Susmak mı konuşmak mı?

Nerede ne konuşmamız gerektiğini, nerede susup nerede başlamak gerektiğini çoğu zaman bilemiyoruz. Bir tek sözcükle bir çuval inciri berbat ediyor ya da dünyaları fethedebiliyoruz. Bildiğimizden değil, bu işi doğaçlama kıvırmaya çalışıyoruz.

Hep konuşuyoruz… Bazen boş, bazen de hoş konuşuyoruz. Biz, bu eylemi, kendimizi bildiğimizden beri yapıyoruz. Bu yüzden olsa gerek, konuşmayı çok iyi bildiğimizi sanıyoruz. Çok bildiğimiz için çok yanılıyoruz. Güvenimiz tavan yaparken bazen tabanı görebiliyoruz. Neden böyle oluyor?

En temel gereksinimlerimizden biri kendimizi ifade edebilmek. Fiziki bir engelimiz yoksa kendimizi en iyi ifade edebildiğimiz yöntem konuşmak. Bu çok bildik, sürekli kullandığımız yöntem hakkında pek konuşmayız. Sanırım üstüne düşünmediğimiz için. Konuşmak ya da susmak çocukken öğrenilen bir şey olduğu için kendimizi doğanın kollarına bırakırız…

Her coğrafyanın kendine özgü alışkanlıkları var tabii.  Bizim coğrafyada  hakim olan kültürde, “Sus, sen konuşma”, “ Kapa çeneni…”.. kes sesini”, “Gelirsem fena yaparım o ne biçim söz öyle!” “Öyle şey söylenir mi hiç, ne ayıp…” gibi  lakırdılar yaygın. Bizler, önce doğduğumuz evlerde,  sonra eğitim sisteminde sormaya değil, kabul etmeye; konuşmaya değil susmaya, farklı olmaya değil kabullenmeye, cesaret göstermeye değil korkmaya zorlanıyoruz.

Çocukların bildiklerini bile söyleyemedikleri, bilseler de parmak kaldırmaya cesaret edemedikleri sınıflardan çıkıp da, iş hayatında değişmelerini beklemek mümkün olmasa gerek. Bazen de, tam tersi söz konusu oluyor! Bastırılmış, susturulmuş benlikler, yaş ilerleyince patlama yaşıyor. Ve ne talihsizdir ki, üzerine bir de teknoloji eklenince facia geliyorum diyor! Karşısında gözlerinin içine bakarak konuşacak kimsesi olmayan, “sanal” konuşmalarında  cesaret patlaması yaşıyor. Türkiye’de her gün konuşmak fiili nedeniyle kan gövdeyi götürüyor.

Susmak ve konuşmak… Yönetim alanında ciddi olarak ele alınan bir konu. Başarının temel taşı! Öğrenilebilir mi? Şüpheniz olmasın.

Yıllardır bu işin içindeyim… Gördüm ki, eğitimliler kolay ve hızlı öğreniyor. İçselleştirmekten söz etmiyorum… İş dünyası bu anlamda şanslı, bir cila ile ciddi sorunlar giderilebiliyor. Toplumun her kesimi için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Siyaset ise klasman dışı!

Diğer yandan güzel konuşmakla bitmiyor iş, aslında tam orada başlıyor. Konuşmalarımıza içerik gerekiyor. En zoru da bu! İçerik bilgi demek. Bilgiyi hedef kitleye uygun kullanmak gerek. Kime konuştuğunuzu bileceksiniz, neden konuştuğunuzu bileceksiniz, ne zaman konuşacağınızı bileceksiniz…

Konuşmaktansa, susup otursak mı demeyin…  Püf noktalarını kapınca gerisi kolay… Kaldı ki, susmak da çözüm değil, mecbur kalabilirsiniz konuşmaya.

Araştırmalar işyerlerinde çalışanların  çoğunluğunun susmayı tercih ettiklerini; çoğu çalışanın üstleriyle, astlarıyla ya da kendi ayarlarıyla meydana gelen anlaşmazlıklarda “değmez şimdi huzur bozmaya” diyerek konuşmama yolunu benimsediklerini gösteriyor. Susmak en çok da ekonomik kriz ortamlarında, kapının önüne konma korkusu yaşayanlarda gözleniyor.

Şirketiniz susuyorsa, düşünün, bir problem olabilir. Şirketiniz konuşuyor, konuşuyor, konuşuyorsa da yanlış giden bir şeylerden şüphelenmenizde fayda var… Yapılan araştırmalar susan şirketlerin ciddi hastalık işaretleri verdiğini, çok konuşanların da iletişimde yapılan kazalarla başının beladan kurtulmadığını gösteriyor.

Susmak dış görüntü itibarıyla çoğu zaman ağır başlılık, mütevazı olmak, doymuşlukla özdeşleştirilir. Bu yargı, çoğu durumda doğru da olabilir. Her susmanın iyi ve takdir gören bir meziyet olmadığı kanaatindeyim.

Bazısının derdi de susamamak. Aklına geleni söyler, bunun dürüstlük olduğunu sanır. Cazibe merkezi olduğunu düşünür. İçini boşaltır, öfkesini kusar… Genellikle tek bir şikayeti olur; “anlaşılamamak”. Çok konuşanlar kendilerini genellikle ateşlerde bulur, sonra da “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diyerek böbürlenirler…

Yönetici, konuşmasını da susmasını da, nerede konuşacağını nerede susacağını, ne kadar konuşacağını, hangi kelimelerle konuşacağını, niye konuşacağını, konuştuğunda ne alıp ne vereceğini hesap etmek zorunda. Yalnızca kendisi mi konuşacak? Yok… Yönetecek diyelim.

Şirketlerin tepesinde ya da üst kademelerinde konuşmayı çok sevenler olduğunu hepimiz biliyor ve görüyoruz. Bazılarının, sonunun iyi gelmediğini de izliyoruz. Unutmayın, olur olmaz konuşan ya da hemen her fırsatı değerlendirip, aslında hiç de fena konuşmayan herkesin sonu çok iyi bitmiyor.

Konuşmak ve konuşan organizasyonlar yaratmak bir meziyet ancak söylenecekleri, en uygun zamanda dile getirmek, bilgiyle konuşmak bir başka meziyet. Ve asıl meziyet, konuştuğunuzun ölçülebilir olması.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir