Google’a “cehalet” yazın, 69.200.000, “bilgi” diye yazın 1.200.000.000 bulgu çıkıyor.Sıradan bakış açısıyla, bilginin ne kadar zengin, cehaletin ne kadar sığ olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Bildiklerimiz bilmediklerimizi fersah fersah geçiyor diyebilir, gelişmişliğimize övgüler düzebiliriz… Gerçekten böyle mi?
Madem çok biliyoruz, neden her fırsatta siyasette, ekonomide yanılıyoruz… Özel hayatlarımız ve kariyerimiz neden kevgire dönüyor. Örneğin neden emlak balonunu öngöremiyoruz … Neden Ortadoğu kan gölü… Bu kadar çok biliyorsak eğer, neden işsizlik ve fakirlik artıyor? Madem çok biliyoruz neden patent sayımız artmıyor… Neden skandallarda ileri bilimsel çalışmalarda geriyiz. Biliyorsak bu kadar çok şeyi, neden çocuklarımız sınavlarda başarılı değil?…
Cehaletin dersi olur mu?
Prof. Stuart Firestein’la “Cehalet” isimli kitabı sayesinde tanıştım. Firestein, New York Columbia Üniversitesi’nde Nörobilim profesörü. Biyoloji departmanının başında, laboratuvarlar da onun yönetiminde. Ses getiren “Beyinde Koku Algısı” araştırmaları bu laboratuvarlarda yapılıyor. Firestein’ın derslerini lisans 3-4 ve lisansüstü öğrencileri alıyor. Nörobilim ders kitabının bin 500 sayfaya yaklaştığı, kitabın iki beyin ağırlığında olduğu esprisini yapan bu ilginç adam, eğitim sistemini eleştiriyor: “Ne yapmaya çalışıyoruz biz, önce çocuklara binlerce bilgiyi yediriyoruz, sonra o bilgileri sınavlarda kusmalarını istiyoruz. Kimse öğrendiklerinden öğrenmiyor. Bu nasıl devam edebilir?” Bir de bizim sistemi görse ne der acaba, düşünmek bile istemiyorum.
Firestein, dünyadaki ilk 10 üniversite arasında yer alan Columbia yönetimini 2006 yılında “cehalet” dersi açmaya ikna etmiş. Anladığım kadarıyla popüler bir ders. Derse konuk bilim insanları giriyor öğrencilere ne bilmediklerini anlatıyorlar. Profesörün Cehalet isimli kitabı öğrencileriyle yaptığı kolektif çalışmanın eseri.
Bildiğinden bilmediğine ulaşmak
Madem bildik böyle olduk, bilmesek daha mı iyi olacaktı… Tahmin edeceğiniz gibi niyetim cehalete övgü değil, olamaz da! Sizi ters köşeye çekmek istiyorum:
Geleneksel metot; bilmediğinden bilgiye ulaşmayı öğütlüyor. Sosyal bilimler ya da ağırlıklı çok bildiğini iddia eden erkan böyle yapıyor. Bildiğinden bilmediğine ulaşmak olamaz mı… Yani bildiğini kullanıp ne bilmediğini çıkarmaya çalışmak, bir tür bilmece değil bu. Tamamen hayatın gerçeği! Firestein laboratuvarında uyguladığı yöntemi, gençlere cehalet dersinde aktarıyor; bilim insanı bildiğinin üzerinde değil bilmediğinin üzerinde çalışır. Biz laboratuvar dışındakiler de bundan öğrenemez miyiz acaba…
Neden diye sormayın lütfen, yakın tarihten çok tartışılan somut bir örnek vermek istiyorum;
Irak cehennemini yaratan Amerikan yönetimi ve başarısızlığıyla tarihe geçen dönemin ABD Savunma Bakanı Donald H. Rumsfeld, savaşın sonunda düzenlenen basın toplantısında, Irak’taki başarısızlık gerekçesini şu sözlerle açıklamıştı; “Bilinen bilinmeyenlerle, bilinmeyen bilinmeyenler mevcut”. Rumsfeld’e deli gözüyle bakanlar, alay edenler oldu. Sözleri literatüre geçti.
Bir düşünelim, acaba Rumsfeld haklı mıydı? Sonuç itibarıyla ABD var olan bilgisiyle hareket etmiş, bilmediğini bilmeden yola koyulmuştu. Irak yönetimini bilmediği bilgilerle devirirken Irak halkını tarumar, bölgedeki dengeleri altüst etmişti. O dengeler ki, henüz yerine oturmadı.
Bilinçli cehalet
Firestein’a göre cehaletin birden fazla anlamı var. Onun dikkate almadığı cehaleti, bu yazının selameti için hemen ifade edeyim; bilgiye ve mantığa duyarsızlık olarak algıladığı, bilmediğini bilmeyen ve çoğunlukla da “seçilmiş” kişiler diye tanımladıkları üzerinde kafa yormuyor. Uğraşmak istediği cahilleri tanımlayacak olursak, belge bulgu eksiği bulunan ve bir konuda yeterince aydınlanması olmayan… Özetle “bilinçli cehalet”. Bu tanımı da James Clerk Maxwell (1831-79) literatüre sokmuş.
Cehaletle bilim Firestein’ın anlayışında el ele tutuşuyor. Çünkü bilim bir arama sorgulama sistematiği. Bilim insanı bilmediğini arıyor. Bilimsel araştırmayı karanlık odada kara kedi bulmaya benzetiyor, “zordur” diyor ve devam ediyor; “özellikle de karanlık odada kara kedi yoksa…” Bardağın boş tarafından baktığına hükmedebilirsiniz, bu sizin de nereden baktığınıza göre değişir. Firestein bilim insanının bilmediğini sorgulaması gerektiğini ifade ederken dolu tarafından bakıyor.
Çok mu biliyoruz?
Ünlü filozof Socrates, “bir şey biliyorum; o da bilmediğimi biliyorum” demiş. Size ilginç bir bilgi aktarayım; günümüz bilim insanları araştırmışlar, örneğin bize yer çekimi kanununu armağan eden Isaac Newton’ın 1687 yılında, dünyada o ana kadar var olan her bilgiye sahip olduğuna kanaat getirmişler. Bir insan beyni demek ki o gün alınabileceklerin hepsini depolayabiliyormuş. Unutmayın, bugün düzgünce bir lise öğrencisinin bilgisi 17. yüzyılın sonunda yaşayan Newton’ın sahip olduğu bilgiden daha fazla…
Şimdi gelelim bildiklerimize… Eldeki bir veriye göre 2006’da 1 milyon 300 bin bilimsel makale yayınlanmış. Üretilen bilimsel makale sayısı her yıl yüzde 2,5 artıyor. Merakınızı gidermek üzere yazıyorum, aynı araştırmanın devamında 2012’de bilimsel makale sayısının 1.57 milyona ulaştığı kaydedilmiş. Her bir dakikada 3 yeni bilimsel makale yayınlanıyor. Okumak mümkün değil. O zaman bu kadar bilgiyi ne yapacağız?
Kutunun dışı
Firestein, “bilgi büyük bir konu, ama cehalet daha büyük bir konu” diyor. Aynı mantıkla sorular da cevaplardan daha büyük bir konu. Bilgimiz arttıkça cehaletimiz küçülmüyor. Her 10 yılda bir ikiye katlanıyor.
Kutunun dışında düşünmek zorundayız. Cehaleti soru sormaya, meraka, araştırmaya övgü olarak aldığımızda bilginin yolunu açtığını görüyoruz. Cehalet dersi veren Prof. Firestein’in vurgusu da bu; dünyanın bütün bilgilerini depolayacak teknolojimiz var, bunları okuyabilecek zamanımız yok. Her dakika bir bilimsel makale yayınlanırken bilim insanlarının bilinene değil bilinmeyene odaklanmaları gerekir.
Yeni sorular sormamız gerekiyor. Meslek gruplarının bilgi depolaması bugüne kadar alışılmış olan. Ne kadar çok bilirlerse o kadar iyi. Onları bilim insanlarıyla karıştırmamak gerekir. Ben de avukatımı, mali müşavirimi ve hatta arkadaşlarımı konularını bilenlerden seçiyorum. Ama (!) Firestein’in yaklaşımını okuduktan sonra klasik mesleklerin bu bilimsel yaklaşımdan neden esinlenmediklerini düşündüm. Bir gazetecinin bir hukukçunun bildiklerini üst üste koyarak değerini artırmasına saygı duyabilirim, sorudan cevaba ulaştığımda saygım misliyle artacak şüphe yok.
Okulda okuduklarına dünyanın sonu ve bilinmesi gereken her şeymiş gibi bakan, o zaman soru sormaya ne gerek var, zaten öğreneceklerimizi öğrendik anlayışıyla yaklaşanların önümüzdeki günlerde yeri yok, uzatmaları oynayanların da zamanımızı çalmaya hakkı yok.
Kendi içine kapalı, bilmediğini bilen bilimle, bilmediğinden haberi olmadığı gibi umursamayan dünyevi dünya arasında köprü gerek.