Halk arasında hastane mikrobu olarak bildiğimiz sorundan her yıl dünya genelinde 10 milyon kişinin öldüğünü, Türkiye’de resmi rakam olmamasına karşın tahminen 4 milyon kişinin kurtulabilecekken pisi pisine yaşamını yitirdiğini biliyor muydunuz… Yardımcı Doçent Dr. Asiye Karakullukçu hastane mikrobuyla savaşan genç bir bilim insanı. Soruna çözüm olacak bir cihaz üretmek üzere. Üstelik dünyada bir benzeri henüz yok.
Bu hikaye, Karakullukçu doktorasını yaparken Cerrahpaşa’da başlıyor. Akademik tez çalışması süresince, enfeksiyon tanısı için rutinde laboratuvarda kullanılan kültür yöntemi yerine, immünolojik test geliştirerek yoğun bakım hastaları ile çalışma yapmış. Şaşırtıcı sonuçlar almış. TÜBİTAK desteği alarak İTÜ ARI Tenokent’te şirket kurmuş. Biyolog, genetikçi, kimya teknisyeni ve kimya mühendisinden oluşan 4 kişilik ekibi var. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde laboratuvar alt yapısını kullanıyorlar. Üzerinde çalıştıkları sensörün yüzde 40’ını bitirmişler. Hasta başı tanı (hastane mikrobu) şu anda en erken 72 saat! O sırada hastaya olan oluyor ne yazık ki. Karakullukçu teşhis sürecini bu cihazla 5-7 dakikaya çekebiliyor.
Hastane enfeksiyonu her ülkede, ama özellikle gelişmekte olan ülkelerde çok büyük bir problem. Buna karşın dile getirilmiyor. Hasta yakınları çoğunlukla farklı bir nedenle hastayı kaybettiklerini sanıyorlar. Oysa ardında yatan gerçek çoğunlukla kapmış oldukları enfeksiyon. Hastane enfeksiyonuna sebep olan bakteriler genelde çok dirençli. Mikrobun yarattığı hastalığı tedavi edebilecek ilaç sayısı çok az. Var olanlar da böbrek yetmezliğine sebep oluyor. Bu yüzden kayıp çok. Kaldı ki, ülkemizde bir de antibiyotik kullanımı sorunu var. Avrupa’da antibiyotik kullanımında birinciyiz. Bu nedenle dirençli bakteri popülasyonumuz olduğu ifade ediliyor.
Zaman aleyhimize işliyor
Buraya kadar her şey güzel, çözümü genç bir Türk bilim insanı bulmuş. Şahane! Sorun nerede? Sorun, yurt dışına bağımlı ürünleri Türkiye’ye getirmekte. Genel sorun ürüne ulaşamamak. Karakullukçu 6 ayda ürünü yapabilecekken en az 1 seneye ihtiyaç duymaktan şikayetçi. Hevesinin kırıldığını söylüyor: “Ürün üretim aşamasında fark ettim ki, hakikaten çok zor burada bir şey üretmek. Çok yavaş ilerliyoruz. Ben yöntemi denedim, geliştirdim. Hastalar üzerinde test ettim, ne yapacağımı, ne üreteceğimi biliyorum, ama niye bir sene bekliyorum?” Bu satırları okurken, “…adammm sen de, ne var bekle…” diyecek olursanız rekabet beklemiyor demem etkili olur mu?
Başka zorluklar da var. Tahmin etmesi zor değil. Karakullukçu maddi olanak yoksunluğu da çekiyor. Benimle çarpıcı olduğunu düşündüğüm gözlem ve deneyimlerini paylaştı. Bunlardan biri melek yatırımcılar. Size destek olabilecek yatırımcı yok mu, neden tek başınıza kaldınız diye sordum; pek çok kişinin dile getirmediği açıklıkla yanıt verdi: “…söyleyebileceğim tek şey efektif bir sistem değil. Çok küçük meblağlar öneriyorlar: 100-200 bin TL. Karşılığında yüzde 20-30 hisse talep ediyorlar. “Smartmoney” dediğimiz bir şey var start-up kültüründe. Sadece parayla olacak iş değil bu. İşten anlayan, sektöre hakim olan kişiler olması gerekiyor. Ben “show” olduğunu düşünüyorum açıkçası…”
Bir örnek vermesini istedim; 20 kişilik bir melek yatırımcı grubuna sunum yapmış. Testte hastadan alınan serumla çalışıldığını söylemiş, her kafadan bir ses çıktığı gibi yanlışını bulmak için de yarışmışlar: “serum hastaya takılan tedavi eden bir şey, siz o seruma nasıl test yapacaksınız” merak ettiklerinden biri… “Olay orada benim için bitti” diyor Karakullukçu. Ben de bilimsel çalışma yapanları böyle kolay küstürmeyelim diyorum.
Hayalleri kim büyütecek?
Ülkemizde uzmanlığı olan ya da yatırımcı şapkasıyla dinlediği konuları inceleme ve öğrenme zahmeti gösteren yatırımcı sayısının az olması, neden yatırımlar başarılı olamıyor sorusuna ışık tutabilir. Devam edeyim, bilim insanı buluş derdinde, yatırımcı iş. İkisinin de kendince haklı yanı olsa da bu iletişimsizlik ülkeye zarar. Örneğin Karakullukçu konuyu şöyle algılıyor; “… Ülkeyi bir adım ileriye götürebilecek miyiz, buluşu ürün haline getirip dünyaya duyurabilecek miyiz, konusunun değil, kazançlarını artırmak peşindeler…” Ve çoğumuzun da hislerine tercüman olarak “…Ben bu yaklaşımda olanlara Türkiye’de inşaata yatırım yapsınlar, daha fazla geri dönüşümü olur diyorum” diyerek noktalıyor. Ne acı değil mi. Cebinde parası olan herkesin kontrolsüz “melek” yatırımcı olduğu sözde bir kültür ürettik. Hem gerçek yatırımcılara hem yatırıma ihtiyacı olanlara haksızlık. Sorarım size, uzmanı olmadıkları konularda paralarını büyütürken, hayalleri kim büyütecek?
Karakullukçu, bu yüzden hiçbir yatırımcıyla çalışmayı kabul etmemiş. Zaman kaybediyor olmaktan mutsuz, her an bir rakip çıkacak endişesi ise cabası. Bu arada maddi olarak hayallerine destek olsun diye kadro bulduğu Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksek Okulu’nda görevli. Haftanın iki günü Gümüşhane’de, 18 saat ders veriyor. Diğer günler İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde.
Güzel şeyler de oluyor tabii. Sohbetimizin üzerinden 2 ay geçti. Proje, İngiltere Royal Academy tarafından Newton Fund bursu kazandı. Kısa bir eğitim aldı, 6 ay boyunca Royal Academy mentörüyle çalışacak. Cihaz üzerindeki çalışma tamamlandığında, lisans satışı için kendisini ABD ve İngiltere’de ilgilenen büyük firmalar ile görüştüreceklerini söylüyor. Patent başvurusu için Provisional Patent (ABD) tercih etmiş.
Büyük düşünen Türkiye’nin, kavrayıcı dost bir sisteme; nihayetinde ise büyük düşünen yatırımcıya ihtiyacı var. Ben buna “smart” derim.