Her gün gazeteyi açtığımda bir AB haberi mutlaka okuyorum. Avrupalı sütü böyle sever, suyu şu kadar içer, brokoli yemez, Brüksel lahanasına bayılır… Vay vay vay!…
AB ve Avrupalı olmakla ilgili yazı yazmayanları dövüyorlarmış. Korku bu ya, ben de AB yazayım dedim. Benim yazacağım Avrupa olsa olsa çalışma hayatına ilişkin olacak. Biz kendi sosyal güvenliğimiz, çalışma hayatımız, ücret yapımıza ilişkin o kadar az merak duyarken AB çalışma koşullarını yazmak akıllıca mı bilemem… Korkunun ecele faydası yok, buyrun…
Heidelberg, Max Weber’in “The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism” başlıklı tezini yazdığı şehir. Almanya’nın en eski üniversitesine ev sahipliği yapıyor. Bioteknolojide söz sahibi. Ülkenin gelecek vaadeden 6’ncı şehri(ydi). Ne yazık ki, iş hayatı eskisi gibi değil, işsizlik yüzde 9. Çalışanlar geçen yıla göre çok daha fazla çalıştıklarını ekstra ücret almadıklarını, işlerini kaybetmemek için uzun saatler çalışmaya razı olduklarını söylüyorlar.
Alman bir girişimci “www.jobdumping.de” diye bir internet sitesi hazırladı. İş borsası gibi bir şey. Çalışan borsada değer buluyor. İş arayanlar, foruma girip hayvan bakıcılığından muhasebeye kadar yeteneklerini ortaya döküp talep ettikleri en düşük maaşı beyan ediyorlar. Bu borsada rakam yükselmiyor düşüyor, çünkü aynı işi daha ucuza yapacak biri mutlaka bulunuyor. Site ahlaka aykırı dendi, esir pazarına benzetildi. Sendikalar hop oturup hop kalktı. Sitenin kısa zamanda 10 binden fazla kullanıcısı oluştu.
Fransa ve Almanya’da esnek çalışma eğilimi İngiltere’yi bile geçti. Fransa’da Başbakan Dominique de Villepin, geçen ay işçi çıkarmayı kolaylaştırıp ucuzlatan iki yıllık bir düzenlemeyi yürürlüğe koydu. Fransa, Almanya, İtalya ve Hollanda’da işçilerin yüzde 12-15 arası dönemsel kısa vadeli sözleşmelerle çalıştırılıyor.
Almanya’da, seçim arifesinde işçiler Hamburg Iveco kamyon fabrikası önünde gösteri yapıp çalışma saatlerini artıran yerel otomobil bayilerini şikayet etti. Bir Allah’ın kulu da dönüp bakmadı. Ne yerel ne ulusal medya ilgilendi. Oysa yakın zamana kadar, Alman şirketleri işçiyi işyerinde bir dakika uzun tutacak olsa, kendini protesto fırtınasının içinde bulurdu.
Fransa, genç işsizlik oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri. Geçtiğimiz Temmuz ayında oran yüzde 22’yi geçiyordu. Yapılan bir araştırmaya göre Fransa’da işletmelerin yüzde 45’i personel açığını doldurmaya çalışıyor, fakat uygun aday bulamamaktan şikayet ediyor. İşsizlerin düşük maaşlı işlerde çalışmak yerine iş reddetme eğiliminde oldukları belirtiliyor.
İngiltere çalışma yasa ve koşullarıyla AB içinde ayrık otu. İşe alım ve işten çıkarma kolay, çalışma saatleri uzun. Uzun çalışma saatlerinin ekonomik başarının bir koşulu/göstergesi değil, iyi organize edilememiş yorgun ve verimsiz iş gücünün fotoğrafı olduğunu söyleyenler de var. Yaklaşık 3.6 milyon İngiliz haftada 48 saatten daha fazla çalışıyor.
Siemens, Volkswagen gibi otomotiv devleri yine işçi çıkaracaklarını duyuruyorlar. Ben bu yıl kaçıncı duyuru olduğunu takip edemedim. Çalışma saatlerini ek ücret artışı olmadan 40 saate çıkaran Alman firmaları olduğu da gözleniyor.
Fransa Maliye Bakanı, büyümek için çalışmak gerektiğini söyledi. Anlaşılan sosyal kıta, sosyal güvenlik sistemine tutsak oldu. Kimilerine göre, en büyük hata çalışmayanı güvenlik ağına almak. Birçok Avrupa ülkesinde yüzde 10’dan yüksek olan işsizliğin, iş bulamamaktan kaynaklanmadığını, insanların kendilerini çalışmak zorunda hissetmedikleri için çalışmadıklarını iddia edenler de var.
Alman seçimlerinde sol parti, işsizlik sorununa sosyal ve acısız bir çözüm getireceğini vaad ederek oy istedi. İşsizliğin yüzde 18’lere ulaştığı Doğu Almanya’da her dört oydan biri sol partiye gitti. Gözlemciler, vaadleri bir tarafa bırakıp, Schröder’in Sosyal Demokrat Partisi ile Angela Merkel’in Avrupa Demokratik Birliği koalisyona gittiğinde en çok zarar görecek kesimin, işgücü olacağına işaret ediyorlar.
Özetle, Avrupa en iyi dönemde bile çok az yeni iş yaratabildi. Grafiklerde, AB’deki işsizlik sonu görünmeyen bir merdivene benziyor. Eskiden işsizlik kömür madeninde çalışanları ya da çelik işçilerini etkilerdi. Şimdi bankacıları da, öğretmenleri de sanatçıları da etkiliyor.
Müzakerelere başladığımız Avrupa’nın bir fotoğrafı da işte bu. Nereden bakarsanız farklı duruyor değil mi… Kimi yalnızca Paris’teki moda evlerini görüyor. Kimi, “Arkadaşım Tony…” diyor da başka bir şey demiyor… Kimi sanıyor ki bu pazartesi Avrupalı şirketler sıra sıra kapımızda olacak… “Hazmetme kapasitesi” hepimizde gaz yaptı. Kimi memnun, kimi değil. Taviz verildi memleket satıldı diyenler de var…
Ama geçti bunlar artık. Şimdi o müzakere masasında oturabilmenin bir tek şartı var. AB’yi iyi bilmek. Ders çalışma zamanı. Zil çaldı, koşun!