir soru. Tabii ki bu güveni sağlama imkanı yok. Hollywood değil burası. Alain Delon, Fransa’da bugün 75 yaşında güvenli bir hayatta, onun gibi birçok aktör, aktris aynı hayatta. Ama biz böyle değiliz, biz Türkiye’nin içinde prim yapıyoruz.

Yaprak Özer: Yeni nesil, bunları tırmalayarak bu haklarını almaya çalışıyorlar, ben de basından izliyorum ama…

Ediz Hun: Türk sinemasının dünyaya açılması lazım. Çok güzel senaryolar hazırlaması lazım. Senaryo kifayetsizliği bana göre. Yönetmen var, foto direktörü var, teknik ekip mükemmel, sanatçı var. Hikaye bir kısır döngüde. Mesela Al Pacino, Robert de Niro benim yaşımda. Clint Eastwood benden on yaş büyük, bunlar başrol oynuyor. Yalnız 20-25 yaşındaki gençlerin hayatı mıdır aksettirilmek istenen? 40-50 yaşındaki insanların hayatı önemli olmaz mı?

Yaprak Özer: O zaman şunu söylemek istiyorsunuz,  teknolojide işin ekonomik boyutunda gelişme sağlandı ama içerikte geride kalındı. Doğru mu?

Ediz Hun: Doğrudur . Senaryo lazım. Yoksa biz sanatçıyız. Her türlü rolün üstesinden geliriz, ama halkın beğenisini kazanabileceği bir rol lazım.

Yaprak Özer: Dizilerle bu, her mevsim değişiklik yaşanıyor. Bazen mafya oluyor, öbür tarafta bir kırsal, sonra aşka dönülüyor.

Ediz Hun: Dizileri eleştirmek istemiyorum fakat tabii ki çok hatalı çalışmalar var. Ama o dizilerden çok insan geçimini sağlıyor. O yüzden geçim sağlama meselesinde saygılıyım ama onun dışında dizileri zaten izlemiyorum diyeyim, noktalıyım.

Yaprak Özer: Yaprak Dökümü diyeyim ve noktalayacağım bu sinema kısmını.

Ediz Hun: Yaprak Dökümü’nü biz 1966’da Memduh Ün’le beraber filmini çektik. Salacakta bir bordo ahşap köşkte çektik. Çok iyi bir çalışmaydı. Zaten Memduh Bey iyi, ciddi bir yönetmendir. Cüneyt Gökçer de, rahmetli, babamızı oynuyordu. Çok hoştu, ben çok severim Cüneyt Bey’i.

Yaprak Özer: 90 dakikalık bir film, değil mi?

Ediz Hun: 90’dan da fazlaydı, belki biraz kısaltılmış olabilir.

Yaprak Özer: Siz esere sadık kalarak çektiniz?

Ediz Hun: Tabii, tamamen kitap ne içermekte idiyse o çekildi.

Yaprak Özer: Peki dizide kendi rolünüzü bulabildiniz mi? Dizi de çok izlendi.

Ediz Hun: Sanatçı arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

Yaprak Özer: Sinema şöhretin doruğunda niye bırakılır?

Ediz Hun: Bırakmadık, sadece konu olarak bıraktık.

Yaprak Özer: Niye yaptınız, zorunluluk muydu sizin için?

Ediz Hun: Zorunluluk sayılabilirdi. 1975’lerde sinema farklı bir kulvara çekilmek istendi. Yavaş yavaş uzaklaşma zamanı geldiğine hükmettim. 1975’li yıllarda yurtdışına, Norveç’e gittim. Norveç’te tekrar üniversiteye başladım. 35 yaşından sonra orada Oslo Üniversitesi’nde, Tromso Üniversitesi’nde biyokimya ve çevre bilimleri okumaya başladım.

Yaprak Özer: Neden Norveç?

Ediz Hun: Almanya çok kalabalıktı. Sadece Türkler değil, Yunanlılar… Norveç sakin bir ülke. 350 bin kilometrekare yüzölçümü, Türkiye’nin yarısı gibi aşağı yukarı, 4 milyon nüfusu olan bir ülkeydi o zamanlar.

Yaprak Özer: O zaman evlisiniz. Çoluk çocuk gittiniz, değil mi?

Ediz Hun: Tabi, 2 yaşında kızım ve eşimle birlikte Norveç’e tekrar tahsile başlamak üzere gittim.

Yaprak Özer: Neydi hayaliniz, ne vardı kafanızda? Nasıl plan yapmıştınız?

Ediz Hun: Yeni bir hayat. Başka bir hayalim yok. Zaten hayalle bir yere varamıyorsunuz dünyada. Biraz önce söylediğimiz tesadüfler, rastlantılar sizi sevk ediyor. Adeta nehre düşmüş bir yaprak parçası gibi sürükleniyorsunuz.

Yaprak Özer: Bir şey sezdiniz, o size uygun olmadı. Seçtiğiniz konu da, o döneme göre para eden bir şey değil. O dönemde çevre konusu takdir ettiğimiz noktalardan biri değildi.

Ediz Hun: Yeni yeni filizlenen bir noktadaydı. Ve biz orada 7 sene kaldık. Üniversiteyi ikinci olarak bitirdim. Zaten biyoloji bilimiyle çok ilgiliydim. Dünyada iguana adlı büyük sürüngeni tabi ortamı dışında ben ürettim. Benim yayınlarım çıktı.

Yaprak Özer: Hatta çok etkilenmiş üniversite. Okurken baktım.

Ediz Hun: Hemen kabul ettiler ,ben de onları da mahcup etmedim.

Yaprak Özer: Ama neden iguana? Çok şaşırtıyorsunuz insanı.

Ediz Hun: Ben bütün canlılara karşı müşfik davranırım, şefkatle yaklaşırım. Hiçbir canlıdan kötülük görmedim şimdiye kadar. Yılanı da tutabilirim. Şimdi diyeceklerdir “Böyle bir adam nasıl yılanı tutar”. Ama tutarım, ondan bir zarar gelmez. Ona itimat telkin ederim. Evvela bakarım, dikkatle süzerim sonra yakalayabilirim, tutabilirim. Bütün canlılar bizden sevgi, şefkat beklemekte.

Yaprak Özer: Siz aslında geleceği görmüşsünüz. Hakikaten görmüş müydünüz yoksa siz kalbiniz sesini mi dinlediniz?

Ediz Hun: Geleceği görmedim. İçimden gelen dürtülerle gittim Norveç’e. Başarılı oldum, geldikten sonra buradaki üniversitelerden teklif geldi.

Yaprak Özer: Ders veriyorsunuz hemen söyleyelim, birden fazla üniversitede veriyorsunuz.

Ediz Hun: Veriyorum ama o arada yine sanatsal faaliyetleri de yürüttüm. Geldikten sonra 1984’de “Acımak” adlı diziyi çektim.

Yaprak Özer: Herhalde kilit vurulmuyor değil mi? Sizi siz yapan özellikler bunlar.

Ediz Hun: Hollywood’da da böyledir. 2-3 senede bir çalışırlar. Başka işleriniz de olabilir. Arnold Schwarzenegger, bugün vali olanın, restoranları var. Sanatçı başka işlerle de meşgul olabilir.

Yaprak Özer: Akademisyen kimliğiniz, zamanınızın ne kadarını alıyor?

Ediz Hun: Haftanın 2-3 gününü alıyor tabi. Bir de talebelerle olan iletişim, onların dersleri anlatımlar, sunumlar…

Yaprak Özer: Aranız nasıl öğrencilerle? Dersleriniz popüler anladığım kadarıyla.

Ediz Hun: Ben çok müşfik, kardeş gibi yaklaşırım.

Yaprak Özer: Notunuz kıt mıdır, bol mudur?

Ediz Hun: Ben kimseyi bırakmak, kötü not vererek üzmek istemem. Hatta üniversitenin statüsüne aykırı olmakla birlikte, eğer vizelerde başarılı olamayacak bir kağıt verdiyse, gizlice gelecek hafta tekrar imtihana alırım.

Yaprak Özer: Ediz Bey keşke bunları söylemeseydiniz, izdiham olacak.

Ediz Hun: İzdiham olmaz.

Yaprak Özer: Çevrede, aslında siz bürokratik görevlere de soyundunuz, başarılı çalışmalar yaptınız. Hemen bir hatırlayabilir miyiz neler yaptınız?

Ediz Hun: 1991-93’te, Doğancan Akyürek’in, başdanışmanıydım. Ondan sonra, 1996’da İstanbul İl başkanı Erdal Aksoy’dan bir davet aldım ve Anavatan Partisi İstanbul İl Başkan vekilliği ve çevre, sanat, kültürden sorumlu başkan görevini üstlendim.

Yaprak Özer: Siyaseti, bürokrasiyi sevdiniz mi?

Ediz Hun: Siyaset, sanatla bir paralellik taşıyor. İkisi de topluma hizmet.

Yaprak Özer: İkisi de bir oyun mu, bir sahne gibi mi?

Ediz Hun: Hayır, çok aklı başında insanlar var. Onların dışındaki görevlerde bulunanlardan da çok mükemmel vasıflı, hatır soran arkadaşlarımız var. Siyaseti kötülememek lazım.

Yaprak Özer: Çünkü siyaset bizim geleceğimiz. Ama şöyle bir baktığımızda güncel olaylara, siyasetin de bir sahne sanatı gibi olduğunu hissetmemek, böyle algılamamak mümkün değil.

Ediz Hun: Beni üzen, okuduğumuz izlediğimiz, liderler birbirlerine çok ağır cümleler kullanarak hitap ediyorlar. Yani üslupta bir kifayetsizlik görüyorum. Bir Türk vatandaşı olarak bu beni üzüyor.

Yaprak Özer: Dönmek ister miydiniz siyasete?

Ediz Hun: Önemli bir teklif olursa, yurduma hizmet benim esas gayemdir. Çünkü ben hayatta tatmin olmuş insanım.

Yaprak Özer: Bir dönem yaptınız milletvekilliği, değil mi?

Ediz Hun: Bir dönem yaptım ama ondan önce de, genel başkan yardımcılığında bulundum. Şu anda aktif siyasette değilim. Ülkeme hizmet maksadıyla ciddi bir teklif olursa, tabii ki düşünebilirim.

Yaprak Özer: Sizce Türkiye’nin çevre konusunda en fazla duyarlı olması gereken sorunları nedir? Çevre ajandasına baktığımızda hangilerini öne çıkarmalıyız?

Ediz Hun: Bu konuda belediye başkanlarına çok görev düşüyor. Çünkü belediye başkanı, o bölgenin amiri seçilmiş.

Yaprak Özer: Yani yerel yönetimlerin daha fazla çevreyi bilmesi gerekiyor.

Ediz Hun: Ekiplerinin çevre bilgisine sahip olması gerekiyor. Buradaki mevcut temizlik, huzur, rehabilitasyon belediyenin çalışmalarıyla mümkün olabilir.

Yaprak Özer: Önemli bir noktaya değiniyorsunuz. Genel geçer bir cümle kurmadınız. Aslında bir yerel yöneticinin, çevre konusunda duyarlı olabilmesi için eğitime sahip olması gerektiğini söylüyorsunuz, anladığım kadarıyla. Bu konudaki duyarlılık nasıl artırabilir?

Ediz Hun: Eğitimle! Benim gibi, birçok bu konuda uzman üniversitelerde ders veriyor. Belediyede bir çevre eğitimi duymadım ben. Maddi bir beklentimiz yok. Kurs vermemizi isterlerse gitmeyecek miyiz?

Yaprak Özer: Yeşiller partisini, çevreyle ilgili oluşumları Türkiye’de ne zaman görürüz? Olanlar var ama yeterli desteği görmüyorlar. Yani siyaset hayatımızda yeşilin yer alması mümkün olabilecek mi?

Ediz Hun: Olabilir ama ileri yıllarda. Türkiye’deki en büyük ikilem, enerjiyle çevre arasındaki mücadele. Enerjiye ihtiyacımız var. 75 milyonluk ülkeyiz ve büyüyoruz. Kırsal kesimde geometrik, şehirde ise aritmetik bir artış var. Thomas Maltus teorisi bu, gıdalar aritmetik artar oysa nüfus geometrik artar demişti 1798’de.

Yaprak Özer: Siz nükleer enerjide tarafınızı  net koyabilir misiniz?

Ediz Hun: Koyabilirim. Ben nükleer uzmanıyım aslında. Bazı izotoplar var ki bunlar döngüye girer. Stronsiyum 90 izotopudur, kalsiyum döngüsüne girer. Nükleerin şakası yok.

Yaprak Özer: Tamamen karşı mısınız?

Ediz Hun: Karşı değilim. Ama nükleere gelinceye kadar alternatif enerjilerimiz var. Güneş enerjimiz var.

Yaprak Özer: Alternatif enerjinin, hiçbir zaman nükleer enerji kadar yoğun bir enerji üretimi sağlayamayacağı ifade ediliyor.

Ediz Hun: Ama hiç riski yok.

Yaprak Özer: Çernobilin etkisi sıfırlandı mı?

Ediz Hun: Bugünkü Ukrayna’nın en üstünde, bize uzak olmasına rağmen, bize daha yakın Zaporiski, Güney Ukrayna’da santraller devre dışı. O zamanlar KGB kontaminasyon kriterlerini sakladı. Ama 10.000’i aşkın insanın hayatını kaybettiğini biliyoruz. Dolayısıyla şakası yok nükleer santralin. Nükleer santralden çıkan radyoaktif izotoplar sezyum137 ve stronsiyum90dır. Yarılama zamanları, 27,5 ve 32 yıldır. Yarılama zamanı, etkisini kaybetmeye başlama zamanıdır.

Yaprak Özer: O zaman bilinçlendirmek lazım.

Ediz Hun: Rusya’nın yaptığı santrallerde betonarme duvarlar eksikti, patladığı zaman yayıldı. Amerika’da 1979 Three Mile Island kazası oldu. Orada betonarmeyi aşamadı. Japonya’daki Fukuşima çok eski bir santral, dolayısıyla büyük bir radyasyon kaçağı ortaya çıktı.

Yaprak Özer: Başarıya ilişkin söylemek istediğiniz ne kaldı?

Ediz Hun: Benim mesajım daima şudur: sevgi. Bu sevgi, evrensel bir sevgi. İnsanlık birbirini kucaklamalı. Dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapmadan. Dünyada milyonu aşkın canlı var ama insan tek bir canlı, homo sapiens. İster sizin gibi güzel koyu renk gözlü olsun, ister açık renkli. Değişik renkler, tonlar hiç önemli değil. Yunus demiş ki: “Kardeşçe birbirimizi kucaklayalım”. Mesaj bu. Yolumuz sevgi yoludur.

 

EDİZ HUN KİMDİR?

Ediz Hun, tesadüfen başladığı yakışıklı jön olarak damga vurduğu sinemaya, bir süre sonra gerçek bir balyoz darbesi vurup zinciri kırdı. Tamamen farklı bir alanda sıfırdan başlayıp eğitim aldı, akademik kariyer yaptı: Çevre… Bir süre sonra da siyaset sahnesinde göründü. Bir dönem milletvekillik yaptı. Artık günlük gazete yazılarıyla  toplumu çevre konusunda bilinçlendirmeye çaba sarfediyor.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir