Turkey… Connecting People!

Nokia’nın reklam sloganı ve hatta ‘jingle’ı… Benim hep hoşuma gitmiştir. Yazık oldu Nokia’ya! Dünya devi, tarumar oldu diyebilir miyiz? Rahatlıkla “evet”. Dinamik, yenilikçi, aktif, büyüyen, geleceğe doğru yol almış, en çok çalışılmak istenen firmalardan biri olarak işaret edilen, aydınlık bir uluslararası firmadan… hantal, kararsız, büyük, masraf saçan, nereye gittiği belli olmayan, manevra kabiliyeti bulunmayan, geleceği yakalamak isteyenlerin gemiyi arkalarına dönüp bakmadan terk ettiği bir yapıya döndü.

Geçtiğimiz 10 yıl boyunca, cazibe merkezi, Batılı ekonomiler devrilirken övgüye mazhar olduğumuz, “nasıl yaptınız bunu siz?” sorusuna artık hafiften burun kıvırmışlığımızın bile olduğu, insanlarının mutlu-umutlu olduğu bir Türkiye’den bakın bugün nereye geldik? Kavga, gürültü, kaos, belirsizlik, umutsuzluk…

Yazık değil mi…

Umutsuz olmaya hakkımız yok! Her ne olursa olsun. Çünkü başka Türkiye yok…

Bu nedenle siyasetçilere rağmen yola devam! “Peki bize ne gerek?” sorusunu sorarak devam ediyorum. Şanslıyım, başvuru adresim İndeks Konuşmacı Ajansı. Gündemin içinde olmakla kalmayıp gündem yaratan uzmanlara ev sahipliği yapıyor. Ekonomist Prof. Dr.Murat Yülek’e sorular sordum: “Gelecekte başarının sırrı ne olacak?” Yanıtı çok beğendim: kısaca “connectivity” dedi! Aklıma Nokia’nın gelmesi, girişi dünya devinin macerasına ayırmak bana ait, geri kalan Yülek. “Connectivity” değil tabii tek başına, “şeffaflık” dedi… “bürokrasiden kurtulmalıyız” dedi… “Kuzey Amerika’dan yatırım çekmeliyiz” dedi…

Akademisyen, yönetici – yazar, aynı zamanda çok yönlü bir ekonomist olan Prof. Dr. Murat Yülek, Türkiye’nin yatırım alanındaki avantajlarını ve bu avantajı elinde tutmak için yapması gerekenleri değerlendirdi. Yülek’e göre büyümek için önemli olan; imalat sektöründe de yatırım alabilmek ve yabancı yatırımcıyı sürekli markaj altında tutmak!

Türkiye’nin yatırım alanında önemli avantajlara sahip olduğunu söyleyen İstanbul Ticaret Üniversitesi ekonomi profesörlerinden Yülek’e göre Türkiye yakın ve uzak çevresindeki ülkelerle büyük bir ilişki ağına sahip. Etnik, dini, kültürel, dil gibi unsurlar Türkiye’yi merkez yapıyor. Yülek bu durumu “connectivitiy” yani “bağlanabilme yeteneği” şeklinde açıklıyor.

Türkiye’nin özellikle imalat sektörü yatırımlarına ihtiyaç duyduğunun altını çizen Prof. Dr. Yülek, seçim döneminde içe dönen Türkiye’nin tam tersine gözünü dışarı çevirmesi, yatırım kararındaki şirketleri “yakın markajda” tutmaya devam etmesi gerektiğini söylüyor.

Türkiye son 10 yıl içerisinde küresel krizin yoğun olarak hissedildiği 2008, 2009 yılları dışında iyi bir ekonomik performans sergileyerek, 2012 yılına kadar OECD ülkeleri arasında ekonomisi ortalama olarak en fazla büyüyen ülke olmuştu. Son 2 yılda bir ivme kaybı olsa da Türkiye büyümeye yine devam ediyor. Bunda doğrudan yabancı yatırımcıların payı nedir?

Türkiye’nin küresel krizi hasarsız ya da düşük hasarlı “atlatmasında” ana rol oynayan üç faktör bulunuyor. Birincisi, Türk ekonomisinin ulaştığı “dayanıklılık” seviyesi. Özelde bu dayanıklılık; güçlü maliye yapısı, güçlü bankacılık sektörü ve güçlü şirketler kesiminden oluşuyor. İkincisi, 2009’dan sonra güçlenen iç taleptir. İç talebin güçlenmesi şirketlere güçlü bir pazar oluşturdu ve büyümeyi tetikledi. Üçüncüsü de 2010 yılında Türkiye’ye akan portföy ve doğrudan yatırım sermayesi oldu. Dolayısıyla, Türkiye’nin krizden zararsız çıkmasında yabancı sermayenin katkısı oldu ancak birincil katkı içsel faktörlerden geldi.

Uluslararası Doğrudan Yatırım Sermaye Girişlerinin sektörel dağılımına baktığımızda 3.7 milyar dolarının mali aracı kuruluşların faaliyetleri, 2.5 milyar dolarının da elektrik-gaz-su başlığı altındaki alanlarda gerçekleştiğini görüyoruz. İmalat sanayine gelen yatırım ise önceki yıla göre yarı yarıya azalarak 2 milyar dolara düşmüş. Yatırımların sektörel dağılımına baktığınızda bu resim size neyi anlatıyor?

Bu nokta çok önemli. Tüm dünyadaki trend Türkiye için de geçerli: doğrudan yatırımlar artık daha çok (üçte iki oranında) hizmetler sektörüne gidiyor. Türkiye’de de bu durum geçerli. Dahası, Türkiye’ye akan yatırım daha çok satın alma (acquisition finance) finansmanı şeklinde geldi. Yani ister kamu ister özel şirketlerin satın alınması şeklinde. Oysa Türkiye ve gelişmekte olan ülkeler daha çok yeni (greenfield) ve özellikle imalat sektörü yatırımlarına ihtiyaç duyuyor.

Yatırımların dünyadaki eğilimi göz önüne alındığında Türkiye’ye gelen yabancı yatırım, bu eğilimleri ne kadar yansıtıyor?

Küresel eğilimler Türkiye’ye yansıyor. Hatta biraz daha şiddetli yansıyor. Türkiye’nin ise hizmetler sektörü kadar imalat sanayi yatırımlarına ihtiyacı var.

Bölgesel olarak baktığımızda geçen yıl 10,2 milyar dolar olan nakit sermaye girişinin; 5.3 milyar dolarlık bölümü AB ülkeleri, 1.1 milyar dolarlık bölümü AB haricindeki Avrupa, 3.2 milyar dolarlık bölümü Asya ülkelerinden kaynaklanıyor. Son yıllarda özellikle Yakın ve Ortadoğu ülkelerinden güçlü bir sermaye akışı var. Türkiye’ye gelen yabancı sermayeyi bölgesel olarak değerlendirir misiniz? Önceki yıllarla kıyaslandığında bir eksen kayması var mı?

Türkiye’ye akan yatırım hem portföy hem de doğrudan yatırımlar, büyük ölçüde Avrupa’dan geliyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin körfez bölgesi, Doğu ve Güney Asya ve Kuzey Amerika’dan ilave yatırım çekmeyi hedef alması gerekiyor. Son yıllarda Çin, Hindistan gibi ülkelerin uluslararası yatırımları artıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu tip ülkelerden daha yüksek yatırım çekme potansiyeli var.

Türkiye enerji tüketen ülkeler ile üreten ülkeler arasında çok merkezi bir konuma sahip. Bu konuma baktığımızda Türkiye’nin çok daha fazla yatırımcı çekmesi gerekmiyor mu?

Evet. Türkiye’nin çektiği yatırımları yükseltme kapasitesi var. TANAP vs. gibi projelerin de gösterdiği gibi, enerji alanında durum özellikle böyle.

Türkiye’nin yatırım çekme potansiyelini oluşturan ana unsurlar nedir? Mevcut güçlü yanlarımız, geliştirmemiz gereken yanlarımız neler? Daha fazla yatırımcıyı nasıl çekeriz?

Bilinen avantajlarımız var: pazarlara yakınlık/mevki (lokasyon), büyük iç pazar, değişik beceri seviyelerinde büyük emek gücü. Ancak benim asıl önemsediğim ve son dönemde üzerinde durduğum gücümüz “connectivity”den kaynaklanıyor. Türkiye yakın ve uzak çevresindeki ülkelerle büyük bir ilişki ağına sahip: etnik, dini, kültürel, dil gibi unsurlar Türkiye’yi bir merkez yapıyor.

Geliştirmemiz gereken alanların başında “iş yapma ortamı” geliyor. Türkiye’de bürokrasinin (red tape) düşürülmesi şirketlerin kolayca gelişip istihdam sağlayabilecekleri bir ortamı oluşturmamız gerekiyor.

Türkiye’de eğitim gören bölge-ülke öğrencileri ya da Türkiye’de çalışan nitelikli profesyonelleri ne kadar kullanabiliyoruz? Aynı şekilde bizim bölge ülkelerinde bu yönde attığımız adımlar yeterli mi?

Türkiye son dönemde yabancı öğrenci çekme konusunda olumlu gelişmeler var. Ancak bunların yatırımlar üzerinde etkisi zamanla görülecek.

Bir ülkenin yatırımcı çekmesi için bazı temel koşulları yerine getirilmesi gerekiyor. Türkiye bunları sağlayabiliyor mu? İş yapma kolaylığı, şeffaflık, hesap verilebilirlik vb. önemli temel göstergelerde ne durumdayız?

İş yapma kolaylığı çok önemli. Hem dışarıdan yatırımcı çekmek hem de yerli yatırımcıyı desteklemek için. Şeffaflık, hesap verilebilirlik alanlarında Türkiye iş ortamına göre daha iyi durumda. Ancak bu alanlarda da daha ileri gitmek uluslararası yatırımcıları çekmekte faydalı olur.

Küresel ekonomide gelişmekte olan ülkelerden para çıkışının arttığı, ülke para birimlerinin değer kaybetmeye başladığı bir süreçte Türkiye, 15 ay içerisinde 3 ayrı seçim yapacak. Seçimler mevcut siyasi ortamda belirsizliği daha da artıracak. Bu süreçte daha fazla yatırım çekmek ya da yabancı yatırımı sürdürülebilir kılmak için hangi adımlar atılmalı?

Portföy yatırımlarının aksine, doğrudan yatırım kararları daha uzun dönemli faktörler dikkate alınarak veriliyor. Seçimlerin olması bu tür kararları nispeten az etkiler. Bu dönemlerde yurt dışındaki tanıtım / promosyon çalışmalarının aynı hızda devam etmesi gerekiyor. Yatırım kararı verme arifesinde olan şirketlerin ise “yakın markajda” tutulması gerekiyor. Zira bu tür firmaların nihai giriş kararları seçimler ve siyasi olaylardan daha fazla etkileniyor; en azından yatırımın geciktirilmesi şeklinde sonuçlanıyor.

Murat Yülek kimdir?

Uluslararası finans, makroekonomi ve ekonomik kalkınma konularında önemli bir deneyime sahip olan Yülek, Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Boston, Yale ve Bilkent üniversitelerinde işletme ve iktisat yüksek lisansları ve yine Bilkent Üniversitesi’nde doktorasını yaptı.

Finans ve finans dışı şirketlerde üst düzey yöneticilik yaptı. Üniversitede İşletme Fakültesi Dekanlığı yapan Yülek, ABD’de Georgetown ve Yale üniversitelerinde ders verdi. Sanayi politikaları, ekonomik kalkınma ve ekonomik planlama konularında kitapları bulunuyor.

1993-1994 yılları arasında Washington’da Dünya Bankası için danışmanlık, 1997’de Etibank’ta Pazarlama ve Satış Dairesi Başkanlığı yaptı. 1998-2002 yılları arasında Suudi Arabistan’da Islamic Development Bank’ta iktisatçı ve proje uzmanı, Islamic Corporation for the Development of Private Sector bünyesinde Asya Endüstriyel Yatırımlar Operasyonları Grup Başkanı olarak görev aldı. Yülek, halen İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olarak dersler veriyor. Aynı zamanda uluslararası danışmanlık hizmetleri veren PGlobal Küresel Danışmanlık ve Eğitim Hizmetleri şirketinin ortağı ve Ostim Yatırım A.Ş.’nin Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir