Ukrayna savaşı patlak verdiğinde, bir garip sürece girdiğimizi hissetmiş olmakla birlikte adını doğru koyamadım. “Şimdi koydun mu?” derseniz, kafam o günkünden daha da karışık.
Acısıyla tatlısıyla tuhaf bir savaş. Ağlayan çocuklar, çaresiz kadınlar, kolu bacağı kopuk genç insanlar, mağdur yığınlarıyla savaş gibi savaş… Diğer yanda magazin dozu yüksek, profesyonel prodüksiyonuyla adeta bir PR savaşı sürüyor. Lobi işi yıllar sonra önümüze ayrıca dökülecek… Irak savaşından sonra benim gördüğüm en iyi iletişim savaşı. MBA’e ders olacak belli. Her yer kan kırmızısı olsa da savaşın kurumsal rengi asker yeşili “haki”.
Ticari kısmına girmeyelim, ama belli ki bal tutan parmak yalıyor. Savaşın üzerinden tam 6 ay geçti, biteceğe benzemiyor, güvenilir medya organları 9 bin Ukraynalı askerin, 15 binin üzerinde Rus askerinin öldüğü tahminine yer veriyor, sivil kayıplara ilişkin bilgi maalesef yok. Bu arada belli ki istenen ekonomik sonuç henüz elde edilemedi, ilk günden itibaren “silah lazım, para lazım, insan lazım… ülkeyi yeniden inşa etmek için o lazım bu lazım, uzun menzilli – kısa ve etkili füze lazım… gemi, uçak, drone lazım…” söylemleriyle savaş kışa sarktı. Ufukta barış görünmüyor, niyet de yok. Nükleer santral planları ardı ardına açıklanıyor, kömür madenleri açılıyor, savunma bütçelerine ayrılan pay artıyor, şişeden milliyetçilik, otokrasi, despotizm, faşizm çıkıyor.
Bu iletişim savaşının en büyük tehlikesi ve tarafların korkusu kanıksanmak. Giderek daha az kişi Ukrayna’da devam eden savaşı takip ediyor, hangi bölgenin kimin eline geçtiği daha az dikkat çekiyor. Çare, bir doz iletişim…
Ve Vogue’un ünlü kapak kızı serisi devrede! Yemekteki eksik sosu Olena Zelenska “photo-shoot”uyla tamamlama fikri, algıları her yöne zorluyor. Olena Zelenska delik deşik bir uçak kalıntısı önünde tiril tiril ve dik duruyor, zımba gibi kadın askerlerle çok şık görünüyor. Kadraj, kamera açısı, ışık, dramatik fon, çarpıcı renkler hesaplı… Zaten estetik bir savaş bu. Acı görüntüleri unutun, Başkan Zelensky’nin de kısa boyuna, savaşta aldığı kilolarına rağmen “smart casual” tarzıyla en seksi ya da bilemediniz en karizmatik lider seçilmesi an meselesi olsa gerek. Vogue’da karı koca yakın plan portreleri hayli estetik. Savaşa rağmen nasıl güzel oluyorlar diye geçiriyorum içimden, resme birden fazla kere göz attığımın bilinciyle. “Savaşta Aşk” teması etkileyici. En azından Başkan Putin’in vücudunu gösteren çıplak spor fotoğraflarından daha samimi, cana yakın, sempatik. Aklıma Acun Medya’nın Dominik Cumhuriyeti’ne kamp kurduğu “Survivor” yarışması geliyor. İlk bölümlerde çocukların gün be gün eriyip “çirkin ördek” yavrusuna dönüştükleri halleri tutmamış olmalı ki, sonra bölümlerdeki mücadele dozuna paralel görüntüleri de iyileşti. Unutmayalım, ekran her koşulda güzeli seviyor, kural bu! Savaşta bile güzelliğin sırrı bu mu?
Amerikan Vogue’a kapak olan Türk yok. Time Dergisi kapakları geçmişte gururumuzu okşamış. Google’layın ikisi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere topu topu 10 kez. Başka yayınlar ve buralara kapak olanlar da var. En yakını İstanbul Büyükşehir seçimleri. Başkan Ekrem İmamoğlu zorluklarla elde edilmiş bir süreç sonunda zaferini eşi Dilek İmamoğlu’nun yerel bir moda dergisine kapak kızı olmasıyla taçlandırmak istemiş olmalı. Resmi görev dışında ilk iletişim tepkisini burada aldılar… siyasi olarak büyük gürültü koptu. Çekimi, estetik açıdan çok beğenmiştim, makyaj taktiğine birkaç kez baktığımı anımsıyorum, giysiler güzel, İngiliz Kraliyet ailesi gelini Kate Middleton vari bir havaydı, İstanbul Fatih ilçesinde yer alan Belediye Binası ya da o zaman sürekli tekrar edilen Beylikdüzü ikametgahının havasını yakalayamadığımı anımsıyorum. Gerçeklerden kopuk olmasını kimse büyütmedi, sosyal medya bizi alıştırdı. Dilek İmamoğlu kapağını görünce sırası mıydı, bu iletişim projesinin kazananı kim diye sorguladığımı anımsıyorum. İletişim benim gözümde hesap kitap işi. Mühendislik gibi, matematikle haşır neşir olacaksın. Riski ne, kazancı ne…
Yanlış anlamanızı istemem, Vogue’a ya da başka dergilere kapak olmak asrın suçu değil. Tam 3 kez Vogue’a kapak olan Michelle Obama’nın sahneyi bu kadar çok sevmesini hiçbir zaman anlamlandıramadım, siyah olmasıyla alakalı olduğunu, tabii ki biliyorum, “black lives matter”a bir tuğla da sen koy, kalıpları yık motivasyonu. Anlamaya özen gösteriyorum. Ama bir tuğla da o kadar çok yere konunca kanıksanma tehlikesi!… Fazlası fazla.
Vogue dergisi 1892 yılında kurulan bir yayın. Kültür, sanat, yaşam, moda etc. Aslında haftalık gazeteden aylık bir yayına evrilmesi aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 19 yerel Vogue olarak her ay okurla buluşması, sürdürülebilir olması, etkisini zamana karşı muhafaza edebilmesi, iletişim tarihinin başarılı ve önemli örneği. Teknoloji harikası bu kadar yayın ve milyonlarca tirajı olan dijital platform varken ille de Vogue kapağında yer almak rüyaları süsleyen bir konsept.
İletişim tarihi demişken Anna Wintour, ABD Vogue gibi imaj ve algı harikası olan efsane yayın yönetmeni. Wintour, “Devil Wears Prada” (Şeytan Prada Giyer) filminin ilham kaynağı editör. Kalıp gibi saçları, yüzünü saklayan kocaman gözlüklerini klişe bulmam suç olmasa gerek. Mahalle baskısına uyup, “çok beğeniyorum” diyemeyeceğim, ama iletişim stratejisi örnek alınmalı.
Biraz karıştırırsanız, siyasilerin Vogue kapaklarının gediklisi olduğunu göreceksiniz. Kapakta görmeyi hayal etmekte güçlük çekeceğim İngiltere eski başbakanı Theresa May bile Vogue’da yerini alanlardan. İmaj tazelemek, estetik görünmek, yumuşatmak, farklı seçmen gruplarında olumlu imaj yaratmak için iletişim ajanslarının bayıldıkları bir yöntem kadını kapağa yerleştirmek. Theresa May, İngiliz Vogue’a değil de Amerikan Vogue’a kapak olmayı tercih etmiş. Alt anlamı mutlaka vardır… Pek çok siyasi hatasının yanı sıra 1.000 £ değerindeki deri pantolon haberi unutulmuyor, Vogue’a çıkarak belki de hakkını vermek istemiştir. Liderlerin her adımı önemli. Sıradan giyinirsin kabahat olur, pahalı giyinirsin laf olur, şıksın nazar olur, rüküşsün imajın yok olur…
Gençsen de her şey kabahat olur… her gün sosyal medyayı sallayan Finlandiya Başbakanı Sanna Marin gibi. Ucuzluktan yaptığı alışveriş, rock konserine giydiği deri ceketi… “Şık, pahalı, exclusive” kilit kelimeleri yerine doğal ve samimi olması…. Gece kulübünde eğlence videolarıyla dünyayı kasıp kavurdu. Tavrını tarzını beğenirsiniz beğenmezsiniz, olay sonrası açıklaması kısa, netti. Genç olduğunu ve tabii ki eğleneceğini, özel ortamın kamuya aktarılmasının yanlış olduğunu ve işiyle alakasını bulunmadığını sakin ve kararlı şekilde aktardı, duruşu, “on numara beş yıldız”ı hak etti.
Herkes Başbakan Marin gibi değil, Vogue’u çok isteyenlerden biri Boris Johnson’ın koltuğuna oturması beklenen Liz Truss. The Guardian’ın haberine göre, Vogue’a kapak olmayı, öylesine göze almış ki, araları bozuk olan “Vogue Kızı” unvanlı İskoç Başbakan Nicola Sturgeon’a sormuş; “Vogue’a nasıl kapak olunur?” Eyy Vogue, nelere kadirsin… İskoçya’da gerçekleşen COP26 İklim Konferansı’nda böyle bir diyalog geçtiğini ifşa eden Sturgeon. Truss’ın koltuğa oturduktan sonra yapacakları merak konusu.
Vogue’un işe yaramadığı girişimler de var. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris kendisiyle ilgili umutları boşa çıkaran siyasiler listesinde. Seçildiği günler o kadar büyük bir rüzgarla sahneleri kapladı ki, sıcağı sıcağına Vogue Kızı yapmak iyi fikirmiş. Bu kapak erkeksi seçim, sıkıcı renkler, estetik olmayan bir duruşla doğrusu parlak sayılmazdı… Harris de memnun kalmamış diyorlar. Vogue yönetimi ise açıklama yapmış; “biz beğendik”. Çok güldüm!
Gelelim, “Herkes Vogue’a kapak olamaz” efsanesine. Örneğin Laura Bush, Barbara Bush, Nancy Reagan “first lady” olarak kapağa çıkamayanlar. Bir de evlenmeden önce gelinliğiyle süslediği kapağa First Lady unvanıyla çıkamayan Melania Trump var… Vogue’a ve Anna Wintour’a ateş püskürüyormuş. Hele Joe Biden’in eşi Jill Biden kapağa çıkınca, hop oturup hop kalktığını yazan çok yayın var. Torba değil ki, büzesin… iletişimin cilvesi.
Savaş arası antrakta Vogue’a kapak olan Olena Zelenska hayli tepki toplamış… bir gün mutlaka anlatır diye düşünüyorum. Hayat devam ediyor, bu da ayrı bir gerçek. Bu arada Vogue’a kapak olmak eğlenceli bir serüven olsa gerek. “Öncesi ve sonrası”nı yaşamak, uzmanların eliyle baştan yaratılmak, giyecek yeriniz bulunmayan enteresan giysilerle tarihe not düşmek müthiş bir deneyim.
Bir kapakla iş bitseydi, ne iyi olurdu… İletişim bu; keskin bıçak, kimin kafasını koparacağı belli olmuyor… Nalıncı keseri gibi “hep bana leb bana” yapmak da kural dışı, bir bakmışsınız o kafa uçmuş gitmiş.
Savaşlarda yakınlarını yitirenler, haklı olarak olup bitene bu anlamların hiçbirini yüklemiyorlar. Hayatta tek bir anlam var; yaşama hakkı, güzel çirkin, ünlü ünsüz… ne olursa, yaşamak.
Sağlıkla mutlulukla ve anlamla yaşayacağımız hayata.