My Left Foot (Sol Ayağım) çağdaş sinemanın başyapıtlarından biri. 1989 yapımı. Sol Ayağım, efsanevi yazar, şair ve ressam Christy Brown’ın gerçek yaşam öyküsü. İrlandalı yoksul bir ailede doğan Brown, sadece sol ayağını kontrol edebiliyor ve konuşamıyordu. On yaşına kadar zeka özürlü olarak algılandı. Annesi en büyük destekçisi oldu. Christy sol ayağını kendine verilmiş bir şans olarak gördü, sadece sol ayağını kullanarak yazdığı romanlar ve şiirlerle İrlanda edebiyatının saygın isimleri arasına girdi. Film ise En İyi Erkek Oyuncu (Daniel Day-Lewis) ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Brenda Fricker) Oscar’larının sahibi oldu. Bu edebiyattan ve sinema dünyasından etkileyici bir sol ayak anatomisi. Diğer taraftan baktığınızda bir ayağın nasıl “baş” olabileceğinin de çarpıcı örneği.
1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na gitmek isteyen “sol ayak”lardan bir tanesini tanıyorum. Bizimki de mücadeleci, ayrıca eğitimli, ılımlı, demokrat, ilerici, şakacı, canlı ve genç. Bu değerler onu, “baş” sınıfına sokmaya yetmiyor. O yalnızca bir ayak!
Bizim sol ayak, film çekildiğinde 8 yaşındaymış. Bugün yarı zamanlı çalışmak zorunda olan bir doktora öğrencisi. Fikir işçisi, ama emekçi sayılmıyor. 1 Mayıs’ta sokağa çıkmaya karar verdi. Önlenemez arzusunun temel nedeni hükümetin ve Valiliğin baskıcı tavrıydı. Tabii 1977’de Taksim’de öldürülen arkadaşları anmak ve emekçi-işçilerle dayanışmak da var…
Arkadaşıyla bir gece önce konuşmuş plan yapmışlar: “Olası senaryoları değerlendirdik. En kötü senaryoya göre hazırlığımızı yaptık. Kolayca fark edilmeyecek sadelikte tişört, hızlı koşabilmek için spor ayakkabı, rahat hareket edebilmek için bol kotlarımızı giydik. Yanımıza 50-60 YTL para ve banka kartı aldık. Bir de annelerimiz arar diye eski cep telefonlarını… Ağzımızı gaz bombasına karşı örtmek için bir şeyler alacaktık ama militan damgası yeriz diye vazgeçtik…
Sabah 06:30’da kalktık. Otobüsle Mecidiyeköy’e geldik. Oradan Şişli’ye geçtik. Yol boyu binlerce çevik kuvvet, dozerler, kamyonlar, panzerlerle karşılaştık. 08.30’da Şişli Cami’nin önüne geldik. Çay içip insanların toplanmasını bekledik. Harbiye’de olup bitenlerden haberimiz yoktu. 100-150 kişilik toplanınca “Yaşasın 1 Mayıs” sloganı atmaya başladık ki, polis uyarmadan 5-6 gaz bombası attı üzerimize. Ne olduğunu bile anlamadım, iki gaz bombası ayağımın dibine düştü. Herkes dönüp koşmaya başladı. Apartmana koşanlar oldu, onlara, ‘binalara girmeyin’ diye bağırdım. Önümde koşan kızlar düştü, kaldırmaya çalıştım. Dolmuş duraklarına geldiğimizde gazın etkisi rüzgarla iyice yayılmıştı. Olduğumuz yere çakıldık. Nefes alamıyor, önümüzü göremiyorduk, tişörtlerimizi kafamıza geçirip koştuk. Ölebileceğimi hissettim. Bir benzin istasyonunda soluklandık, su içtik. İki kişi olduğumuz için bize dokunmadılar. Yeniden çıktık Mecidiyeköy köprü altına geldik. Panzerle kovalanan bir grubun arasında kaldık. Polis üzerimize gaz bombası atıp, basınçlı su sıktı. Kuştepe’ye doğru yöneldik, iki gaz bombası daha yedik. Kafamı kaldırdığımda Mecidiyeköy metrosu önünde bekleyen Çevik Kuvvet’i gördüm. Arkadaşıma “bizi öldürecekler” dedim. Gördüğümüz bir arabaya zorla atlayarak Zincirlikuyu’ya geçtik. Bitmedi. Yürüyerek Balmumcu, Barbaros Bulvarı’ndan aşağıya Beşiktaş Evlendirme Dairesi’ne ve Nişantaşı’na çıkmaya çalıştık… Her yer tutulmuş, polis 10 kişi görse gaz bombası atıyor, biz de egsoz dumanlarını görünce gaz bombası sanıp başka sokaklara kaçıyoruz… Sendikaların Taksim’e çelenk bırakmayacağını duyduk. Destek verecektik, ama olmadı. Beşiktaş’a indik. İskelede bir çay içelim kendimize gelelim dedik, çaybahçesini yüzlerce polis doldurmuştu. İçimizden gelmedi.”
İstanbul Valisi Muammer Güler, 1 Mayıs’ta polisin karşısına çıkanların büyük çoğunluğunun işçi olmadığını, polise taşla, sopayla, sapanla, molotof kokteylleri ile saldırdıklarını gördüklerini ifade etti. Başbakan Tayyip Erdoğan, “Nedir polise olan düşmanlık?” diye sordu.
İşte bizden bir sol ayak anatomisi.