Turizm Mısır Değil ki Patlasın

Başaran Ulusoy, Türkiye Seyahat Acenteleri TÜRSAB, Türkiye Turing Otomobil Kurum Başkanı, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı,  Kuşadası Kongre Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı… Hayatı turizm. Pek çok konuya samimi olarak yanıt verdi. Türkiye’de turizmin artık hak ettiği parayı aldığını, geçmişte hatalar yapıldığını, Türk turistin küstürüldüğünü, turizmin mısır olmadığını ve patlamayacağını, kendisinin de bir dahaki dönemde aday olmayacağını anlattı.

Yaprak Özer: Bütün hayatınız turizm. Yani turizmle yatıp turizmle kalkmışsınız, doğru mudur?

Başaran Ulusoy: Doğru tabi 1900’lü yıllarda dedem nakliyeciliğe başlıyor. O zaman Of’ta köprü yok, karşıdan karşıya sal ile yapıyor yani insan nakliyesi, sonra tur nakliyesi, öyle başlıyor. 1935-38’li yıllarda rahmetli babam bir Ford kamyon alıyor ve onunla başlıyor. Yine insan taşımacılığı, yük taşımacılığı derken aile işletmeci oluyor. Gelişen Türkiye’de nakliyecilikte hizmete başlıyorsunuz. Hizmet sektörüne geçiyorsunuz. Orada turizmle ben başladım.

Y.Ö.: 1968 yılında kısa sayılacak bir nakliye ve inşaat faaliyetiniz var. Bir giriş ve hızlı bir çıkış. Sonra neden turizm?

Başaran Ulusoy: Evet aile devam etti fakat ben biraz daha değişik konulara geçmek istedim. Turizm hoşuma gitti; insanları gezdirmek, insanları mutlu etmek güzeldi.

Y.Ö.: Turizmin nesi hoşunuza gitti? Aile boyu nakliyeci olup taşımaktan vazgeçip turizme geçmeniz için bir şey keşfetmiş olmalısınız. Anlatır mısınız?

Başaran Ulusoy: Üniversiteyi okurken Yalçın Keresteci’yle çalıştım, sonra onun firmasını satın aldım. Türkiye’nin ilk seyahat acentesi TÜRHOL, Türkiye ve Hollandalılarla kurulmuş olan bir firmaydı. Seyahate gittik; gördüm ki hizmette herkes birbirine gülüyor, birbiriyle sıcak ilişkiler içinde… İnsan ilişkilerine de çok önem verdiğim için “bu yol benim yolum” dedim. Böylece o kaynaşma hoşuma gitti. Akşam üstü beraber oluyorsunuz, ertesi sabah beraber paylaşıyorsunuz, aynı otobüste birbirinize hikaye anlatıyorsunuz, fıkra anlatıyorsunuz. Hoşuma gitti ve böyle devam ettim.

Y.Ö.: Aile ne dedi?

Başaran Ulusoy: Aile karışmadı çünkü bizde işte biraz hürriyet serbestliği var. Dolayısıyla herkes kendi yoluna gitti, ben de aileden ayrıldım kendi işimi kendim kurdum. Manevi desteklerini çok aldık. Soyadı olarak aldık. Soyadı geniş bir aile.

Çok geniş bir aileyiz. Zaman zaman 3-4 sene göremediğimiz yeni doğanlar oluyor çünkü hemen hemen 1000 kişiye yaklaştık.

Y.Ö.: Müthiş bir zenginlik olsa gerek.

Başaran Ulusoy: Evet zenginlik. Renk zenginliği var, gönül zenginliği var… Kimi Fenerbahçe’yi tutuyor, kimileri Galatasaray’ı tutuyor, kimi Trabzon’u tutuyor. Tatlı oluyor. Hala köyden gelen, dedemden gelen o aile birliğinin devamı var.

Y.Ö.: Buluşabiliyor musunuz?

Başaran Ulusoy: Buluşabiliyoruz tabi, özellikle aile kabristanı köyde olduğu için… Allah uzun ömür versin, büyük amcalarım 80-90’a yaklaştılar ama dinçler, hala çalışıyorlar. Bir insan kaç öğün yemek yer? 3 öğün yemek yer.  Biz de ondan fazlasını yemediğimize göre, bu ülkede kazandık, bu ülkede marka olduk, bu ülkede geliştik. İşte biz KDV’sini ödüyoruz. Sivil toplum örgütlerinde, meslek kuruluşlarında…

Y.Ö.: O da KDV’si mi oluyor?

Başaran Ulusoy: KDV’si oluyor. Başkası mutlu olduğunda mutlu olabiliyorum. Başkasını memnun ettiğimiz zaman memnun olabilen bir aile pozisyonumuz var. Ben daha fazla cemiyet hayatında bulundum. 70’li yıllardan evvel Trabzon Lisesi’nde talebe birliğinde görev yaptım, Trabzonlular Cemiyeti’nde başkanlık yaptım.

Y.Ö.: Bir sosyal tarafınız mutlaka var.

Başaran Ulusoy: Karadeniz’in yağmuru çetindir, güneşi üveydir, ürünü de yetimdir. Ürün yetim olunca, ya Anadolu’ya taşıyorsunuz, ya İstanbul’a geliyorsunuz, ya Ankara’ya geliyorsunuz, ya yurtdışına çıkıyorsunuz. Ürün yetim olunca, yetim olmayan yerlere gidiyorsunuz.

Y.Ö.: Bu Karadeniz’in havasında suyunda bir şey var herhalde, halkı değişik oluyor.

Başaran Ulusoy: Bir kere arazi yok. 10 dönümünüz olduğu zaman çok zenginsiniz.

Y.Ö.: Ama tabi sizin gibi 1000 kişilik aile… Siz sırf aileyi taşısanız sağa sola, yine Türkiye’nin önemli turizm şirketlerinden biri olursunuz. Ailede kimi Trabzonsporlu, kimi Galatasaray, kimi Fenerbahçe’yi tutuyor dediniz… Hayatınız boyunca, turizm kadar futbolla da çok içli dışlı olmuşsunuz. Futbolla aranız hala sıcak mı?

Başaran Ulusoy: Tabi sıcak. Fenerbahçe’de ben iki dönem ikinci başkanlık yaptım. Allah uzun ömürler versin Faruk Ilgaz Bey ile uzun yıllar çalıştım. Çok tecrübe sahibi oldum. Yani o atmosferi, o heyecanı çekişmeleri yaşamak gerekiyor ama bizim görevimizde Fenerbahçe-Galatasaray dostluğu vardı. Yani biz Fenerbahçe-Galatasaray maçına giderken, Fenerbahçe burnunda yan yana tesislerimizden beraber çıkardık. Can Bartu’suyla, Ziya’sıyla rahmetli Ersan Feray ile beraber maça giderdik, beraber otururduk.

Y.Ö.: Bugün böyle bir şeyden söz etmek pek mümkün değil galiba?

Başaran Ulusoy: Maalesef. Çok üzgünüm ama maçlara gitmek istemiyorum.

Y.Ö.:Ne oldu peki zaman içerisinde?

Başaran Ulusoy: Şimdi bakın bir Galatasaray-Fenerbahçe maçında şeref tribünündeyiz… Ali Bey yanında Faruk Bey oturuyor, ben de Ali Bey’i görünce önümü ilikledim ve elini öpmeye kalktım. Bizim terbiyemiz o, yetişme tarzımız o. Ali Bey de beyefendiliğinden yanaklarımdan öptü. Sonradan öğreniyorum benim ceketimin önü açılmış ama farkında değilim. Galatasaray’ı da bu arada 1-0 yendik. Biz Galatasaray’ı yenince akşam tabi toplantı yapar, kutlarız… İçeri girdiğimde Faruk Bey gözlüğünü takmış bakıyor, “ikinci başkanım, çık dışarı” dedi beni kovdu. Babamın arkadaşı, beni yetiştiriyor. Ne oldu dedim, “çık dışarı seni istemiyorum” dedi. Ben de soramıyorum döndüm arkamdan bağırıyor: “Fenerbahçe Kulübü’nün İkinci Başkanı, Galatasaray Kulübü Başkanı’nın elini sıkarken, öperken önünü iliklemesini bilmiyorsa benim odamda işi yok, defol.”

Y.Ö.: Eyvahlar olsun.

Başaran Ulusoy: Çıktım dışarı. Rahmetli büyük Fikret’in odasına gittim, kulüp müdürümüzdü. Fikret Abi, Faruk Bey gene bizi azarladı, gürledi. “Ne yaptı?”diye sordu. “Böyle böyle…” diye anlattım. “E doğru yapmış” dedi. “Bana beyaz bir kağıt ver” dedim, istifamı yazdım.

Y.Ö.: İstifa ettiniz.

Başaran Ulusoy: Fikret Abi aldı yırttı. Dedi ki,“içeri git derdini anlat, çünkü senin böyle yapmadığını biliyorum ama onlar böyle yetiştiler. Onlar Galatasaray-Fenerbahçe dostluğunu sahada beyefendice mücadele ederek sürdürüyorlar…”

Fikret Abi dehaydı, kefal Fikret. Bize anlattı bunları, ben de sakinleştim. Karadenizli tarafım, yontulmamış tarafım vardı tabi, o zaman gencim…

Y.Ö.: Estağfurullah ama böyle iniş çıkışlarınız var değil mi sizin de?

Başaran Ulusoy: Vardı ama şimdi artık yok. Onu da söyleyeceğim biraz sonra. Ve içeri girdim dedim ki “Faruk Bey, sayın başkanım, siz yanlış gördünüz; önümü ilikledim farkında değildim açıldığının.” Onun da biraz siniri geçti,“Otur” dedi “Bir daha böyle yaparsan seni Fenerbahçe kulübünden atarım” dedi. Yani böyle bir anlayış vardı. Şuraya geliyorum; rahmetli Cevat Yücesoy üniversitede hocam, böyle yine heyecanlı bir derste ben iddia ediyorum “bu soru yanlış” diye… Gerçi soru yanlıştı, soruyu düzelttim muhasebe tarafım iyiydi. Cevat Bey, eline bir kalem aldı bir de kalemtıraş aldı. “Gel böyle Laz Oğlu” dedi, kalemtıraşı aldı, kalemi çevirmeye başladı. “Hocam kalem bitiyor” dedim ama daha dememe kalmadı kalemi bitirdi: “İşte  hayat bu, zaman da bu. Bu böyle bitiyor, biterken dikkatli ol” dedi. Kalemtıraşın dediği gibi “arkadaş bu ilişki beni bitirecek”.

Y.Ö.: Çok da uzun yıllar öncesinden söz etmiyorsunuz aslında.

Başaran Ulusoy: Yok, 75’li 80’li yıllar. O kadar çok üzülüyorum ki o dönemleri… İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü, kulüp başkanlarını alıp da “şöyle yapın, stada girmeyin, şunları yapın” derse o memleketin problemleri var demektir. Biz böyle gördük, ne demek döner bıçağı, kavga-gürültü. Ama burada ben her zaman söylüyorum; siyasetçiler, sivil toplum örgütleri ne söyleyeceğini değil, ne söylemeyeceğini hesap etmeliler.

Y.Ö.: Doğru söylüyorsunuz.

Başaran Ulusoy: Bir alınteri vardı şimdi bilgisayar çıkmış “akıl teri” diyorlar, her iş oraya gidiyor, herkes onu okuyor, her söylediğiniz laf o camiaya bağlıyor, yazık. Sportif faaliyetlerle gençlere böyle mi örnek olacağız? Gençleri sokaklardan böyle mi kurtaracağız? Ben bir Fenerbahçeli olarak söylüyorum; bizim örnek olmamız lazım, Galatasaray’ın örnek olması lazım, Trabzon’un örnek olması lazım, Beşiktaş’ın örnek olması lazım, Bursa’nın örnek olması lazım. Biz bu ahlakla yetiştiğimiz için ben yadırgıyorum.

Y.Ö.: Turizmi bana bir tanımlar mısınız? İnsanı bir yerden bir yere almak götürmek, bunun ticaretini mi yapmak mıdır? Biz bunu nasıl anlıyoruz, niye böyle anlıyoruz?

Başaran Ulusoy: Dünya değişiyor Türkiye de gelişiyor. Turizmi Türkiye’de yalnız bir ticaret faaliyet olarak almıyorum ben. Sosyoekonomi bakımından bölgeleri birbirine bağlayan, Türkiye’nin bütünlüğünde en büyük katkıyı sağlayan turizm sektörü olduğunu biliyorum. Evvelden biz yurtdışından gelenlere kucak açıyorduk, şimdiyse Türkiye artık, turist göndererek kucak açtırtıyor. Ben Vanlı’yı alıyorum Trabzon’a götürüyorum. Trabzon’da Vanlılar’ın bir dostluğu oluyor. Otobüste Vanlı, Karslı, Antalyalı aynı anda gezdiriyoruz.

Y.Ö.: Bu bir kültür alışverişi.

Başaran Ulusoy: Öyle dostluklar öyle sohbetler oluyor ki bir asker arkadaşlığı, okul arkadaşlığı, meslek arkadaşlığı gibi güzel ilişkiler temsil ediliyor. O bakımdan ben turizmin ülkeyi birbirine bağlayan önemli bir sektör olduğunu biliyorum; Anadolu’yu birbirine bağlıyor.

Y.Ö.: Türkiye’nin turist çekme kapasitesi nedir? Yılda kaç turist ağırlıyoruz? Bir takım rakamlarla çok böbürleniyoruz.

B.U.: Evvelden rakamlar çok hoşumuza gidiyordu. Benim şimdi rakamlar hoşuma gitmiyor. Benim müşteri memnuniyeti hoşuma gidiyor. Eğer siz Antalya’da bir tura gitmiş iseniz ve buradaki müşteri memnuniyeti çoğalmışsa biz müşteri kazanıyoruz. Eğer siz o seyahatten memnun kalmıyorsanız, size kültürel varlıkları gösterememişsek, folklorik değerleri seyrettirememişsek, mutfağı en iyi şekilde sunmamışsak, eğer size doğayı denizi iyi anlatamamışsak…

Y.Ö.: Ben o rakama rakam demem diyorsunuz.

Başaran Ulusoy: Demiyorum. Çünkü o rakamdan bir bedel almam lazım, müşteri kazanmam lazım. Portföyü geliştirmem lazım. 1960’lı yıllarda kültür turlarıyla başladı, 80’li yıllarda rahmetli Turgut Özal’la açıldı ve 1 milyondan bugün 30 milyona gelmişiz.

Y.Ö.: 30 milyon.

Başaran Ulusoy: Aştık.

Y.Ö.: 30 milyonu aşkın turist mi ağırlıyoruz biz?

Başaran Ulusoy: Evet. 2011 rakamı, Kasım sonu itibariyle konuşuyorum. 23-24 milyar dolar dövizi yakalamışız.

Y.Ö.: Yüzde 10.18 artış var…

Başaran Ulusoy: Dünyanın hiçbir yerinde yok, dünyadaki artış yüzde 4. Bazı ülkeler kan kaybetmiş.

Y.Ö.: Küresel kriz nedeniyle mi?

Başaran Ulusoy: Oraya geliyorum. Türkiye’nin bugün 347 uçağı var. 1980 yılında 5 bin koltuk kapasitesi olan havayollarında bugün 347 uçağı ile 40 bin kapasitesi var. 147 tane Türk Hava Yolları’nda, 200 tane de özel havayolu şirketlerinde… Özel havayolu şirketleri büyürken, Türk Hava Yolları daha fazla büyüyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir model yok. Özel havayolları geliştikçe Türk Hava Yollarıyla beraber gelişiyor. Dünya değişti, Türkiye gelişti. Türkiye büyüdükçe Türk Hava Yolları aynı paralelde büyüdü. Türkiye ne kadar büyüdüyse Türk Hava Yolları biraz daha ön tarafa ilerledi.

Y.Ö.: Proaktif bir politika izlediklerini görüyoruz.

Başaran Ulusoy: Ama işin en önemli yerine gelelim. Evvelden Türkiye’de siyasi istikrar yok, ekonomik istikrar yok, olmayınca vatandaş plan program yapamıyordu. Kibrit kutusu gibi ikinci konut dediğimiz o yazlıklara tıkılıp kalıyorduk.

Y.Ö.: O da teşvik edilen bir şeydi. O kibrit kutusunda da kimse oturmak istemezdi.

Başaran Ulusoy: Maalesef, maalesef. Bizde kabahat. Biz kendi insanımıza bu imkanı vermedik hep yabancıya baktık.

Y.Ö.: 9 buçuk milyon 2011 rakamı mı?

Başaran Ulusoy: 2011 rakamı. Şimdi bunlar bize yetmiyor biz hedeflerimizi ortaya koyuyoruz. Hedeflerimiz 2023, Cumhuriyet’in 100. yılı. Yurtdışından gelen sayımız 50 milyon, getireceğimiz döviz 50 milyar dolar. Bunu 2023’ten evvel de yakalama imkânımız var.

Y.Ö.: Ne kadar zaman önce?

Başaran Ulusoy: Tahmin ediyorum biz bunu 2020’de yakalayacağız. Şimdi iç turizmdeyse, 35 milyon insanımızı gezdirmeye çalışıyoruz.

Y.Ö.: Rakam sevmiyorum dediniz ama rakamlardan söz ediyorsunuz.

Başaran Ulusoy: Rakamları kendi insanım için seviyorum.

Y.Ö.: Tamam ama 2020’de ben bu 50 milyon kişiyi yakalarım dediniz.

Başaran Ulusoy: Ama bakın rakamla yakalarken müşteri memnuniyetini vererek yakalıyorsunuz. İstanbul’un bu 50 milyonu ağırlama imkanı var ve İstanbul olarak söylemiyorum Türkiye olarak söylüyorum. 2023 yılında Türkiye 35 milyon insanı gezdirecek, 30 milyar TL de ekonomiye katkı sağlayacak.

Y.Ö.: İç turizmde 2023’te neyi hedefliyorsunuz?

Başaran Ulusoy: 35 milyonu gezdireceğiz, 30 milyar TL de ekonomiye katkı sağlayacağız.

Bakın neler yaptık; Turizm Bakanlığı’yla Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği olarak bir işbirliği yaptık. Müzelerimizin modernizasyonunu sağladık. 6 yıllık bir anlaşma yaptık; ihaleyi biz aldık. 2010’da Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’na müzelerden 156 trilyonluk hasılattan, belediyeydi, maliye payıydı çıktıktan sonra 80 trilyon kalıyordu. Biz ihaleyi aldıktan sonra, 2011’de 240 trilyon hasılattan;  maliye ve belediye payı ödedikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’na 160 trilyon kaldı.

Y.Ö.: Kaç tane müzeden söz ediyoruz burada?

Başaran Ulusoy: 48 tane. Yani 80 trilyon yüzde 100 daha fazla para kazandı. Ne yapıyor bu parayı? Arkeolojik değerlere harcıyor, kazılara harcıyor, bakıma harcıyor, onarıma harcıyor, gelişime harcıyor. Biz ne yaptık? Modernizasyonu sağladık, müzelerimizi geliştirdik, termal turnikeler kurduk. TÜRSAB olarak yapıyoruz. Kaçağı önledik. Yüzde 42 artış sağladık. İşte gelişen Türkiye, gelişen turizm bu. Biz buradan da kazandığımız zaman geri bir vergiye talip olmadığımız için kazandığımızı kültürel faaliyetlere harcıyoruz yine.

Y.Ö.: Aslında esprisi sanırım ziyaret edilmeyen müzelerin acenteler üzerinden ziyarete açılmasının teşvik edilmesi…

Başaran Ulusoy: Gezdirilmeleri ve indirimli bilet alınması. Bu sayede çağıran, karşılayan, ağlayan müze sorunu bitiyor.

Y.Ö.: Ne kadar zamanda bu projeyi toparladınız?

Başaran Ulusoy: 6 ayda hazırladık, 1 yıldır faaliyet gösteriyoruz, şimdi ikinci yılımızdayız. Gayet başarılıyız.

Y.Ö.: 48 müze dediniz, bitti mi bütün müzeler?

Başaran Ulusoy: Bitti, hepsinin modernizasyonu sağlandı. Termal turnikeler konuldu, kameralar konuldu, sistem kuruldu, ekranlar konuldu; o ekranlarda bütün tanıtımlar yapılıyor şehir içinde, kasabalarda, köylere varıncaya kadar…

Y.Ö.: Müzelerin dışının modernizasyonu kadar içeriğinin de elden geçirilmesi önemli değil mi?

Başaran Ulusoy: Kazandığı parayla onu yapıyor.

Y.Ö.: Yani bu turizm varlıklarımızın tekrar yurda dönmesi ya da bunların doğru dürüst sergilenmesinde payımız var diyorsunuz.

Başaran Ulusoy: Güçlü bir Türkiye parası olan bir Türkiye, hakkını alan Türkiye, hakkını aldığı kadar hakkı olduğunu alan bir Türkiye. Yani burada kendi vatandaşımızın kendi tapulu malına kendi mirasına sahip çıkmasını sağladık. Ne yaptık? TÜRSAB ve bakanlık işbirliği içinde 305 müze ve ören yerimizde 20 TL’ye Müze Kart çıkardık, o kartla müzelerimizin gezilmesini sağladık.

Y.Ö.: Eskiden rakamlar hoşuma giderdi artık rakamlarla değil, işin içeriğiyle ilgileniyorum diyorsunuz. Ziyaretçilerin müzede neyi gezdiğini bilmesi, işte o bilgiyi alabilmesi önemli olsa gerek?

Başaran Ulusoy: Yani gezilen yeri o kültür varlığının yol haritasını çok iyi anlatmanız lazım. Muhakkak gezmişsinizdir; şimdi İstanbul Arkeoloji müzelerinin bakım ve onarımını biz aldık. Depolarda yüzyıllık eserler var. Onların onarımına başladık. Yani o çağıran, karşılayan, ağırlayan müze anlayışını getirdik. Bahçedeki kafeyi değiştirdik, hediyelik eşya mağazasını değiştirdik, WC’leri değiştirdik. Çocuk reyonları yaptık. Yenilemeye başladık. İstanbul Arkeoloji müzelerini görmek değil, anlamak lazım. Bana göre dünyanın sayılı iki müzesinden biridir.

Y.Ö.: Şimdi, Türkiye ucuz ülkeydi doğru mu?

Başaran Ulusoy: Kim demiş?

Y.Ö.: Tamam, bu hafta içerisinde okuduğum haberlerden bir tanesi pahalı diyordu. İspanya’dan daha pahalıymışız. Bunun arası yok mu Allah aşkınıza? Başaran Ulusoy: Yok.

Y.Ö.: Niye?

Başaran Ulusoy: Şimdi arası şöyle yok; İstanbul bir kültür başkenti. İstanbul finans merkezi olmuş durumda.

Y.Ö.: İstanbul için mi konuşuyoruz yalnızca?

Başaran Ulusoy: İstanbul ve diğerleri için. Evvelden hak ettiğimizi almaya çalışıyorduk. Körfez Savaşı, Afganistan’daki savaş vs. Türkiye’de oluyormuş gibi algılanıyordu ve Amerikalı gelmiyordu.

Y.Ö.: Yıllarca bizim turizm politikamız “her şey dahil” denilen sistem oldu…

Başaran Ulusoy: Hak ettiğimizi almaya başladık, kazanmaya başladık. Bu sefer herkes feryat etmeye başladı, pahalı diye. Evet, Türkiye pahalı değil, Türkiye hakkını alıyor. Mesela bugün Frankfurt’a gidiyorsunuz. Bir fuar ya da sergi zamanı bir otelin fiyatı 400 liradan 800 liraya çıkıyor. Benim otellerimden iyi değil. Şimdi İstanbul hak ettiği fiyatı alıyor pahalı diyor. O zaman gelmesin.

Y.Ö.: Pahalı olunca iyi turist geliyor mu? Hep deriz ki İngiliz’in şusu, Alman’ın busu. Oysa isteriz ki daha kaliteli turist gelsin.

Başaran Ulusoy: O ülkenin insanına saygısızlık yapmak istemiyorum. Gelmek istiyor da ben mi “hayır” diyorum?

Y.Ö.: Pahalı olunca daha mı kaliteli turist geliyor?

Başaran Ulusoy: Hayır, biz hak ettiğimiz fiyatı almaya çalışıyoruz. Bir de bu işin maliyeti var. Evvelde İstanbul’da üç otel vardı, 3 bin yatağımız vardı. 80’lerde 5 bin yatak, 2011 yılında 110 bin yatak. Hedefimiz ise 200 bin yatak. İstanbul’a 4. Havalimanını istiyoruz, İstanbul’a deniz limanı istiyoruz. İstanbul başlı başına bir marka. Şimdi İstanbul’a gelecek turist 100 liraya Taksim’de otelde kalacak, kalmasın.

Y.Ö.: Yüzde 20.4 artacağı ön görülmüş 2011 sonu itibariyle. Doğru mudur?

Başaran Ulusoy: Doğrudur. 2012’deki rakamımız yüzde 30.

Y.Ö.: Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım; öyle bir İstanbul, bir hazinenin üzerinde oturuyoruz ama iki kar yağışında ulaşım aksıyor. O sırada turist de var bu memlekette?

Başaran Ulusoy: Şimdi bu benim işim değil.

Y.Ö.: Bu sizin işiniz değil ama burası bizim memleket. Bir kayak pistinde, bir genç kızımızı, milli takım kayakçımızı kaybettik, şimdi bu da sizin işiniz değil ama bu Türkiye’nin işi. Nasıl olacak bunlar?

Başaran Ulusoy: Ben Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini şu bakımdan istiyorum. Avrupa Birliği insan haklarını ön plana alan, yaşam tarzlarını geliştiren bir prensipler manzumesi. Batı dediğimiz, yön olarak Batı değil, medeniyet olarak Batı. Ben bunu istiyorum, yoksa bunları yaşadıktan sonra Avrupa Birliği’ni istemiyorum. Kişi başına düşen gelirim 25 bin dolar olsun; insan hakları, insan yaşam tarzı, yaşam tarzındaki güzellikleri eşit şekilde yaşayabileyim, bu benim için anlamlı.

Y.Ö.: Çok güzel şeyler söylüyorsunuz. Hiç unutamadığım haberlerden bir tanesi 5 ya da 6 Rus turiste burada kaçak alkol satılması… İnsan hayatının bu kadar ucuz olduğu bir noktadayız.

Başaran Ulusoy: Maalesef. Bir tanesi bile benim için çok önemli. Amerika bir vatandaşını kurtarmak için uçak gemisini gönderiyor. Benim böyle bir hakkım yok.

Y.Ö.: Kaç kongre geçirdiniz?

Başaran Ulusoy: 8 galiba. Bir defa girdim 8 defa kaldım. Süleyman Bey hep söylerdi böyle 3 defa geldim 4 defa gittim. Bakın ben burada bir sivil toplum örgütü olarak kendi işimi yapıyorum. Kendi kulvarımdaki yanlışları anlatmaya çalışıyorum.

Y.Ö.: Çözüme odaklanalım.

Başaran Ulusoy: İstanbul tabi çok göç aldı. Bugün ben elinden geldiği kadar Kadir Bey’in bu işe eğildiğini hissediyorum.

Y.Ö.: Hiç adres göstermek niyetinde değilim. Nedir, ne yapacağız biz, nasıl?

Başaran Ulusoy: Benim iş kolumla ilgili olarak söyleyeyim; toplu taşımacılığın daha fazla yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu İstanbul 50’li yıllarda metrosunu yapabilmiş olsaydı, o yıllarda metro üstü yani tramvayını iyi kullansaydı, toplu taşımacılığı ön plana alsaydı; bir deniz ki bir cilveli boğaz Asya ve Avrupa’yı ayırıyor, bu denizi kullanamadık. Deniz vasıtalarını kullanmış olsaydık bugün bunları yaşamayacaktık. Ve otoparkları yapmış olsaydık, eğer siz 20 katlı bir bina yapıyorsanız, 20 katta eğer 50 arabaya ihtiyacı varsa gelen misafire 100 arabalık otopark yapmıyorsanız birikmiş olan sorunlar bu sefer çığ gibi başımıza yığılıp kalıyor. Şimdi bunların yeni baştan imar edilmesi lazım, yeni baştan değişim ve dönüşümü yakalamamız lazım. Ben toplu taşımacılıktan yanayım. Türkiye bu kadar zengin değil. Ben tabi ona kafa yormak istemiyorum ama ben de bundan zarar görüyorum. Havalimanından aldığım yolcuyu otele 2 saat yerine 6 saatte getiriyorsam onu Topkapı’da gezdiremiyorum, Kapalıçarşı’da alışveriş yaptıramıyorum.

Y.Ö.: Kongre turizminde İstanbul’dan çıkabiliyoruz artık. Farklı coğrafyalara da gidebiliyoruz. Kongre turizminin, Türkiye turizmindeki payı nedir?

Başaran Ulusoy: Turing Otomobil başkanı Rahmetli Çelik Gülersoy ile beraber ki o zaman genel müdürüydü, kongre merkezi yapacağım bir yer arıyorum, bulamadım. Beni 6 ay İstanbul’da gezdirdi. Cibali, bugün Kadir Has Üniversitesi’nin olduğu yerleri gezdik. Deli Dumrul gibi beni gezdirdi. En sonra Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’ne gittik. “Yaparsan burayı sen yaparsın” dedi ve biz orayı aldık.

Y.Ö.: Ne anlamı var kongre turizminin bizim turizmimiz için?

Başaran Ulusoy: Türkiye konuşuluyor. Türkiye bir hafta geziliyor. Bir hafta Türkiye’yi yaşıyorsunuz.

Y.Ö.: Bir de mevsim dışı galiba değil mi?

Başaran Ulusoy: Mevsim dışı 12 ay, İstanbul’da 12 ay. Ve Türkiye 30. sıralardan 7. sıraya girmiş durumda. Önümüzde Amerika, Fransa, Avusturya, İspanya, İngiltere, Japonya var.

Y.Ö.: Burada hedefiniz ne? 2023 hedefiniz ne?

Başaran Ulusoy: Burada 2023 hedefimiz ilk 5’e girmek. Aynı anda 35 bin kişi İstanbul’da kongre yapabiliyor.

Y.Ö.: İklim de buna çok müsait. Yani yalnızca İstanbul değil, Antalya’da, İzmir’de de yapılabilir.

Başaran Ulusoy: Antalya mevsimi 9 ay yaşıyor zaten. Ayrıca biz İzmir Kuşadası’nı tercih ettik çünkü 2 kilometre aşağıda Efes, yukarıda Şirince, yine aşağıda Bergama var. Yani oraya gelenin gündüz eşi gezecek, alışveriş yapacak. Kongre bittikten sonra bir hafta daha kalabiliyorlar. Diş bakımını yaptırabiliyor, gezebiliyor, alışveriş yapabiliyor…

Y.Ö.: Artık sağlık, göz, diş, estetik de  turizm paketinin içerisinde değil mi?

Başaran Ulusoy: Evvelden diyorduk ki “Sağlıklı yaşam için Türkiye’ye gelin” şimdi diyoruz ki “Sağlıklı yaşlanmak için Türkiye’ye gelin”.

Y.Ö.: 9 buçuk milyon kişi Türkiye içerisinde yerli turistten söz ettik… Türkler yurtdışını tercih ediyormuş. Size küstüler mi, turizmcilere küstüler mi, ne oldu?

Başaran Ulusoy: Almanya’da 100 milyon geziyor. Bir Alman iki defa geziyor. Niye benim insanım gezmesin? Türkiye’yi gezmemek ayıptır bilmemek kayıptır.

Y.Ö.: Neden her bayram İtalya’da, Roma’da, Londra’da şurada burada.

Başaran Ulusoy: Biz o imkanı vermedik, o imkanı yabancılara verdik. Dövize ihtiyacımız vardı. Şimdi Türk parası dövizden daha kıymetli.

Y.Ö.: Şimdi biraz kendi kendinizi eleştiriyorsunuz değil mi?

Başaran Ulusoy: Eleştiriyoruz tabi biz yanlış yaptık. Yani bugün Türkiye’de kurulan kooperatiflerin, ikinci konutların… Orada bizim yanlışımız var, o günkü idarenin yanlışı var, bürokrasinin yanlışı var. Biz gözümüzü dışarıya diktik; çünkü paraya ihtiyacımız vardı, döviz ihtiyacımız vardı. Kendi vatandaşımızı unuttuk, ihmal ettik. Şimdiyse kendi vatandaşımızı gezdirmek için erken rezervasyon, “erken yer ayırt sona kalma dona kalırsın” diye programlar yapıyoruz. Yüzde 45 artışımız var. Para Pound’muş, Dolar’mış, Euro’ymuş, Türk parasıyla arasında fark yok ki. Biz daha da tercih ediyoruz çünkü benim insanım geziyor, alışveriş yapıyor, eğlenceyi seviyor.

Y.Ö.: Turizm ülke gelirlerinin arasında hep ilk 3 sırada yer aldı.

Başaran Ulusoy: Bir. Ben yurtdışından getirip de yurtdışından ithalat yapıp da ihracat yapmıyorum. İhracatçıları tebrik ediyorum. Ama ben tuvalet kağıdını, karpuzu, sabunu, yemeği, her şeyi buradan alıyorum. Benim bir tek giderim uçağın kullanmış olduğu yakıttır o da yüzde 3’tür. Yüzde 97 bu ülkede kalıyor, Ülkeyi terleten sektör, turizm sektörüdür.

Y.Ö.: Turizmi patlatacağız deriz, hiç patlamaz o.

Başaran Ulusoy: Ne patlaması mısır mıyım ben?

Y.Ö.: Patlatsaydık rahatlayacaktık. Patlama ruhu içerisinde olan sektör, aslında hep bir takım patlamalarla gerçekten elimizde patladı.

Başaran Ulusoy: Turizm sektörü kriz doktoru olmuştur. Biz krizle de boğuştuk. Dünyanın hiçbir yerinde görülmüş müdür, 25 yılda bir terörle mücadele ediyorsun ve başarı grafiğini 30 milyona getiriyorsun. Bu Türkiye’nin bir başarısıdır, Türk insanının başarısıdır.

Y.Ö.: 2010 İstanbul Kültür Başkenti projesi çok eleştiri aldı.

Başaran Ulusoy: Eleştiri aldı. Sayın Başbakan kanun çıkararak gereğini yapmıştır. Kültür Başkenti kanunu vardı.

Y.Ö.: İstanbul bir kültür başkenti olabildi mi sizce yani fiili olarak?

Başaran Ulusoy: Hayır İstanbul her zaman kültür başkentiydi. Evet, orada hemfikirim ama orada kanun çıkarmakla iş bitmiyor. Sonra o seçilenler sivil inisiyatife bıraktı. Sivil inisiyatif de başarılı olamadı.

Y.Ö.: Başarınızın sırrı ne?

Başaran Ulusoy: Yaşamış olduğum tecrübeleri çok iyi değerlendirmeye çalıştım. Ağzımdan çıkan söze dikkat ettim. Zamanı iyi kullanmaya çalıştım. Evvela uzlaşmayı deneyeceksiniz. Ben hayatımda devletle kavga yapmadım. Çünkü bu millet bu devleti oluşturmuştur. Devlet başka bir yerden gelmemiştir ki. Bugünkü siyasi otorite de yerel üretim de içimizden gelmiştir. Ben devletle ve damatla kavgayı sevmem. Çünkü barış pasaportunu dünyada sergileyen, turizm sektörü. Yani Yunanistan’la kavgalı olduğumuz zaman dahil biz Yunanistan’la görüşüyorduk.

Y.Ö.: Sizden sonra görev alacak ekipler var mı?

Başaran Ulusoy: Benle beraber çok deneyimli arkadaşlarım var. Biz artık bir kurum olduk. Gerek maddi açıdan, gerek manevi açıdan çok mücadeleli yıllar geçirdik. Şimdiyse bütünleşmiş bir TÜRSAB var.

Y.Ö.: Bir numaralar hep ön plandadır… Karizması vardır; sizde de ondan çok var. Arkadan gelen olmaz… Bu pek çok kurumun aslında problemi.

Başaran Ulusoy: Ben kurumu olumlu yapmaya çalıştım. Verimli yapmaya çalıştım. Süratli bir şekilde geliştirmeye çalıştım. Bir kurum olmanın keyfini yaşarken, o çektiğiniz sıkıntıları yaşadıktan sonra geriye döndüremezsiniz. Bundan sonra son dönemim.

Y.Ö.: Nasıl hatırlanmak istiyorsunuz?

Başaran Ulusoy: Bu sözü verdik. Bir bölen olarak değil, bir bilen olarak yol gösterebiliyor muyum, bana danışıldığı zaman hatırlandığım zaman mutlu olabiliyor muyum ve yaratılan o havadan siz geri dönüşler alabiliyorsanız, bir insan başka ne isteyebilir?

Y.Ö.: Son gün ne zaman?

Başaran Ulusoy: 2013, 6 Aralık. Heyecanımızı kaybedersek işimizi kaybederiz. İşimiz bir ibadet gibidir. Bilgiye bir ibadet iyi bir saadettir. Ama bilgisiz ibadet adettir. Biz bir saadeti yaşatmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla ben inanıyorum ki işte verimli olduğunuz zaman bunu bir ibadet olarak görüyorsunuz. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir