Kendinizi özel hissettiğiniz herhangi bir an yaşıyor musunuz? Geçmişte bu sizi siz olduğunuz için seven ve sayanlardan oluşurdu… Naif, samimi ve kişisel iletişim döneminin pabucu çoktan dama atıldı. Cümleler kopuk duruyor değil mi, anlatayım hemen. Dün kişisel değerleriniz iyilik, cesaret, bilgi, sürdürülebilirlik ve daha nice sizi siz yapan değer, özel yapardı. Özel olmak ayrıcalık kadar güç. Bugün sınıfsal farklar ile satın alınabilen güç arasında yer yer paylaşım yer yer mücadele var. Hayat doğal olarak yıllar içinde değişecek ama kitle iletişim dönemine geçmenin değerler açısından bu kadar acımasız olması gerekiyor mu?…
İzlediğiniz platformlardan ABD Başkanının giderayak biricik oğlunu bağışladığı haberini okumuşsunuzdur. Başkan Gerald Ford’un, siyasi ve medya skandallarıyla tarihe geçen Richard Nixon’ı bağışlamasından sonraki en kapsamlı af. Artık her şeyi bekliyoruz ama yine de şokta tüm dünya. Demokratların çok eleştirdikleri gelecek Başkan Donald Trump’a söyleyebilecekleri tek söz kalmadı. O da vaktiyle suçlarını affettiği dünürünü Paris Büyükelçisi atayacağını beyan etti. Kaldı ki, diğer başkanların da ayırım yaptıkları sabit. Başkan Biden, icraatı boyunca hukukun üstünlüğü, erklerin ayrılığı konusunu dile getirirken, oğlu Hunter Biden, ateşli silah bulundurma – yalan beyan – vergi kaçırmak – Ukrayna ve Çin’de ABD çıkarlarına aykırı davranış gibi çeşitli konularda suçlanıyordu ki, bazılarını kendisi kabul de etti. Af, işlediği veya işlemiş olabileceği veya katıldığı tüm suçları kapsıyor. Bu da oğul Biden’ı, Trump’ın göreve geldikten sonra Adalet Bakanlığı’na ya da FBI’a yaptırabileceği başka soruşturmalardan koruyacak.
Eşitlik var mı? Eşitler arasında bazıları diğerlerinden daha mı eşit? Konumuz tabii ABD iç siyaseti değil. Konumuz kişiye özelin sınırları, sınıf ve ayrıcalıklar.
AYRICALIKLAR DÜNYASINA HOŞ GELDİNİZ
Yukarıdaki canlı ve güncel örneğe ilave olarak biri araştırma diğeri ilginç bir şirket ve çalışma alanı korkudan titreten bir sosyo ekonomik gelişme örneği sunuyorum. Karar sizin.
Anna Stansbury’nin MIT Sloan School of Management’da gerçekleştirdiği bir çalışmayı dikkatinize sunarak başlayacağım. Doktora yapmak, başarıyla bu ünvanı taşımak sınıf atlamaya yetmiyor. Çalışma, sınıf tavanı olduğunu söylüyor. Bireylerin doktoralarını tamamladıktan sonra bile kariyerlerini nasıl etkilediğini inceleyen bu araştırma bazılarının daha eşit olduğunun güzel bir kanıtı. Sınıf farkı bireylerin yüksek eğitim seviyelerine rağmen etkisini sürdürdürüyor. Çoğu zaman ön yüzde ırk ve cinsiyet olarak dikkat çeken ayrımlar derinde başka katmanlara sahip. Stansbury, hem adalet ve eşitlik ilkeleri hem de ekonomik verimlilik açısından konuya dikkat çekiyor. Araştırma ne gösteriyor? Her şeyden önce sistematik eşitsizlik! Sınıfsal arka plan, sadece bireylerin fırsatlara erişimini değil, bu fırsatları değerlendirme biçimlerini de etkiliyor.
Çalışma, ABD’deki Ulusal Bilim Vakfı’nın (NSF) doktora sahiplerini kapsayan geniş bir veri setini kullanıyor. Bu veri seti, 1993’ten itibaren doktora yapmış bireylerin kariyerlerini takip ediyor. Araştırma, bireylerin aynı alanda ve aynı üniversiteden doktora yapmış olmaları şartını sağlayarak, sınıf arka planını izole etmeye çalışıyor. Sınıf, ebeveyn eğitimi seviyesi temel alınarak ölçülüyor, başarı ölçütü olarak, bireylerin akademide tenürlü pozisyonlara yerleşme oranları, çalıştıkları üniversitenin prestiji ve maaş düzeyleri gibi göstergeler kullanılıyor. Özel sektörde ise maaş artışı ve yöneticilik pozisyonlarına erişim analiz ediliyor.
Sumatya Keynes’in Stansbury’le yaptığı röportajda dikkatimi çeken, araştırma aslında ikilinin söyleşisinde daha renkli çıkarım ve yorumlarla tanıştırıyor. Ortaya döktüğü ilk soru; sınıfsal eşitsizlik kalıcı mı? Stansbury’nin yanıtı; “…sınıfsal farklar yalnızca ekonomik sermayeye değil, aynı zamanda bireylerin kültürel sermayelerine ve sosyal ortamlardaki rahatlık düzeylerine dayanıyor. Elit kariyerlerde başarı, yalnızca bilgi ve beceriyle değil, bu bilgiyi sunma, ilişkiler kurma ve kendine güvenle ifade etme kapasitesiyle şekilleniyor…” Diğer bir soru; objektif ölçütler yeterli mi? Akademik dünyada bile başarı ölçütleri objektif görünmüyor. Anlıyoruz ki, bireyler “dahilik” ya da “parlaklık” gibi subjektif değerlendirmelere sıkıştırılıyor. Gelir ve statü eşitsizlikleri uçurum yaratıyor. Küçük avantajlar bile büyük sınıfsal ayrımlara dönüşebiliyor. Özetle sınıfsal eşitsizlikler yalnızca bireysel düzeyde değil, kurumsal ve toplumsal düzeyde köklü bir sorun.
DİJİTAL AYRIŞMA
Dikkatinize sumak istediğim ikinci araştırma teknoloji üzerinden geldiği için biraz daha heyecan verici olabilir ama lütfen işin tekniğinden çok yaratacağı bölünmeye odaklanalım.
Clear Secure, kimlik doğrulama ve biyometrik teknolojiler üzerine çalışan, yaklaşık 3.75 milyar dolarlık piyasa değeriyle ABD’nin en büyük biyometrik kimlik şirketlerinden biri. Şirketin kökeni, 11 Eylül saldırılarının ardından kimlik doğrulama sistemlerine olan talebin artmasına dayanıyor. 2003 yılında, Verified Identity Pass (VIP) adı altında kurulan şirket, ABD’nin Ulaştırma Güvenliği İdaresi’nin (TSA) güvenilir yolcu programına özel sektör desteği sağlamak amacıyla ortaya çıktı. Şirket, bireylerin kimliklerini doğrulayarak hayatı kolaylaştırmayı ve zaman kazandırmayı amaçlıyor. Ayrıca, dijital ve fiziksel dünyalar arasında “evrensel bir kimlik platformu” olmayı hedefliyor.
GÖZETİM KAPİTALİZMİ
Kullanım alanlarına örnek vermek gerekirse havaalanları ve spor stadyumlarında bekleme sürelerini azaltan biyometrik geçiş. Sağlık sistemleri, LinkedIn gibi ortaklarla iş birliği. Gelecekte de cüzdan yerine geçerek kredi kartı, kimlik ve sağlık sigortası bilgilerini entegre etmeyi hedefliyor.
Biyometrik sistemler, bireylerin yüz, parmak izi, iris gibi benzersiz fiziksel özelliklerini kullanarak kimlik doğrulama sağlıyor. Bu teknolojiler genellikle güvenli kabul edilse de, veri ihlali durumunda biyometrik bilgiler değiştirilemez olduğundan ciddi riskler barındırıyor. Clear, biyometrik doğrulamayı “bir-kişiye-bir” eşleme yöntemiyle yapıyor; yani, bireyin canlı bir görüntüsünü daha önce kaydedilmiş bir şablonla eşleştiriyor.
Sosyal ve toplumsal sorunlarına gelince; başta eşitsizlik ve ayrımcılık tabii. Pahalı bir sistem, sahip olmak kolay değil. Üstelik yapay zekanın her türünde olduğu gibi gayet ayırımcı… Tekelleşmeyi görmezden gelemeyiz. Sistem bırakın kalabalık insan gruplarının geçişini kolaylaştırmayı, doktor muayenehanelerine kadar kullanım alanına sahip. Sistem perakende, finans, e-ticaret ve hükümet hizmetlerine entegre olmayı planlıyor.
Fişleme – toplumsal bölünme beklemenin abartılı olduğunu düşünmüyorum. Sınıf ayrımcılığından sonra dijital ayrımcılık. Belirli kesimler sistem dışında kalmaya mahkum. Dijital kimlik norm haline gelince kullanıcı öz verileri üzerindeki kontrolü kaybetmeyecek mi?
FİŞLEME VE ETİK
Nasıl bir topluma doğru yönleniyoruz? Sağladığı kolaylıklar kimliklerimizden ödün vermek anlamına geliyor anlıyoruz da aramızdaki farkları ölene kadar kapatamayacağımızı da anlamalıyız? Biyometrik teknolojiler, özellikle renkli bireyler, engelli bireyler ve toplumsal cinsiyet normlarına uymayan kişiler üzerinde daha düşük doğruluk oranlarına sahip. Bu da bazı bireylerin kimlik doğrulamada haksız yere reddedilmesine yol açıyor. Yarın bu kriterlerin nerelere uzanabileceğini tahmin edebilir miyiz? Teknolojiye ulaşamayan geniş bir kesimi unutmayalım. Verilerimiz, merkezi bir sistemde depolanıyor sızdırılırsa ki, oluyor… Veri tabanları, hükümetler veya kötü niyetli aktörler tarafından gözetim yapmak için kullanılıyor.
“Gözetim Kapitalizmi” – “Dijital Ayrışma” – “İsteğe Bağlılık Maskesi” lügatımıza dahil etmemiz gereken yeni kavramlar. Yaşam konforuna karşı gizlilik ve eşitlik gibi değerlerimizin pazarlığını yapıyoruz. O da şimdilik. Hadi yine canlı bir ABD örneğiyle bitireyim, Trump kabinesi ve Elon Musk diyeyim ve gerisini hayal gücünüze bırakayım… Son olarak; neresinden bakarsanız, bunların hepsi bir iletişim ve içerik konusu. Bir de öyle düşünün bakalım!…