Üfleye Üfleye

Biraz caz, biraz etnik, biraz reggae… Özgün, bazen doğaçlama, bazı bazı çok çok eskilerden… Her şeyden biraz, yaşanmışlıktan çokça, samimiyet yüzde yüz, organik…  Anında, anlık, süregelen, tadımlık, damakta iz bırakan… hem tutucu, hem özgür… Geleneksel ve gelenekçi, ama yarın gibi… Yarı İsveçli yarı Türk, Türkçesi kıt, konuşması akıcı, gramer sıfır, sokak Türkçesi iyi… Sakin ve huzurlu, disiplinli ve çalışkan…

Benim izlenimim böyle! Sizi bilemem. Tanımayanlar için ise karşınızda İlhan Erşahin. Çok keyifli bir söyleşi yaptık. Yaptığım programları bilenler, biraz da böyle işler yapsana dedi. Programın steril havasını kesinlikle bozdu… Müzikle açtık müzikle kapadık.  Saksafonunu yanından ayırmaması şansımız oldu, “Çalar mısın?” deyince ikiletmedi. Düşündüm de, doğru söylüyorlar, böyle programların sayısı gerçekten artmalı.

 

 

 

İlhan Erşahin

Yaprak Özer: Sizi pek çok kişi tanıyor şüphesiz, yine de bize kendinizi anlatın desem ne dersiniz?

İlhan Erşahin: Müzisyenim veya insanım.

 

Yaprak Özer: Yaptığınız müziğe caz demiyor musunuz artık?

İlhan Erşahin: Yani ben çok farklı müzik yapıyorum. Kendime göre sadece caz bir kategori oluyor. Aslında caz biraz sonradan oldu ilk önce rock, reggae, funk gibi akımlar var…

 

Yaprak Özer: Kaç yaşında başladınız müziğe?

İlhan Erşahin: Böyle müzikle büyüdüm aslında ondan sonra caza girdim daha 18 yaşlarında.

 

Yaprak Özer: 16 yaşında başlamışsınız, bunun için geç diyorlar. Geç midir gerçekten?

İlhan Erşahin: Şimdi ne olarak geç, tabii konservatuar düşündüğünüz zaman geç.  Çünkü konservatuara 6, 7, 8 yaşında klasik eğitimle başlıyorsunuz.

 

Yaprak Özer: Müzik aşkı kimden anneden mi, babadan mı?

İlhan Erşahin: Aslında sonra öğrendim ama annem tarafında çok sanatçı vardı. Annem İsveçli. İsveçli ama onun eski yani onun anneanne, babaanne falan değişik yerlerden gelme. Babam Türk.

 

Yaprak Özer: Babanız ne zaman gitmiş İsveç’e?

İlhan Erşahin: Erken gitmiş,1955’te filan. İsveç’e gittiği zaman bütün İsveç’te sadece bir tane yabancı varmış, babam ikinci olmuş.

 

Yaprak Özer: Tabii anladığım kadarıyla evde Türkçe konuşulmamış.

İlhan Erşahin: Yok, pek bilmiyorum İsveççe konuşuyorduk.

 

Yaprak Özer: Türkçe’yle aranız nasıl gidiyor?

İlhan Erşahin: Ders alıyoruz yani arkadaşlarla, sokak dersi alıyoruz.

 

Yaprak Özer: Berklee’e girmişsiniz, insan bırakır mı bir buçuk yılda böyle bir üniversiteyi?

İlhan Erşahin: Bir sürü insan bıraktı herhalde. Ben hep New York’a gitmek istiyordum, problem değildi aslında, okul problem değildi. 14 yaşımdan beri hep New York’u Manhattan’ı gördüğüm zaman orada olmam lazım diye hissettim. Berklee, Boston’da olduğu için sadece birkaç saat kuzeyde, hafta sonları New York’a gidiyordum kendi kendime.

 

Yaprak Özer: Siz Boston tarzı bir tip değilsiniz…

İlhan Erşahin: Yani Boston iletişim için çok güzeldi, okul, arkadaş, hala oradan bir sürü arkadaşım var. Okul güzeldi aslında fena değildi ama ben ne bileyim New York’un içine girmek istiyordum.

 

Yaprak Özer: New York macerası ne zaman başladı tam olarak?

İlhan Erşahin: Benim New York maceram baya oluyor maalesef. Hala New York’a gittiğim zaman çok heyecanlanıyorum. Seviyorum yani ve maceraya devam, New York zaten tamamen öyle bir yer; maceralı.

 

Yaprak Özer: Peki biraz maceranın iş kısmını anlatsanıza, ne yapıyorsunuz? Yılda kaç konser verirsiniz, kaç albüm çıkarırsınız, bu cafe midir yoksa stüdyo mudur yoksa bir platform mudur onu biraz anlatın.

İlhan Erşahin: Yani şimdiki hali söyleyeyim o zaman. Nasıl oraya gittiğimiz başka bir hikaye. Ben bir 10 sene evvel Nublu diye bir yer açtım. Bizim yaptığımız müzik, yani sadece benim değil, benim birkaç arkadaşım New York’ta, “tam rock değil, tam caz değil, tam etnik müzik değil, tam dans müziği değil.,.” böyle kendimize ait bir müzik yapıyorduk, hissediyorduk ve  öyle bir platform veya mekan olsun diye düşündüm. Bir yer kiralayayım orada takılalım, prova yapalım, arkadaşlar gelsin çay içsin, kahve içsin biraz öyle başladı yani çok spontane bir şey. O yaptığımız müziğe bir isim koyalım diye düşündüm ve Nublu koydum. Nublu aslında müziğin adı, mekan adı değil. Bir de çok popüler oldu. Burada da açıyoruz Eylül’de. Bayağı güzel olacak. İlk başta hep elemanlar vardı aslında ama ben program yaptım, çalıyordum, ilk seneler her şeyi yapıyordum; bisikletle gidip baget aldım, peynir, kahve, çay aldım. Şimdi küçük bir şirket oldu. Yani hem kulüp oldu, haftanın yedi günü canlı müzik var, her gün iki grup çıkıyor ve plak şirketi oldu. Şimdi yanda bir cafe daha açıyoruz işler baya büyüyor. Başka bir kulüp de açıyorum New York’ta, başka bir bina aldık.

 

Yaprak Özer: Kaç albüm çıkıyor bir yılda?

 

İlhan Erşahin: Bizim ofis Brooklyn’de, senede herhalde 6-7 tane albüm çıkartıyoruz. Sadece benim müziğim değil yani başka gruplar da var. Ben 17 tane CD çıkarttım ve kulüp olduğu için bir sürü proje doğdu ve İstanbul’a mesela çok geldiğim için burada da projeler doğdu. Onun için benim şimdi 7 tane grubum var; Türkiye’de iki grup, bunlardan biri İstanbul Sessions… 7 tane grubun farklı farklı rengi var. Saksafon çalıyorum burada ve biraz daha gece müziği sanki kulüpte çok iyi oluyor. Yani ayakta dans da edebilirsiniz mesela, biraz etnik çünkü İzzet Kızıl darbuka filan da çalıyor. Ben genelde orijinal müzik yapıyorum, kendimize ait bir müzik yapıyoruz. Yani her grubun kendi rengi var. İstanbul Sessions’ın İstanbul Sessions rengi var, İstanbul’da Harikalar Diyarı Hüsnü Şenlendirici ile ortak bir grubum var; O daha Roman, Arabesk bir karışım.

 

Yaprak Özer: Onun içerisinde mi Aşık Veysel, hangisinde?

İlhan Erşahin: Aşık Veysel aslında benim ilk CD’de. O daha böyle akustik caz.

 

Yaprak Özer: Niye mesela Aşık Veysel, neden bir başkası değil?

İlhan Erşahin: 15 sene evvel birisi bana bir CD verdi, Aşık Veysel’in CD’si, çok beğendim. Yani Türk Blues gibi, güzel geldi. Ondan sonra Fazıl Say’la çaldım 12 sene evvel bir konserde. O da güzel oldu, “Odam Kireçtir” diye bir parça da yaptık beraber o konserde, o da girdi repertuara ama onun dışında kendi müziğimi çalışıyorum.

 

Yaprak Özer: Genlerden gelen bir şey galiba, seviyoruz bu toprakları…

İlhan Erşahin: Seviyoruz herhalde. Bir şey var içinde. Bazen soruyorlar “İlhan niye hep Türkiye’ye geliyorsun?” diye. İsmim bayağı Türk olduğu için nereye gidersem hep belli.

 

Yaprak Özer: Türkiye’den besleniyor musunuz, geçmişten, Roman ezgilerinden, halk müziğinden?

İlhan Erşahin: İstanbul çok renkli bir şehir. Yani acayip New York gibi bir yer aslında… Onun için ben doğayı da çok seviyorum… Şehir olarak en sevdiklerim San Paulo Brezilya,  New York ve İstanbul. Çünkü karışıklık var ve bir sürü renk var. Düzen var da yok. Buradaki müzisyenleri de çok seviyorum.

 

Yaprak Özer: Farkı ne olabilir, müzisyen her yerde müzisyen değil midir?

 

İlhan Erşahin: Evet ama burada iki tane renk var, iki üç tane renk kullanıyorlar… New York’da Avrupa’da bir şey biliyorlar, sanki burada iki şey biliyorlar gibi geliyor.

 

Yaprak Özer: Türk motifleri olan müziğiniz New York’ta nasıl karşılanıyor?

İlhan Erşahin: Orada genelde böyle çalmıyorum. Orada keyboard, piyano da çalıyorum. Orada iki tane grubum var, iki tane şarkıcı var grupta… Bayağı parça çalıyoruz, doğaçlama değil. Love Trio var orada keyboard çalıyorum.

 

Yaprak Özer: Zengin bir müzisyen misiniz?

İlhan Erşahin: Yok. Müzik olarak ve renk olarak, arkadaş olarak çok zenginiz. Valla benim para olarak geliyor ve gidiyor. Ama bir gün onu da tam öğreneceğim ama şimdiye kadar hep böyle yatırım yaptım yani yeni bina aldık, yeni cafe açtık. Yani ben zaten ne yapacağım ki.

 

Yaprak Özer: Peki işleri siz mi yürütüyorsunuz, yoksa yaratıcı olduğunuz için işi yürüten birisi mi var?

İlhan Erşahin: Tam ortak değil ama çok iyi arkadaşlarım var birlikte çalışıyoruz. Mesela Nublu Record’da  üç kişi çalışıyor; barda 7-8 kişi çalışıyor.

 

Yaprak Özer: Müzik mi yapıyorsunuz, yoksa istihdam sigortaya, ödemelerden erzak tedariğine kadar alma işlemini yapmıyorsunuz değil mi?

İlhan Erşahin: Yok, onları yapmıyorum. Ama yine de içindeyim. İşler ilginç yani biz alternatif hayat yaşıyoruz. Zaten ben onun için bunu yapıyorum. Aslında çünkü dünyada çok kültürlülük var ve daha da güzellik olacak gibi hissediyorum. Müzikle, her şeyle, insanlara alternatif vermeye çalışıyoruz… Çünkü mesela radyoyu açtığınız zaman %90 Türkiye’de ya da Avrupa’da kulağıma hoş gelen bir müzik yok. Yemek de öyle, güzel yemek yemek için aramak lazım.

 

Yaprak Özer: Ne seviyorsunuz siz?

İlhan Erşahin: Güzel yemek seviyorum.

 

Yaprak Özer: Organik besleniyormuşsunuz.

İlhan Erşahin: Organik şeyler tabii ki… Zaten organik yememek beni çok korkutuyor. Bodrum’da, Çeşme’de bile artık normal meyve yok…  Müzikte de aynı şey. Aslında bizim hayat keşke alternatif olmasaydı, bizimkisi normal olsaydı bence.

 

Yaprak Özer: Peki bisikletle dolaşıyormuşsunuz, doğru mu?

İlhan Erşahin: Manhattan’da bisikletle, çünkü araba orada hep her gün park etmek lazım bisiklet daha kolay oluyor.

 

Yaprak Özer: Böyle alternatif, doğaya dönük eskisi gibi bir hayat, olabiliyor mu?

İlhan Erşahin: Ama Amerika’da çok öyle insan var, sadece ben değilim yani. Manhattan’ı onun için çok seviyorum bir sürü öyle yaşamak isteyen insan var. Burada da var. Çünkü sistem artık öyle oldu ki mesela çay istiyorsunuz, poşet koyuyorlar. Benim için dünyanın en kötü çayı. Güzel çay olsun en azından. Mesela ekmek yiyorsan güzel ekmek olsun, suni ekmek olmasın.

 

Yaprak Özer: Evde Türk usulü bir şeyler var mı? Eşiniz Brezilyalı. Mesela demleme Türk çayı var mı sizin evde?

İlhan Erşahin: Eşim Brezilyalı. Demleme Türk çayı yok. Türk çayı burada içiyorum orada başka çay içiyorum.

 

Yaprak Özer: Dediniz ki en sevdiğim şehirler İstanbul, New York, San Poulo.

İlhan Erşahin: Tokyo’yu da çok seviyorum. Bu sene ilk kez gittim oraya acayip bir yer.

 

Yaprak Özer: Bunların renkleri ne sizce? Gri mi?

İlhan Erşahin: Yok, benim için şehirler gri değil.

 

Yaprak Özer: Yani alternatif diyorsunuz, alternatifi ben biraz yeşille özdeşleştiriyorum.

İlhan Erşahin: Ama bence bu şehirler yeşil. Çünkü yeşil insanlar var bu şehirlerde. Kasabalar da maalesef artık gri oldu. Tam tersi oldu yani.

 

Yaprak Özer: İstanbul sokaklarında, billboard’larda yer aldınız. Hayranlarınız twitter’da, “yok olmaz böyle şey” demiş… Siz de “rahat olalım” diye yanıtlamışsınız. Niye kızdılar?

İlhan Erşahin: Kredi kartı sevmiyorlar herhalde ben de sevmiyorum aslında ama öyle bir teklif geldi, Tokyo’ya gitmek film çekmek bana heyecanlı geldi ve yaptık. Çekimleri Tokyo’da yaptık. Değişik, güzel geldi. Bir daha da yaparız.

 

Yaprak Özer: Sizi izlemeye devam edeceğiz, buna hayranlarınız alışsa iyi olur.

İlhan Erşahin: Bence de.

 

Yaprak Özer: Dünyanın başka bir yerinde olmak Türkiye’de çok prim yapan bir şey, katılıyor musunuz buna?

İlhan Erşahin: Ama artık bence dünya böyle internetten önce, internetten sonra gibi bir hayat oldu. Yani artık dünya uçakla filan çok yakın oldu, sadece ben değilim bütün New York’taki arkadaşlar her gün biri Rusya’ya gidiyor biri Japonya’ya gidiyor, sonra dönüyorlar. Bu sadece bana ait değil.

 

Yaprak Özer: Kariyerinize başladığınızda İstanbul’da çok popüler olabileceğiniz var mıydı planlarınızda?

İlhan Erşahin: Yok, aslında bir şey hakkında pek plan yapmadım kariyer olarak. Bir sene bunu yapayım, sonra ikinci sene böyle olsun, üçüncü sene yatırım. Çala çala bir şeyler oldu sanki üfleye üfleye.

 

Yaprak Özer: Babanız ne iş yapıyor?

İlhan Erşahin: Mimar.

 

Yaprak Özer: Anneniz?

İlhan Erşahin: Annem biraz benim gibi ya da ben onun gibiyim daha doğrusu. O her şeyi yaptı.

 

Yaprak Özer: Peki sizin üfleye üfleye başarıyı yakalamanız, mesela mimar babanızla hiç konuşur musunuz bunları?

İlhan Erşahin: Onlar bana hep destek verdiler yani New York’a gitmek istiyorum dedim, hadi git dediler. Ondan sonra burada kalacağım dedim, hadi kal dediler.

 

Yaprak Özer: 20 yıllık evlisiniz. Kocaman genç bir kızınız var. Yani öbür taraftan ele avuca gelmeyen bir yapı. Klasik Caz ama onun içinde etnik müzik var, bir sürü başka şeyler var. Değişik yani baktığınız zaman. Nasıl bir şey?

İlhan Erşahin: Yani herkes şaşırıyor sadece buradakiler değil, her yerde şaşırıyor insanlar. Ben bilmiyorum aslında yani öyle oldu. Mesela bu sene baya yoğun geçti. Her üç günde bir uçak kalkıyor, oraya gidiyorum, buraya gidiyorum falan tabii öyle günler de oluyor. Öyle yaşamayı deniyorum ve güzel. Güzel meyve, güzel çay, güzel su.

 

Yaprak Özer: Nasıl yaratıcı olunuyor? Nasıl İlhan Erşahin olunur?

İlhan Erşahin: Ben bayağı çalışıyorum. Konserden sonra eve gidiyorum e-maillerime bakıyorum, web sitelerine bakıyorum. Her gün Facebook değil ama işin içindeyim. Ama benim herhalde en çok yaptığım şey yani kalktığım zaman, gün ne veriyorsa onu yaşamaya çalışıyorum. Müzik, ilham. Aslında saksafoncu değilim gibi geliyor bana daha çok müzik yazıyorum, parça yazıyorum çünkü onu seviyorum.

 

Yaprak Özer: Nelerden etkileniyorsunuz?

İlhan Erşahin: Benim için her gün biraz farklı, ben sezon sezon düşünmediğim için “hadi şimdi altı ay, yedi ay çalışacağım ondan sonra oh bir tatil alayım” değil de benim için her gün iş ve tatil.

 

Yaprak Özer: Mesela Fazıl Say dediniz. O çok siyasetle ilgili bir sanatçı siz böyle günceli takip eder misiniz, bu tür şeyler sizi etkiler mi?

İlhan Erşahin: Karışık, dünya çok karışık, tabii çok okuyorum… Artık haberlerin bizim okuduğumuz versiyonlarının doğru değil, sadece %5’ini anlatıyorlar bize gibi geliyor. Onun için böyle güzel insanlarla konuşmak, paylaşmak daha önemli sanki.

 

Yaprak Özer: Saksafonunuz çok güzel bir alet bu arada, bu antika bir şey mi?

İlhan Erşahin: Bu antika sayılır herhalde. Bu 1953’ten Paris. Çünkü Paris dünyanın en şık şehri. Artık parlamıyor ama şık. Hep bakım lazım, baya bakım lazım. Güzel eski bir araba gibi.

 

Yaprak Özer: Saksafon ve siz bir bütünmüşsünüz, öyle diyormuşsunuz?

İlhan Erşahin: Yani eski arkadaşız, 16 yaşımdan beri hep yanımda.

 

Yaprak Özer: Harika bir şey, güzel olsa gerek.

İlhan Erşahin: Güzel bir şey tabii anlaşıyoruz.

 

Yaprak Özer: Arada bir bozuluyor, bakıma ihtiyacı oluyor mu?

İlhan Erşahin: Birkaç kere bunu duvara atmak istedim tabii ki.

 

Yaprak Özer: Ama bu aletlerle ilgilenen, tamir eden az sayıda usta mı vardır?

İlhan Erşahin: Az var yani benim şansım New York’da bir iki tamircisi var, doktor yani. Her ay oraya gidiyorum.  İstanbul’da da var ama genelde kriz olduğu zaman burada birisi var. Fakat çok gitmedim çünkü enstrümanın iyi durumda olması için her ay gidiyorum.

 

Yaprak Özer: Siz Norah Jones’la çalmışsınız, birlikte çalıştığınız çok ünlü isimler de var. Söz etmek ister misiniz?

İlhan Erşahin: Norah Jones’la ilginç bir şekilde tanıştık. Benim bir grubum var, yeni CD’si çıkıyor Eylül’de. Norah Jones da söyledi bu albümde. Ama 12 sene evvel o gruba tam başladığım zaman bir şarkıcı vardı grupta, o evlendi Londra’ya gitti. Yerine Norah Jones geldi, genç kızdı o zaman. Bir sürü kızlar buldum, çağırdım, arkadaşlara sordum… Ondan sonra Norah Jones tam şehre gelmiş, iki gün evvel biri söyledi: “Bir kız geldi Teksas’tan, 18 yaşında, çok güzel söylüyor dene” dedi. Aradım, buldum, geldi, ağzını açtı bir şey söyledi direkt sordum “benim grupta olmak istiyor musun?” Sonra 2 sene birlikte çalıştık. Ondan sonra o baya meşhur oldu gitti ama hala arkadaşız, takılıyoruz.

 

Yaprak Özer: Siz meşhur ettiniz denebilir mi?

İlhan Erşahin: Bence öyle.

 

Yaprak Özer: Peki diğer ünlüler kimler?

İlhan Erşahin: James Burke ile bir parça yaptık. Harikalar Diyarı için bir parça yaptık, Bebel Gilberto için bir parça yaptık bu sene.

 

Yaprak Özer: Kimler müzik ısmarlıyor size?

İlhan Erşahin: Ben Norah Jones için bir parça yazdım. Ben çalmadım ama onun plağı için yazdım. Mesela bu sene Brezilya’da yeni bir star çıktı Tulipa diye, onun için bir parça yazdım.

 

Yaprak Özer: Yüzde kaçtır kendiniz için yaptığınız çalışmalar?

İlhan Erşahin: Ben genelde müziği kendim için yazıyorum. Yani kendi gruplarım için yazıyorum ama bir iki tane Brezilya’da işte Tulipo ve Otto diye bir çocuk var onlar için müzik yazdım, Norah için yazdım… Ajda Pekkan parça istedi aslında bir parça yazdım ona, duruyor. Tam Ajda’lık bir parça.

 

 İLHAN ERŞAHİN

Geç denecek bir yaşta müzikle tanıştığı söyleniyor, 16 yaşında saksafon çalmaya başlamış 20’li yaşlarda eğitime geçmiş… Berklee’ye gitmiş kısa süre sonra terk etmiş. İsveç’te doğmuş büyümüş…  Baba Türk anne İsveçli.

Eric Truffaz’la uzun çalışmalar yapmış. Norah Jones’u meşhur etmiş, Jones onun şarkılarını seslendirmiş… NewYork’taki mekanı Nublu, müzik paylaşım platformu… Ünlü ünsüz pek çok müzisyen Nublu’da müzik yapıyor. Erşahin benzerini Türkiye’ye getirdi.

Müzik eleştirmenlerine göre gelecek vaat eden bir müzisyen. Saksafon çalış tekniğini Sonny Rollins ve Joe Henderson gibi efsane isimlerle kıyaslıyorlar. Ama o, sürekli bir yaratıcılığın peşinde olduğundan, kendisini bu tür benzetmelerle sınırlandırmak istemiyor. Yaptığı müzikte Türk geleneksel motiflerinden funk müziğe kadar çeşitli ezgiler bulunduğunu ve her tür müziğe karşı açık olduğunu vurguluyor. Herkesi derinden etkileyen “Ezan” isimli bestesi bu tür çalışmalarının bir ürünü.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir