Dün Reuters Londra’dan “Türkiye’de ne oluyor?” diye aradılar. “Biz bir iletişim kuruluşuyuz, sanırım siz bizim müşterilerimizle yerli ve/veya yabancı iş ortaklarımızla konuşsanız daha iyi olur” dedim. Anlaşıldı ki bizi, portföyümüzdeki çokuluslu firmalardan yola çıkarak aramışlar. Muhabir konuyu kavradıktan sonra gazetecilik içgüdüsü ve telaşıyla “Bu sohbeti boş geçmeyeyim” diye düşünmüş olacak… “Ben yine size de sorayım…” diye üsteledi; ”Orada ne oluyor? İş kaybı var mı? Korkuyor musunuz? Yabancılar yatırımlarını keser mi? Türkiye’nin geleceği ne olur?”
Koyun can derdinde, kasap et derdinde misali… Ama empati kurmaya çalışıyorum bir yandan da. Anlaması güç! Ben başlayınca söze; “Burada korkacak bir şey yok… Aslında güzel şeyler oluyor. Olaylara sizin gördüğünüz gibi bakmayın… Evet, şiddet ve bunun acısını çekenler, tutuklanan, yaralanan ve ölenler için kan ağlıyoruz… Ama burada başka bir şey oluyor” dedim ve sözümü kesti; “Ama iş kaybolursa…”
Anlayacağı kelimeleri özenle seçtiğimi düşünüyorum; “Tabii iş kaybı var, rezervasyonları iptal olan oteller, iş yapamayan taksiciler ve bölgedeki esnafın iş kaybı var… Ama biz pozitif taraftan bakmak zorundayız. Bunlar telafi olabilir. Canlar telafi olmuyor ve siz gerçekten Taksim’de ne olduğunu anlamak zorundasınız! Taksim neden farklı? Türk hükümeti neden eleştiriliyor? Gençler, onlarla eyleme katılan anneleri ve anneanneleri, sevgilileri, karakol önünde bekleyen babalar neden çocuklarını alkışlıyorlar… Ve siz, Batı’da ya da Doğu’dakiler (!) dünyayı biraz daha farklı algılamalı, içselleştirmelisiniz. Ezber bozuluyor, ezber…”
Kibarca vedalaştık çünkü haber değeri bir sözüm yoktu… Bilgi alışverişimiz sohbete dönüştü, yazın Türkiye’ye gelmek istediğini söyledi… “Mutlaka gelmelisin” dedim ve YASED’i (Yabancı Sermaye Derneği) bilgi edinmesi için adres olarak işaret ettim.
Aslında bir cümle daha söylemek istiyordum.
Ben de yanılmışım. Benim de ezberimin bozulmaya ihtiyacı varmış! 16. ekonomi diye böbürlenen hükümetin üstten bakışı altında çok ama çok eziliyordum. Cebimiz şişerken yüreklerimizin boşaldığını düşünüyordum. Meğer yüreklerimizde de biriktiriyormuşuz. Biz biriktirmiş ve çocuklarımıza da geçirmişiz.
A-normale alışanlarla tozlu normalde kalanların savaşı bu
Bugün sizinle yine bir yazı paylaşmak istiyorum. Uzun yıllar Türkiye’de muhabirlik yapmış bir gazeteci; James Dorsey. Son yıllarda Ortadoğu’da tanınmış bir futbol yorumcusu ve fenomen blogger olarak dikkat çekiyor. James M. Dorsey S. Rajaratnam School of International Studies’de “senior fellow” olarak akademik çalışma yürütüyor. Würzburg Üniversitesi’nde “Institute of Fan Culture” (özellikle tercümesini koymuyorum) Direktörü. The Turbulent World of Middle East Soccer bloğunun yazarı. Bu blog Ortadoğu’yu futbol üzerinden anlatıyor. Çok kişi tarafından izleniyor. Dorsey aynı zamanda İndeks Konuşmacı Ajansı’nın üyesi. Aramıza yeni katıldı. Popüler deyimle “soft openning” yapmış olalım.
Dorsey’in Taksim’i anlattığı yazısını ezber bozmak adına paylaşıyorum.
http://mideastsoccer.blogspot.sg/2013/06/tahrirs-lesson-for-taksim-police.html