Bazı sözcükleri o kadar sık kullanıyoruz ki, kavram olarak ne ifade ettiğini de pek bilmediğimiz için bu sözcükleri niye ve nerede kullandığımızı bir süre sonra unutuyoruz. Türkiye başarılı insan ve şirketlerle dolu. İnanacak olursanız…
Başarı ne demek sizin için?…
Başarının tarifini yapabilir misiniz?
Ayy yine soruyla başlıyor demeyin sakın.
Soruyorum işte, yanıtlayın lütfen.
Bu hafta içinde birkaç yayın kuruluşuyla röportaj yaptım. Bunlardan birinde çalışan muhabir arkadaş sorularını, yanıtlarını bildiğimizi sandığımız ama bilmediğimiz konular üzerinde yoğunlaştırmıştı.
“Başarı nedir” diye sordu.
Güzel ve kolay bir soru aslında… Bir de ilave etti; “Bizde çok başarılı insan var ve başarıya dönük yayın var… Başarıyla aramız nasıl sizce” diye…
Düşünüyorum da başarı bizim için önemli bir kelime. Henüz önemli bir kavram olduğunu söyleyemeyeceğim. İsterdim ama…
Biz Türkler başarıyı çok severiz. Ama unutmayın başarısızlık hikayelerini de çok severiz.
Biz adamı bir anda tepeye çıkartır, sonra bir anda aşağı çekeriz. Hiç sağımız solumuz belli olmaz bizim.
“Başarı” deyince insanın aklına başarılı kabul edilen pek çok isim geliyor. Aslında geldiğini sanıyorsunuz. Sonra aklınıza başarılı isimleri getirmeye çalışıyorsunuz. Ve gelmiyor.
Şimdi ben bu beyin jimnastiğini yaparken siz de yapın. Önce başarılı tanıdık sayısı çokmuş gibi geliyor değil mi… Sonra armudun sapı, üzümün çöpü diye birden sayılarının aslında fazla olmadığını düşünüyorsunuz. Eee o zaman nerede bu kadar başarılı insan?
Sanırım haber yaratma kaygısı yaşayan günlük gazete ve televizyon programlarında bu insanlar.
Başarılıyım çünkü
Dikkat ettiniz mi bir kişi başarılı çünkü o başarılı olduğunu iddia ediyor. Aynı mantık bir şirketin de başarılı olduğunu söylüyor çünkü o şirket de başarılı olduğunu iddia ediyor.
Bu arada beyanlar kontrole tabi tutulmuyor. “Başarılı olduklarını söylüyorlarsa başarılıdırlar” mantığı çalışıyor.
Başarılı çünkü bir şirketin genel müdürü.
Başarılı çünkü şirket şu kadar bin dolar ya da milyon dolar ihracat yapıyor.
Başarılı çünkü şu kadar insan çalıştırıyor.
Başarılı çünkü kocaman bir evi var.
Başarılı çünkü…
Başarılarımız genellikle elle tutulur gözle görülür şeyler olmak zorunda. Görünmeyen şeye inanmıyoruz. Örneğin bizim başarı kriterlerimizden biri büyük hanlar hamamlar, güzel ve son model arabalar, en son moda giysiler… Bunlar varsa başarılısınız. Parmaklarınızı pırlantalar süslüyor, çanta ya da ayakkabınız bir marka ise başarılı olabilme şansınız artıyor.
Başarılı ile ilgili hayalimiz maddi olanaklar ölçüsünde ilerliyor ya da geriliyor.
Dikkatinizi çekmiş olmalı, bir günde başarılı olabilir ertesi gün başarısız olabilirsiniz. Aman ha, dikkat, burası Türkiye.
Başarı tanımımızla ilgili bir özellik daha var o da süregelen, süre giden bir anlayışın bulunmaması. Altı ay önce başarılı olabilir, altı ay sonra başarısız sayılabilirsiniz. İşleriniz bozulmuştur başarısız olabilirsiniz. Ama kimse de çıkıp sizin kendinizi başarılı ilan ettiğiniz gün temel göstergelerin altında ne yattığını sorgulamamış dolayısıyla siz beyan ettiğiniz için başarılı olmuşsunuzdur.
Yeter artık bu kadar tanım didiklemesi. Dönelim gerçeklere…
Midem bulanıyor
Yukarıda sıraladığım her şey sevgili okurlar, midemi bulandırıyor. Çevremde gördüğüm sözde başarılar midemi bulandırıyor. Orada burada okuduğum başarılı ihracatlar, başarılı üretimler içimi fena yapıyor.
Sıkıldım bütün bunlardan. Sıkıldım hep aynı muhabbetten. Körler sağırlar birbirini ağırlar. Siz bize gelin, biz size gelelim… Nasılsınız Ayşe Hanım, siz nasılsınız Emine Hanım…
Gelin bazı tanımları gözden geçirelim.
Ben yapacağım siz de isterseniz yapabilirsiniz.
Benim başarı kavramım, yedikten sonra kaymaklı ekmek kadayıfı yemiş hissi yaratmıyor. Damaklarım birbirine yapışmıyor, içim bir tuhaf olmuyor. Oracıkta çıkaracakmışım gibi hissetmiyorum.
Başarı deyince ne anlıyorum biliyor musunuz, katma değer anlıyorum ben. Ben başarılı olmuşum da ne olmuş. Herkes başarılı olabiliyor. Kime ne faydası var benim başarımın? Ne üretiyorum ne satıyorum, sattığımla kime ne hayır sağlıyorum, hizmetimle hangi dağları deviriyorum?
Başarılı olmuşum arabamı değiştirmişim, bir model daha iyisi altımda artık… Eee ne olmuş yani.
Başarılı olmuşum evimi değiştirmişim daha iyi bir semtteyim… Güzel ama ne olmuş yani…
Başarı ve benzeri kavramlarla barışalım. Bireysel olsunlar her şey toplumsal olmak zorunda değil. Ama bir zahmet kişiye faydalı olsunlar. İnsanın kendisine hayrı dokunmaz ise başka kimseye de dokunmuyor. Ben onun için bencilliği çok severim. Önce kendine hayrın dokunacak, kendini besleyeceksin donatacaksın, onların hepsi yol, su, elektrik gibi geri dönecek.
Küçük bir not, yazıda geçen “besleyeceksin” ve “donatacaksın” gibi sözcüklerin kelime anlamı Türk Dil Kurumunca hazırlanmış sözlük karşılığı değil. Artık bunu biliyor olmalısınız.
İlk 500, en büyük, en çok
Başarı deyince ben ne anladığımı bir süredir en başarılı şirketler üzerinden ifade etmeye çalışıyorum. Biliyorsunuz her ülkede ilk 100 şirket, ilk 500 şirket arasına girmek önemlidir. Bir kriter olarak saygı duymak gerekir. Bu kriter yakın zamana kadar yaptığınız ciro ve karınızdı.
Çok iyi hatırlatırım, yıllar önce Türkiye’nin iki büyük dev holdingi birbirleriyle kıyasıya yarışır, her yıl ikisi de “ben birinciyim” derdi. Sonra siz gider tepe yöneticilerine sorardınız. Onlar da bir zaman sonra enteresan açıklamalar da bulunmaya başlamışlardı. Onunkisi ciro bizimkisi kar….
Bu tür kriterlerin giderek daha enteresan olduğunu düşünüyorum. Uzun yıllar önce ekonomik göstergeleri endekslediğimiz Fortune 500 kendisini çoktan yeniledi.
Fortune 500 içine girmek tabii ki eskisi kadar prestijli. Ama Fortune Dergisi artık büyük şirketleri sıralamakla kalmıyor. Fortune 500 çalışması en güzel, en rahat, en beğenilen şirketleri de sıralıyor.
Artık bir şeyler değişmeli. En iyi ofis mekanları en büyük ihracatın yanına başka kriterler eklemeliyiz.
Fortune Avrupa sayısı, çalışmak için en iyi on şirketi sıralamış. Listeye girenler Bacardi Martini, Ferrari, Grundofos, H and M, Intel, Lafarge, Mondragon, Nestle, Schering, Unes…
Nestle’de çalışanlar, başka bir şirkette daha iyi ve daha çok kazanabileceklerini ama Nestle’de çalışmayı tercih ettiklerini, dünyayı doyurduklarını söylüyorlar. Bacardi Martini çalışanları bir aile firmasında çalışmaktan gurur duyduklarını çünkü kalite ürettiklerini söylüyorlar. Intel çalışanları firmanın Avrupa topraklarına farklılığı getirdiğini iddia ediyor; “Burada kimsenin özel park yeri, özel yemek odaları yoktur, herkesin odası eşittir” diyorlar. H and M’de çalışanlar birbirlerine ilk isimleriyle hitap ediyorlar. Bay, bayan ve sayınları kaldırmışlar.
Mondragon’da tepe yöneticinin aldığı ücret işe ilk giriş ücretinin en fazla sekiz katı olabiliyor. Çalışanlar şirket yönetim kurulu başkanını seçiyor.
Başarının farkı
Başarılı olmak eskisi gibi sözlükteki yerini alıyor. Daha çok uzun yıllar alacak. Aslına bakarsanız hiçbir zaman yok olmayacak. Başarıya olan aşkımız ona olan tutkumuz bitmeyecek, ama onu nasıl tanımladığımız değişecek. Aslında çoktan değişti. Değişmeyenler bir an önce değiştirmeliler.
Ferrari’nin üretildiği fabrika biraz değişik. Siz de okumuşsunuzdur, otomotivde başarılarıyla ünlü Amerikan ve Japon markalarında üretimde her çalışan son derece hızlı hareket eder. Herkesin önüne gelen otomobilde yapacağı iş ortalama 90 saniye içinde tamamlanır, sonra diğer çalışan otomobilde 90 saniyelik bir başka operasyon yapar.
Ferrari’de otomobiller her takımın önünde 90 dakika kalıyor.
Bir yönetici kendilerini Vatikan’da çalışıyormuş gibi hissettiklerini söylüyor. Fortune ekibi fabrikayı gezdiği gün, çalışanlar grevdeymiş. İşçilerin dörtte biri o gün işe gelmemiş. Her gün 19 otomobil üretilirken, o gün yalnızca 5 Ferrari üretilebilmiş.
Bu arada işi yavaşlatma konusunun nedeni çalışma şartlarıyla ilgili değil. Ferrari’de çalışan 2 bin 5 yüz kişi halinden çok memnun. Nasıl olmasın, çok güzel bir spor merkezleri, şık bir kafeterya, her yıl bedava sağlık kontrolü, yeni eğitim merkezi, evden yürütülebilecek kişisel gelişim programlarına sahipler.
H and M üretiminin önemli bölümünü Türkiye’de yaptırıyor. Toplam 840 mağazası olan Avrupa’nın 13 ülkesinde bulunan bir giyim zinciri. Her yıl 90 yeni mağaza açıyorlar. İşe ilk giriş ücreti bin 4 yüz dolar. Rakipler de aynı ücreti veriyor. Ama kimse yer değiştirmiyor.
Şirkette herkes herkese ilk ismiyle hitap ediyor, mesafeler kalkmış. Yöneticiler first class uçmuyor. Herkes ekonomide. Kartvizitlerinde sıfatlar yazmıyor. Herkes yalnızca H and M ve ismiyle kartlarında yer alıyor.
On sorundan yedisi çözülüyor
Intel’ın Avrupa merkezi İrlanda’da. Amerika dışındaki en büyük üretim merkezi. 3 bin 5 yüz kişi fabrikada çalışıyor. Bin kişi de Intel’e bağlı kuruluşlarda dışarıdan iş yapıyor. Gelecek yıl Intel, İrlanda ekonomisine 5 milyar dolarlık yatırım yapmış olacak.
Intel çalışanları hayatlarından çok memnun. Kendilerini geliştirebildiklerine inanıyorlar. Üstelik eğitim masrafları tamamen şirket tarafından karşılanıyor.
Firmanın demokratik bir atmosfere sahip olduğunu düşünüyor tüm çalışanlar. İletişim hızlı ve etkin. Sorunu olanlar sorunlarının çözülebildiğini düşünüyor. Her on sorundan en az yedisinde uzlaşılabildiğini çalışanlar söylüyor. Herkes düşüncelerini ifade etmeye özendiriliyor, hiçbir yönetici kapalı kapılar ardında çalışmıyor.
Esnek çalışma koşulları özendiriliyor. Çocuklarına ya da başka işlere zaman ayırmak isteyenlere değişik çalışma şartları sunulabiliyor. Çalışanlar şirket hissedarı oldukları için şirketin borsa değerindeki iniş ve çıkışlarla en az yönetim kadar ilgileniyorlar.
Lafarge dünyanın en büyük çimento üreticisi. Toplam 46 ülkede, 133 çimento fabrikası işletiyorlar. Çalışanların çoğu şirketin hissedarı. 2002’de çalışanlara yüzde 60 oranda subvanse edilmiş hisse senedi satışı yapılmış. Eğitim şirketin en önemli özelliklerinden biri. Yöneticilerin eğitimi yakından takip etmeleri bekleniyor.
Firmada üç sendika faaliyet gösteriyor. Sendikaların yönetimle arasındaki ilişki dostça.
Bacardi Martini’de hayat 24 saat. Çünkü üretim 24 saat devam ediyor. Çalışanlara hoş bir ortam yaratmak için 24 saat açık ve lüks kafeterya yaratılmış. Yenen içilen her şey bedava. Şirket Dünya Kupası’nı çalışma ortamından izlenebilecek hale getirmiş. Çalışanlar bu uygulamaya bayılmış, 550 kişinin çalıştığı fabrikada başta yönetim kurulu başkanının müdavimi olduğu bir spor merkezi hizmet veriyor. Başkanın ofisi camekan. Herkes onu görebiliyor, dileyen kapıyı çalıp içeri giriyor. Başkan öğle yemeklerini çalışanlarla yiyor. Her öğlen değişik kişilerle aynı masaya oturmaya özen gösteriyor.
Neden olmasın politikası
Nestle’de İngilizce de Fransızca da konuşuluyor. Ama toplantılarda kim hangi dili konuşmak istiyorsa, hangi dilde kendisini rahat hissediyorsa onu kullanıyor. Nestle dünyanın en büyük gıda firması. 84 ülkede faaliyet gösteriyor. 237 bin çalışanı var. Yönetim kurulunun dokuz üyesinden yalnızca biri İsviçre vatandaşı. Diğerleri dünya vatandaşı denebilir. Dokuzu da tüm kariyerlerine Nestle’de geçirmiş kişiler. Bu arada Nestle’de dilediğin gibi değil şirket kurallarına göre giyiniyorsun. Ama “neden olmasın” politikası çerçevesinde ‘başka fikirler de neden benimsenmesin’ diye düşünenler çoğunlukta.
Bu arada ABD’de işten çıkarılmak zorunda kalınan pek çok kişi yeniden işe alınmış.
Schering bir ilaç firması. Kanser ve kalp ilaçlarıyla ünlü. Bilim yuvası hali var ama bilimi biraz eğlenceli hale getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Şirkette çalışan bilim ve teknik adamlar kendilerini ayırmak zorunda kalan giysiler giymeye zorlanmıyorlar.
Herkes eşit. Toplantılarda da öyle. Yönetim kurulu başkanı olmak bir fikri kabul ettirmeye yetmiyor. “Burada önemli olan tartışmaktır” deniyor. En son üretime açılan bölümde 950 çalışan iki gün boyunca makinelerin nereye konursa daha rahat çalışma ortamı yaratılabileceğini tartışmış.
Şirkette iş değiştirmek büyük bir olay değil. Kariyerini farklı bir departmanda sürdürmek istersen, bu rahatlıkla sağlanabiliyor, üstelik teşvik de edilebiliyor. Çalışanlara spor salonu, otoparkın üzerindeki iki kata kurulmuş çocuk yuvası çalışanları memnun etmek için yapılanlardan birkaçı.
Grudfos su pompaları üretiyor. Çalışanlara sorduğunuzda, “bu iş yerinde kilit kelime özgürlüktür” diyorlar. Esnek çalışma teşvik ediliyor. İş yerinde engellilere özen gösteriliyor.
Şirkette çalışan 4 bin yüz kişinin yüzü engelli. Engelliler için özel üretim bölümleri yapılmış. Şirket ruh sağlığı bozuk olanlara istihdam olanağı sağlayabiliyor. Göçmenler için özel çalışma koşulları geliştirilmiş. Buna göre göçmen dili öğrenebilmek için eğitim de alabileceği part time çalışma ortamına sahip. 1975 yılında kurulan bir vakıf sayesinde gönüllü çalışmalar yapılıyor. Şirket hisselerinin büyük bölümü bu vakfa devredilmiş. Geri kalan şirket çalışanlarına satılmış. Çalışanlara spor salonu, ahşap işleri yapabilecekleri atölye, atış talimi yapabilecekleri özel mekanlar yaratılmış.
Değişik fikirlere hoşgörü
Unes bir İtalyan süpermarketi. Şirkette dört ilke var. İlki çalışanları ve müşteriyi sev. İkincisi, geleceğe umutla bak. Üçüncüsü, değişik fikirlere hoşgörüyle yaklaş. Dördüncüsü, iyi olmayan şeylere tahammül et. Unes’de insan kaynakları müdürü bir psikolog. Herkes halinden memnun.
Mondragon bir İspanyol şirketi. Aslında kooperatif demek daha mı doğru olur? Kooperatifler çatısı altında üç üretim merkezi var. Finans grubunda banka ve sigorta şirketi var. Üretimde otomotiv, elektrik, makine parçaları ile ev aletleri ve bisiklet üretiliyor. Üçüncü grup dağıtım. Kooperatif olduğu için midir acaba, fena halde demokratik.
Yönetim kurulu başkanını seçecek yönetim kurulu çalışanlar tarafından seçiliyor. Bu yüzden çalışan ile yönetim arasında bugüne kadar bir sorun yaşanmamış. Herhangi bir kriz anında işçi çıkarmak zorunda kalındığında üretim yeri kapatılmış ama çalışanlar diğer şirketlere aktarılmış.
İşte size birkaç örnek. Üstelik yer az, zaman dar diye topu topu birkaç farklı uygulamadan söz ettim.
Sizde bunlardan hangileri var?
Hangilerinin olmasını isterdiniz?
Siz yöneticinizi seçebiliyor musunuz?
İşyerinde yuva var mı?
Spor yapabiliyor musunuz?
Çat kapı yöneticinin odasına gidebiliyor musunuz?
Kriz zamanlarında korkusuzca çalışmaya devam edebiliyor musunuz?
Son soru; sizin için başarı ne anlama geliyor?